Kapitalizm ve Şizofreni’de (özellikle de Anti-Ödipus) ileri sürülen kapitalizm kuramını, Marx’ın Komünist Manifesto’nun merkezine yerleştirdiği biteviye modernleşme olarak kapitalizm tanımına bir tür yanıt olarak değerlendiriyorum.
Marx ve Engels, kutsal olan her şeyin dünyevileştiği ve katı olan her şeyin buharlaşıp havaya dönüştüğü amansız bir modernleşme kuramı ortaya atarken, Deleuze ve Guattari, bu modernleşmenin ya da bu yersizyurtsuzlaşmanın, zorunlu olarak kendisine karşılık gelen bir yeniden yerliyurtlulaştırmaya sahip olduğunu varsaydılar. Sermayenin kodunu çözdüğü ve yersizyurtsuzlaştırdığı [şey] diğer tarafta yeniden, ama bu sefer farklı bir ölçekte ve ve farklı bir bağlamda diriliyordu.
Deleuze ve Guattari’nin yazdığı gibi: “Medenileşmiş modern toplumlar, kod çözümü ve yersizyurtsuzlaşma süreçleri ile tanımlanır. Ama bir taraftan yersizyurtsuzlaştırdıkları şeyi diğer tarafta yeniden yerliyurtlulaştırırlar. Bu yeni-yeryurtlar sıklıkla yapay, artık/kalıntı, arkaiktirler; fakat onlar, bizim eski kodları dirilterek sahte kodlar veya jargonlar icat eden kod parçalarını ‘bir araya getirmenin,’ kesitlere ayırmanın, yeniden tanımlamanın modern yöntemimiz olarak kusursuzca güncel işlevleri olan arkaizmlerdir…
Bu modern arkaizmler, ziyadesiyle karmaşık ve çeşitlidirler. Bazıları çoğunlukla folklorik olmakla birlikte, yine de toplumsal ve potansiyel politik güçleri temsil ederler… Diğerleriyse, arkaizmleri devrimci bir yükü serbest bırakma kapasitesine sahip olabileceği gibi, modern bir faşizmi de besleyebilecek kapasiteye sahip olan gettolardır…Bu arkaizmlerden bazıları, mevcut yersizyurtsuzlaşma hareketi içinde, sanki kendiliğindenmiş gibi şekil aloırlar…Diğerleri ise, her ne kadar devlete karşı olup ciddi sorunlara (bölgecilik, milliyetçilik) sebep olabilirlerse de, devlet tarafından örgütlenip desteklenirler.”
Deleuze ve Guattari’nin önerdiği şey, bir biteviye devrimci modernleşmeden ziyade, kendi ‘geçmişi diriltme’lerinin, kendi (güncel bir işleve sahip) anakronizmlerinin koşullarını yaratan bir modernleşmedir. Deleuze ve Guattari’nin tarif etmeye çalıştığı şey, kutsal olan her şeyin dünyevileştiği bir dünyadan ziyade, geçmişe ait din ve kültürlerin tümünün, metalar ve şahsi inançlar olarak sürekli diriltildiği, yeniden canlandırıldığı bir dünyadır. Eski kodlar, normlar ve inançlar geri döner ancak bunu temelde dönüştürülmüş ve özel bir biçimde yaparlar.
[Blogda başka bir gönderide daha önce de sözünü etmiştim sanırım], bu tür bir dinamik bana ilkin betimleyici olarak doğru geldi ve en başında Deleuze ve Guattari’ye ilgi duymamın sebeplerinden biriydi. Her şeyin biteviye metalaşmasının, anlamları ve değerleri bulmaya ve yerine geri koymaya çalışan bir tepkiyle sürekli olarak karşı karşıya olduğu bir dünya kuramı sunuyorlardı. Fransa’daki altmışlı yıllar üzerine yazıyorlardı, ama bana seksenlerin ve doksanların ABD’sinin tarifi gibi gelmişti. Gel gelelim, Deleuze ve Guattari, bu yeniden yerli yurtlulaştırmaların esasen özel mahiyette olduğunu, artık özgün kodları tanımlayan kitlesel kamuoyu inançları olmadığını anlamıştı. Ödipus artık bir despot değil bir aile sorunudur.
Dahası, bunlar yalnızca kamusal inançtan değil, ekonomiden de hepten ayrıdır. Ekonominin, sermayenin, kodlarla hiçbir alakası yoktur. Ekonomi, aksiyomlarla çalışır. Deleuze ve Guattari’ye göre kapitalizmin tarihsel ön koşulu olarak belirli bir kodu veya toplumsal örgütlenmesi yoktur.
Kapitalizmin tek ön koşulu, Marx’ın da gösterdiği üzere, bir tarafta emeklerinden başka satacak şeyleri olmayan bir bireyler çokluğuyla, diğer tarafta emek gücünü satın alma özgürlüğüne sahip bir para akışı arasındaki karşılaşmadır. Her iki durumda da, bedenler ve para şeklindeki bu iki akışın teşkili, koşul olarak kodların çözülüşünü gerektirir. Hem emeği herhangi bir topluma, geleneğe veya bilgi hiyerarşisine (loncalarda ya da feodalizmdeki gibi) bağlayan kodların çözülüşünü hem de parayı belirli yerlere ve kullanımlara, sınırlı bir prestij ekonomisine bağlayan herhangi bir şeyin çözülüşünü gerektirir.
