Orman yangıları ile ilgili yeterince konuştuğumu-yazdığımı düşündüm hep. Gelin görün ki ormanlara saldırılar o kadar artı ki konum bir daha bu oldu. Her gün birkaç farklı adresten dumanlar yükselmekte. Bu yıl çıkan-çıkarılan yangınların %80’i imar, maden ve turizm alanları açmak için yapıldı. Peki bu üç sektör neden yaksın bu yaşam alanlarını? Yangını bir ticari argümana çeviren bu anlayış nereyi yakmışsa orayı işgal etmiştir. Ve kapitalizmin vahşiliği de yaşamları yok etmek ve katliamları için yakma yolunu kullanmasından gelir.
Milyonlarca yıllık bir ekosisteme sahip ormanlar, dinozorların neslini tüketen meteor yağmurlarından kaynaklı yangınlardan kurtulabilmiştir. Orman, tüm şartlarda kendine yetebilen bir ekosistemdir. Bu yetebilme ta ki kapitalizmin vahşileşmesi ve bunda pik yapmasına kadar sürer. Okyanuslardan sonra dünyanın 2. büyük bu ekosistemi milyonlarca yılda binlerce yangına uyum sağlamış bir yaşam alanıdır. Bu da binlerce yangına karşı tohumlara, neslinin devamı için adapte olma ve yangınlardan sonra yaşamlarına devam etme yetisi vermiştir. Birçok ağacın tohumu yüksek ateşte patlayarak yeniden yaşama devam etmek için yeniden çimlenecektir. Herhangi bir şey yapılmasına gerek olmadan sadece alanın korunması orman yaşamının yeniden can bulmasına yeterlidir. Yangının ardındaki közlerden ilk yağmurlarla yeni yaşamlar yükselecektir.
Gözlerini kan bürümüş kapitalizmin devamı ve daha da fazla sömürü için iktidarlar aralıksız hizmete devam ederler. En güzel örneklerden biri sosyal medyada dolaşımda olan 1951-1952 yıllarında İspanya-Türkiye arasındaki odun kömürü antlaşmasıdır. Bu anlaşmaya göre İspanya Türkiye’den çok büyük miktarda odun kömürü siparişi vermiştir. Bu odun kömürünün, Akdeniz ve Ege sahillerinde doğada kendiliğinden yetişen, yerel ve endemik bir tür olan ”delice” ağacından elde edilmesi isteniyordu. (Delice, aşılanmamış zeytin ağacıdır.)
Tabi sağlıklı bir orman politikasından yoksun dönemin iktidarı, Hatay’dan Saroz Körfezi’ne kadar olan bölgede buldukları tüm delice ağaçlarını odun kömürüne çevirmeye çalışmıştır. Bu o kadar yoğunluklu bir çalışma olmuş ki Mersin limanı kömür isleri ve dumanları altında kalmış. Amaç ne, neden deliceden yapılmış odun kömürü dersek; delice, zeytinin anacı olan bir ağaç ve İspanya zeytinde dünyanın tüm ihracatını yapmak için basiretsiz dönemin iktidarını bu yöntemle ikna etmiş. Elbette ormanlaştırma çalışmaları yapılmış ama bu ormanlaştırmada çıra gibi yanan çam türleri tercih edilmiş. Endemiklik, yöreye uyum gibi bilgiden yoksun, orman ekosisteminden bihaber yetkililer buna doğru bir yöntem olarak devam etmiş ki günümüzde farklı bir anlayış etkin değil. Hala yanan-yakılan-yıkılan orman alanlarına fidan dikilerek, yapılan yanlışın üstünün örtülmesi düşünülmektedir.
Yangınların en önemli nedeni olan, imar-turizm-madencilik sektörünün işgalinin dayanağı 2/B yasasıdır. Bu madde ile orman ekosisteminin yok edilmesi ile farklı kullanımlara açılmasını öngörülür. 2012 yılında güncellenen bu yasa ile adrese teslim yangınlar pik yaptı. Kim bir alanı istiyorsa orayı yakması yetiyordu, böylece yangınlarda ciddi artışların da önü açıldı. Orman vasfını yitirmesini sağlamak için yakmak yeterli oldu. Tabi yasada fen ve bilimsel verilerle yapılan analiz sonuçları gibi bilimsellik ve bilgiden yoksulların kararları önemli oldu.
Ve Yakma, yakılma, yok edilme tarihsel bir yöntem olarak kullanılmış. Oysa bunun önüne geçecek ciddi yaptırımların olması gerekirdi. Kayıtlara orman olarak geçmiş alanlara maden ocağı izni verilmemesi dâhil; yansa-yakılsa bile korunması gerekir. Orman alanlarını A-B-C diye ayırmak yerine her türlü işgal ve talan engellenmelidir. Böylelikle ormanları yakma-yok etme anlayışından da kurtulmuş oluruz. Yeni bir orman kongresi ve yeni ekolojik ölçeklerde tüm yerellerde yerel halk ve sivil toplumun katıldığı çalışmalarla politikaların belirlenip kabul edilmesi, hayata geçirilmesi gerekir.
1950’lerde yasayla yakılan delice ormanları bugün 2/B yasasıyla turizm, imar ve maden sahası ilan edilerek orman varlıklarının yok edilmesine devam ediliyor. Yanan, yakılan ve yok edilen orman alanlarında herhangi bir sektörün faaliyet yürütmesine izin verilmemeli ve orman alanı olarak korunmalıdır. Sistem o alana herhangi bir müdahalede bulunmamalı -kendince iyi olduğunu düşündüğü fidan dikme dahil- el sürmemelidir. Er-geç yerküre ve orman ekosistemi o alanda yaşama devam edecektir. Kapitalist sisteminin yok olması durumunda, ekosistem çok kısa sürede kendini yenileyip onlarca canlı, binlerce mikroorganizmaya ev sahipliği yapmaya devam edecektir.
“Ve bizler;
Bak bu ışık senin ışığın,
Dallarına ay dolmuş
Delice, delice zeytin,
Aşk güzel ediyor her şeyi
İnancıyla bu mücadeleyi sürdüreceğiz.”
Böylesi zor bir süreçte dayanışma için beni ve ekoloji mücadelesini sahiplenip destekleyen herkesi selamlıyorum. En kısa zamanda ekoloji mücadelesinin tüm direnişçileri ile gökyüzüne özgürce bakabilmeyi umut ediyorum. Selam olsun Kaz Dağları’ndan Hasankeyf’e, Munzur’dan Kanal İstanbul’a sesini duyduğumuz tüm derelerin, suyun, rüzgârın, toprağın haykırışı olan Beyza Hocamıza…