Ahmet Güneş
Serzeniş çağı değil, umut dilenciliği hiç değil. Asla umutsuzluk da değil. Bir başka hayata hasret kalanların öfkesiyle göreceği bir yaşam çağrısını bu çağa duyurmaktır elzem olan
Herkesin gönlünde bir caymak fikri kök salmış. Her an her şeyden caymaya amadeyiz. Bu yüzden içimizin bir yanı uçurum, bir yanı başka bir kıyı. Çiçeklerden veya ağaçlardan dem vursak, kıran girmiş baharlar düşünürüz. Üşümüş ya da yaşken eğilmiş fidanların hazin hüznü bir yelpaze gibi serinletir düşleri. Düşler ki henüz başında düşmüştür hayattan.
Kırılgan bir avaz ile başlasak çağırmaya, toplanmaya; kimin ağzı hangimizin dili diye çömelip sorular dizeriz, tespih taneleri misali birbirine çarpar. Domino taşları gibi biri diğerini iteleyen cevaplar da düşünebiliriz. Düşünmenin hiçbir sınırı hem de hiçbir zamanı yoktur. Bizimle başlayan elden ele sürüklenir ve dünyanın etrafında döner.
Her gerçek bir yalanın çelmesiyle çamura bulanabilir. Lekeli bir gerçek, artık bir derman değil, bir çare değil. Kendinden göçmüşün bıraktığı boşluk kimseyi içine alamaz. Bu dünya yani delirmiş bir gerçek olan bu dünya, çağın aklına bir isyan. Basireti bağlanmış her hareket yarınlarımıza kelepçe arıyor. Yaklaşıyor geleceğini bağıran o cehennemi günler.
Felek diye bir çarkı icat edip çeviriyoruz. Günler böylece hırpalanıp bizi uyutuyor. Gecenin hükmüne bunca sevdalı olmak başka nasıl açıklanır. Örgütlü bir kötülüğün gün be gün zalimliğin volümünü artırması başka hangi cesaretin kapısında bir anahtardır? Öyle ki hızını alamamış bir zalimler birliği her yerde borazanlarını öttürüyor, şimdilik.
Delirmiş bir gerçek bu dünya. Suflörü rehin alınmış bir tiyatroda başka diyaloglar, farklı roller oynanıyor. Dün düşman olarak görülen, bugün yol gösterici bir maske ile sürüklüyor bugünü. Görüyor ve şaşırmadan pürdikkat alkışlıyoruz. Ondandır bu suskunluk, bu itaat. Bir de cazibesi her daim diri vazgeçmeler.
Dinlediğimiz, okuduğumuz, inandığımız her ne kaldıysa ve neredeyse, oraya varmalıyız artık. İmgesi veya simgesi ne olarak kaldıysa hafızada, daima oraya. Hem belki bu karanlık çağı da yuvarlayıp oraya, bir tenhaya çekip hesap sorabiliriz. Öyle ya, isyan görmediğimiz dağ başlarında ilk günkü ateşiyle aydınlatıyor inancımızı. Bırakmıyor gölgede kalsın düşündüğümüz ve düşlediğimiz başka dünyalar fikrinin. Çünkü umut değildir rehber, öfkedir hiç dinmeyen.
Olmayan, olmasına bahaneler uydurup erteleyen hangi engel varsa, yıkmalı ve bulanık görülen yola revan olunmalı. Birbirinden beter iki pusula varsa önümüzde, kendi pusulamızla yol almalı hatta bir yol açmalıyız. Yorulan yolda kalıp gelenlere tabela olsun. Çünkü yol yoldaş arar durur. Varmanın telaşı değil, eskiyen yolları tarihe gömerek adımlar atılmalı.
Serzeniş çağı değil, umut dilenciliği hiç değil. Asla umutsuzluk da değil. Bir başka hayata hasret kalanların öfkesiyle göreceği bir yaşam çağrısını bu çağa duyurmaktır elzem olan. Taviz, tereddüt, bitmeyen endişe kocaman bir boşluk ama sanki her yerden bağırıyor. Yok öyle bağırınca haklı çıkmak, kendini vazgeçilmez kılmak.
Sırayla devrilecek yalanın ve riyakârlığın ardında saklanan çürük kuklalar. Sahnede yani hayatın orta yerinde yürekler dinmeyen özlemine feda ediyorsa yarınları, bugün görülen sahtekârlar koşa koşa birbirini ispiyonlayacak. Giden varsa, her şeye rağmen korkusuzluk bir bayraksa, elbette kimse yerinde duramayacak. Yer değiştiren bir milat, kimilerini küllerinden doğuracak, kimi düşenlerin düşlerini yarına taşıyacak. Taşıdığımız, tanık olduğumuz her ne ise ya beraber ya da başka türlü bir beraberlik. Sonların başlangıcında, herkes kendi ile sınanırmış, sınansın.
Haftanın kitap önerisi: Barış Ünlü, Türklük Sözleşmesi / Dipnot Yayınları