Medyada bilinen bir şablon vardır. Bayram gelince dini yayınlara ağırlık verilir, yaz gelince diyet reçeteleri sunulur, tatil beldeleri filan tanıtılır. Seçim süreci boyunca da biraz şov, biraz reyting olsun diye sözüm ona “halkın nabzı” tutuldu, bir sürü laf ve gürültü salatasının adı da “adayları halka tanıtma” oldu. Etik, ahlak hak getire, yine birileri görmezlikten gelindi, yine taraf olundu. Yalan-dolan, komlo-kumpas terazinin şirazesi kaydı.
Kendilerine mikrofon uzatılan adaylardan “ciddi ve güvenilir adam” pozları aldık, yine bol bol hamaset nutukları izledik. İncir çekirdeğini doldurmayan tartışmalar.
(Bir politikacı, üniversitenin birinde konferans veriyordu. Çinli bir çevirmen de onun söylediklerini İngilizce’den Çince’ye çeviriyordu ve bunları Çince işaretler halinde tahtaya yazıyordu. Politikacı konuşması sırasında Çinli çevirmenin çoğu kez durduğunu ve tahtaya bir şey yazmadığını gördü. Konuşmanın sonunda bunun sebebini soran politikacıya şu cevap verildi: “Biz yalnızca konuşmacı bir şey söylediği zaman çevirir ve yazarız.”)
***
Böyle durumlarda kamuoyu gidişattan şikayetçi görünür. Bu sadece bir görüntüden öteye gitmez. Aslında çoğu politikacı ve seçmenin de sistemden pek şikayeti yoktur. Sadece avantayı kapan kesimin başkaları değil de kendileri olmasını arzu ederler. Bu minval üzere, bu seçim süresince de çoğu düzen aktörleri, tıpkı bir tiyatro oyunu gibi her sabah maskelerini taktı, kostümlerini giydi, ezberlenen repliklerle defalarca izlediğimiz bir oyun yeniden sahnelendi.
(Geçen seçimlerde de yansımıştı. Bir haber başlığı, “Seçimler işsize yaradı” diyordu. Kimi yerlerde kiralanan “seçim işçileri”nin ücret tarifesi de vardı. Kahvehane toplantılarında yer alıp alkışlamak, miting alanlarını doldurmak için figüran olmak, dolmuş, taksi veya minibüse adayın resmini asmak. Her birinin ücret tarifesi ayrı. Tabi her seçimde tarifeler enflasyon oranında zamlanmıştır.)
Bu toplum, bu ülkede yıllardır oy kullanıyor. Açıkça dile getirilmese de artık bazı şeyleri iyice öğrendik. Seçmen zaten her zaman bir şeylerden şikayetçidir. Daha fazla şey talep etmektedir. Kendisine sorulduğunda, kim olduğunu aslında kendisinin bilmediği bir takım “yetkililer”i suçlar ve bunları sandıkta cezalandıracaklarını söyler. Oysa bu, çoğu zaman komik bir tehdit ve ucuz bir şantajın ötesine geçemez. Böyle mızmızlanan seçmenin en kolay seçmen olduğunu politikacı esnafı çok iyi bilir.
Çoğu kere sonuç umduğumuz gibi çıkmaz ve beklentilerimizi karşılamaz. O zaman da savunma mekanizmalarımız sağolsun. Kabahati yükleyeceğimiz birilerini veya bir şeyi arayıp buluruz hep. Ancak fıkradaki gibi bir türlü akıllanmayız.
(Oy verdiği parti ve politikacılardan umduğunu bulamayan bir seçmen arkadaşına yakınıyormuş:
– Şayet biri beni kazıklarsa, Allah onun cezasını versin. Aynı parti beni iki defa kazıklarsa, Allah hem onun hem benim cezamı versin. Ama üçüncü kez kazıklarsa, Allah yalnız benim belamı versin.)
***
Mühür elimizde ve karar günü yaklaştı. Yeni bir mevsimin ılık rüzgarları üzerimize sinen ölü toprağı alıp götürmeli. Ya bu hayatın ezilenleri ve sömürülenleri olmaya razı olacak ya da beynimizi ve yüreğimizi sulandırıp bulandıran hamasi söylemlere rest çekecek, sarı kart göstereceğiz.
“Söylenmesi çok kolay iki sözcük vardır ki, aslında söylemeden önce çok düşünmek gerekir. Evet ve hayır” diyor Pythagore. Şimdi ayrımcılığa, baskıya ve zulme hayır demenin zamanıdır. Özgüven tazelemek, şimdi yenilenmek zamanıdır. Şimdi ‘DEM gelir, devran döner’ diyenlerin; ‘Bi hev re ava bikin’ (Birlikte inşa edeceğiz) diyenlerin zamanıdır.
Paslı bir çiviyi duvardan söker gibi. Çürük bir dişi çeker gibi. İşte yarının pusulası, işte vicdanın mührü.