Olması gereken zamanda olması gereken yerde olmak. Fotoğrafçılığın temel kuralı bu. Ve 17 yaşında genç bir kadın, Slobodanka Vasić, tam da bunu yaptı. Böylece o sıkılmış yumrukların hikâyesi bugüne kadar ulaşabildi
Arif Mostarlı
Tam 80 yıl önceydi… 22 Mayıs 1942 sabahında, hapisten çıkarılan genç bir adam, Stjepan Filipović, Valjevo şehrinin merkezine kurulmuş olan darağacına doğru ite kaka yürütülüyordu. Sırp işbirlikçiler ve Alman komutanlar, bunun ibret vakası olmasını istemişler ve infazın yapılacağı yere kentin nüfusundan 3 binden fazla insanı zorla getirmişlerdi. Ama hesap pek tutmadı. Genç adam, yol boyunca sürüklenirken halka sesleniyor, “Yaşasın kurtuluş ordusu!”, “Faşistler ve küstah işbirlikçilerin canı cehenneme! Yaşasın komünizm!” diye haykırıyor ve “Ne bekliyorsunuz? İzlemekle yetinirseniz bu pislikler hepimizi öldürecek. Toprağa gömdüğünüz paslı tüfeklerinizi çıkarın ve ülkenizi kurtarın!” diye ayaklanma çağrısı yapıyordu.
Sonunda dipçikleye dipçikleye zor bela darağacının dibine kadar getirebildiler. Naziler kan ter içinde kalmıştı ama o en son gücüyle yapacağını yaptı. Ellerini havaya kaldırdı ve ip boynundayken yıllardır hepimizin diline yerleşen o sözcükleri haykırdı: “Faşizme ölüm! Halka hürriyet!”
‘Çocuğu bırak, ben oyum!’
Stjepan Filipović… Yalnızca 26 yaşındaydı bütün bunlar olurken.
27 Ocak 1916’da 16 yaşına kadar hayatını sürdürdüğü Opuzen’de Hırvat bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Baba Antun’un küçük bir dükkânı vardı ve eşi Ivanka ile çocukları Stjepan, Šimun, Nikola ve Jelica neredeyse açlıktan ölecek kadar yoksulluk içindeydiler. Stjepan çok genç yaşta komünist harekete dahil oldu. Kragujevac şehrinde çilingir olarak çalışırken 1937’de Filipović yerel işçi hareketine katıldı ve tutuklandı. 1940’ta da Yugoslavya Komünist Partisi’ne katıldı. 1941’de Naziler Yugoslavya’yı işgal ettiğinde Valjevo şehrindeki partizan müfrezesinin Kolubara birliklerine katıldı. Daha sonra da iyi bir savaşçı olarak Valjevo’daki Tamnavsko-Kolubarski taburunun komutanı olarak yükseldi.
24 Aralık’ta, yoğun kar yağışı altında geçen çatışmadan sonra, göz gözü görmezken iki yoldaşıyla birlikte Alman işbirlikçisi Çetnik çetelerinin eline geçti. Çetnikler, ilk başta, yakaladıklarından hangisinin Stjepan olduğunu bilmiyorlardı. İşkenceciler, donarak ölmek üzere olan başka bir yoldaşına yönelince Stjepan, “Çocuğu bırak, ben oyum!” dedi. Böylece elleri kollarını bağlanıp Belgrad’daki Gestapo karargâhına teslim edildi. Orada da ağır işkencelerden geçirildi, tırnakları tek tek söküldü ama yoldaşlarına ihanet etmedi. Sonunda, sorgudan bir şey elde edemeyince gösterişli bir idam tasarlayan Almanlar onu Valjevo’ya götürdüler. Ama orada da umdukları olmadı.
Tek bir karenin önemi
Elbette, faşistler tarafından öldürülen tek kişi Stjepan Filipović değildi, kahramanca davranan tek kişi de o değildi. Valjevo’daki o uğursuz günün bir başka kahramanı daha vardı: Slobodanka Vasić!
O günlerde 17 yaşında bir genç kadın olan Slobodanka, Valjevo’da “Foto Kosare” fotoğraf stüdyosunda çalışıyordu. Yıllar sonra, 1983’te şöyle anlatıyordu o günü Slobodanka: “Stjepan Filipović’in asılmasından bir gece önce dükkâna tanımadığım bir çocuk geldi ve bana üstünde ‘Yarın Stevan Filipović’in idamını çekmek için gel. Selamlar’ yazılı buruşuk bir kâğıt parçası verdi.” Slobodanka, ertesi gün oradaydı. “Steva elleri bağlı olarak dışarı çıkarıldı. Başını gururla kaldırarak yürüdü. Muhafızlar eşliğinde, onu insanların çoktan toplandığı pazara götürdüler. Deklanşöre tıkladım. Sehpaya çıkarıldığında ise 4-5 metre kadar yaklaştım ve yaklaşık 10 poz çektim.”
Stjepan’ın ellerini havaya kaldırarak slogan attığı fotoğraf böyle çekildi. Almanlar normalde bu tür şeyleri önemsemezlerdi ama caddenin karşısındaki Alman komutanlığı, bir şeyler döndüğünü anlayınca o gece stüdyoyu bastı ve tüm fotoğraf filmlerine el koydu. Slobodanka, iki hafta boyunca sorgulandı ama partizanlarla ilişkisini ısrarla reddetti. Ama bu arada, fotoğrafın bir kopyasını partizan direnişi için çalışan Alman asıllı Doktor Branko Kesler’e ulaştırmanın bir yolunu bulmuştu.
Böylece fotoğraf, bugüne kadar uzanan 80 yıllık macerasına başlamış oldu.
‘Kızıl Işık’ savaşçıları
Ama aslında bu tekil bir olay değildi. Partizan fotoğrafçılığı, yaygın adıyla “Kızıl Işık” çalışması, savaş boyunca oldukça yaygındı. Partizan fotoğrafçıları, maddi ve teknik imkânsızlıklara rağmen, Nazilerin propaganda birimleriyle (Propagandakompanien der Wehrmacht) baş etmesini öğrendiler. Hareketin bir parçası olan eğitimli fotoğrafçıların yanı sıra, savaşan partizanlar da kamera kullanma konusunda eğitildi. Doğal olarak onlardan geriye tam bir arşiv kalmadı; her zaman negatiflerin (ve kendilerinin!) yok edilmesi tehdidiyle karşı karşıyaydılar, çoğu kez de öyle oldu.
Yine de Stjepan Filipović’in fotoğrafı gibi bazıları tarihin tanığı olarak bugüne kadar ulaşabildiler. Şimdi BM binasının önünde o fotoğraftan üretilmiş bir heykel duruyor. Memleketindeki heykeli ise 1991’de neo-nazi vandallar tarafından yıkıldı. Ama Stjepan’ın yumruğu ve Slobodanka’nın deklanşörü, yine de bir direniş biçimi olarak yaşıyor.