Mayıs seçimlerinde ülkede yaşanan ekonomik, siyasal ve sosyal çöküntüye rağmen iktidarı değiştiremeyen muhalefet partileri, kendi içlerinde “değişim” tartışmalarına başladı. Bu tartışmaların en hararetlisi ve kamuoyunun gündemini en çok meşgul edeni de -seçim yenilgisinin baş sorumlusu olarak görülen- ana muhalefet partisi CHP içinde gerçekleşiyor. CHP’de “değişim” tartışmaları; tıpkı seçim sürecinde olduğu gibi toplumun içine sürüklendiği sefaleti umursanmayan, deve kuşu misali başını kuma gömen kadrolar tarafından yürütülüyor. Dolayısıyla sözü edilen “değişim” toplumun sorunlarını çözmeyi amaçlamak yerine koltuk paylaşımını esas alan bir perspektiften öte geçemiyor.
Değişim tartışmalarını daha çok kendi içinde yürüten CHP dışındaki muhalefet partilerinde de durum pek farklı değil. Zira onlar da toplumun giderek daha geniş kesiminin beslenmeden barınmaya en temel ihtiyaçlardan bile yoksun hale gelmesini -neredeyse- hiç dert edinmeden, kendilerini toplumdan soyutlayarak kapalı devre bir “değişim” tartışması içerisine girmeyi tercih ediyor.
Oysa sadece Türkiye’de değil tüm kapitalist dünyada “1970’lerde neoliberal politikalarla başlayan, Doğu Bloku’nun dağılmasıyla güçlenen, geniş halk kitlelerinin sosyal ve siyasal kazanımları yitirmelerine ve sefalete sürüklenmelerine neden olan süreç” artık kabul edilemez bir noktaya geldi. Gelinen bu noktada, insanlığın ve yerkürenin geleceği açısından kaçınılmaz hale gelen değişim ihtiyacının, sadece siyasi iktidarların değiştirilmesi ya da seçim başarısızlıkları üzerine kadroların revize edilmesiyle sınırlı kalmasının yeterli olmayacağı aşikârdır. Sömürünün, doğa talanının, insanlık dramına dönüşen savaşların durdurulabilmesi, kısacası dünyanın barbarlığa teslim olmaması için 19. yüzyılın ortalarında başlayan büyük “değişim” dinamiğinin -sosyalist devrim sürecinin- kaldığı yerden devam etmesinden başka çare kalmamıştır.
Sol, sosyalizm gibi kavramların içini boşaltarak, bir slogan haline dönüştürmek yerine, topluma “bunların, insanı ve doğayı acımasızca yok eden kapitalist düzenden kurtaracağının; sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız bir dünya özlemiyle kurulabilecek yeni bir toplumsal düzeni ifade ettiğinin” anlatılması gerekiyor. Kapitalizmi bugüne kadar tüm yönleriyle en isabetli biçimde analiz eden Marks ve Engels’in insanlığa armağanı olan “bilimsel sosyalizm”, emek ve sermayeden oluşan sınıflı düzenin ancak emekçi sınıfın mücadelesiyle yıkılabileceğini göstermektedir. Emekçilerin mücadelesiyle üretim araçlarının el değiştirmesine ve sermaye sahibinin üretim sürecinden başlayarak, tüm toplumsal düzeni belirleyen hegamonyasına son verebileceği için sosyalizm, kapitalist düzene alternatif olabilecek tek sistemdir. Kapitalist sistemde sosyalizmi hedeflemeyen “değişim”in değiştirebileceği bir şey yoktur!
AKP’nin 21 yıllık iktidarının sonunda ülkeyi ve toplumu içine düşürdüğü bataklık, sadakatle uyguladığı kapitalizmin -dönemsel sömürü biçimi olan neoliberalizmin- 50 yıllık uygulamalarının ülkeyi getirdiği yerdir aynı zamanda. Dolayısıyla Mayıs seçimlerinde muhalefetin yaptığı gibi değişimin sadece AKP’yi iktidardan düşürmeyi ya da onun inşa ettiği otokratik rejimi değiştirmeyi hedeflemesinin, tüm toplumu saracak sınıfsız sömürüsüz bir yaşam inşa etme niyetinde bir karşılığı da anlamı da yoktur ve bu anlayışla gidilen seçimlerde alınan başarısızlık şaşırtıcı olmamıştır.
CHP ile birlikte HDP/Yeşil ve Sol Parti’nin de içinde yer aldığı muhalefetin Türkiye’nin ve Türkiye halklarının geleceğinde söz sahibi olabilmeleri için -bugünlerde dillerden düşmeyen- “değişim”i bu çerçevede ele almaları gerekir.
Muhalefet partilerinin, AKP’nin toplumu sefalete sürükleyen sömürü politikalarını ideolojik olarak değerlendirmeden ve buna karşı toplumun sorunlarını çözecek bir alternatifi ortaya koyan bir duruş sergilemeden, sadece yönetici kadrolarını değiştirerek ya da bir takım revizyonist programlarla ne kendilerini ne de ülkeyi değiştirebilmeleri mümkün değildir.
Sözün özü: Sınıflı toplumda “değişim”, sınıflar arasında tarafını belli etmek ve tarafında olduğun sınıfın gücünü tahkim ederek onları mücadeleye katmakla mümkün olabilir. Egemen ideolojiyi savunarak ve onun üzerinde bir takım dönüşüm, revizyon vb. adımlar atarak muhalefet yaptığını zannedenlerin “değişim”i, kendilerini ve toplumu kandırmanın ötesinde bir anlam taşımaz!