“Bu nedenle kapitalizm, sermaye kendisini doğrudan ekonomik bir durum olarak ifade ettiğince ve bir kod içinde kaydı tutulacak ekonomi dışı faktörleri işin içine katmaksızın üretime gerisin geriye düştüğünce, kendisini tüm diğer sociuslardan ya da eksiksiz bedenlerden farklılaştırır.” Emek ve servet yersizyurtsuzlaştırılmıştır; geçmişte herhangi bir belirleyici ilişkiye ve anlama bağlayacak herhangi bir koddan sıyrılmıştır. Kapitalizm toplumu oluşturan çeşitli eylemleri ve arzuları kodlamak yerine, belirli bir emek zamanı ile belirli bir miktar para arasında bir eşdeğerlilik oluşturan aksiyomatik olarak kurulan, iki yersizyurtsuzlaştırılmış akış, emek ve sermaye arasında nicel bir ilişki kurarak işlev görür. Aksiyomlar, işlev görmek için inanca gerek duymamaları bakımından kodlardan ayrılır. Aksiyomlar, kendi temellerini veya gerekçelerini sağlayacak din, politika veya hukuk gibi başka bir sahne veya alan ile ilgili değildir.
Aksiyomlar basitçe belirli bir formülü, belirli bir denklikler sistemini ortaya koyarlar ve bu tartışılamaz – sisteme yeni aksiyomlar eklemek mümkündür. Kapitalizmin işleyebilmesi için, herhangi bir şeye inanılması gerekmez, hatta içinde bile, kişinin sadece emeğini satarak, nicel akışlara uygun davranması vs. gerekir. Deleuze ve Guattari’nin Komünist Manifesto‘yu yeniden yerliyurtlulaştırma, kutsalın yeniden canlandırılması kavramıyla çürütmesine benzer şekilde diyalektik olmak gerekirse, bunu, sermayeyi amansız modernleşme olarak varsayan kodlar ve aksiyomlar arasındaki farkla korurlar. Bu, Deleuze ve Guattari’nin yanıldığı ya da artık günümüzde kapitalizme uymayan şey gibi görünüyor.
Emek ve paranın tamamen niceliksel, dışsal, inanç ve öznellikten yoksun olduğu yönündeki fikir, böyle bir durumda olması halinde sürdürülmesi zor görünüyor. İçinde bulunduğumuz çağ, ekonomi dışındaki inanç ve arzuları ve dini, milleti ve kültürü pek çok özel çıkar kadar canlandıran bir unsur değil, ekonominin kendisinin yeniden yerliyurtlulaştırılması anlamında bir yeniden yerliyurtlulaştırma olarak tanımlanabilir. Deleuze ve Guattari’nin terimlerini kullanacak olursak, ekonominin kendisi, çalışma statüsü ve zenginlik sadece ekonomik faktörler haline geldiğinde değil ve sadece niceliklerin aksiyomları olduğunda değil, aynı zamanda ahlâki terimler haline geldiğinde de üst-kodlanmıştır.
Kapitalizm kendi kodunu, kendi ahlâkını yarattı. Çalışma, sadece zaman ve para, bir iş ve ücret arasında ilişki kuran bir aksiyom değil, aynı zamanda değerli insanları ve çıkarları tanımlayan ve sınırlayan bir koddur. Para sadece soyut bir nicelik değil, aynı zamanda kendine denk otoriteyle kendi başına bir saf sembolizmdir. Bu noktada Lordon, Deleuze ve Guattari’yi farklı bir duygulanımlar ekonomisi için güncelleme girişimi olarak anlaşılabilir. Polemik (ve başlık) açısından durumu biraz abarttım, düzeltmek için çubuğu biraz büküyorum. Kodlara karşıtlığının daha az vurgulandığı ve majör/minör ilişkisinin daha fazla vurgulandığı A Thousand Plateasu (Bin Yayla) metnindeki aksiyom kavrayışının değişimine değinmedim.
Basit sunumum için üç neden var. Birincisi, Deleuze ve Guattari, sermayeyi tutku ve arzulara kayıtsız var olan bir şey olarak, demir kafesi kuran hesaplamanın buzlu suları olarak (metafor ve referansları karıştırmak için) kuramsallaştırmak konusunda yalnız değildir. Böyle bir iddia, çağdaş teoride neredeyse sıradan bir şeydir. İkincisi, Deleuze ve Guattari’nin ‘arzu altyapının bir parçasıdır’ iddiası, kendisini kayıtsız olarak tolere edildiği sürece değil yalnızca aktif olarak arzunlandıkça yeniden üreten, varlığını sürdüren bir toplumsal düzeni ortaya koyan bir teorinin beyanı değilse çağın ruhuna karşı çalışır.
Son olarak ve en önemlisi, Deleuze ve Guattari’nin öne sürdüğü, duygulanımlar ekonomisi teorisi olarak kısaca nitelendirilebilecek olan teorileştirme, borsadaki yükseliş ve düşüşün neredeyse libidinal olarak yüklü bir olay olduğu ve işsizliğin ekonomik bir durum kadar psişik bir travma olduğu içinde yaşadığımız sapkın dünyayı anlamaya başlamak için en azından bazı temeller sunmaktadır.
*Serap Güneş ve Nalan Kurunç tarafından çevrilen bu yazı PolitikYol’dan alınmıştır.