Seçimlerin ardından partiler özeleştirilerini de içeren seçim sonuç bildirgeleri yayınladılar. Eksiklikler, sorunlar ve geleceğe yönelik perspektifler masaya yatırıldı.
Gelinen noktada gelişmeler yeniden yapılanma konusunda değişim sinyali veriyor.
Bu durumda değişimin anlam kazanması için; köklü olması, örgütsel işleyişi, siyaset yapma biçimini ve yeniden yapılanma gibi alanları da kapsıyor olması gerekir.
Değişimden korkmamak gerekir. Önemli olan değişimden ne anladığımız. Bu kavram üzerine konuşalım istedim.
Doğa, insan ve toplum sürekli bir değişim içindedir. Beylik sözlerle söylersek; “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” Değişmek kavramına yüklediğimiz negatif anlamlardan dolayı değişimi pek kabul etmeyiz. Birçoğumuz değişmeyi ve gelişmeyi armutların elmalaşması olarak algılarız. Oysa değişim bir şeyin kendi içindeki başkalaşmasıdır. Bir çiçeğin tomurcuk halinden çiçeğe durmasına geçen süreç gibidir.
Sorun biraz da değişimin düşünsel süreçlerde pek hızlı ve gözle görülür sıçramalar yaptığını gözlemleyemeyişimizden kaynaklanmaktadır. Değişimin doğada gözlemlenmesi çok kolaydır.
Aynı kolaylığı insan ve toplum yaşamında göremeyiz. Ancak bu konuda en büyük zorluk insanın düşüncesinin değiştiğini kabul etmesinin önündeki “ahlaki” engeldir. Bir insanın gördüğü yanlıştan vazgeçmesi ve donanımlı bir bakış ve bilinçle yeniden gözden geçirmesi ve bunu savunması nedense pek kabul görmez.
İnsanlık tarihinin her açıdan birçok gelişmenin de tarihi olduğunu söylemek sanırım pek abartılı olmaz. Mağaralardan en gelişkin konutlara, kağnılardan saatte bilmem kaç kilometre sürat yapan uçak ve uzay gemilerine kadar her alanda bir değişim ve gelişim söz konusu iken; bunu insanın düşüncesine yansımasını görmezden gelemeyiz. Bilim ve teknik değiştikçe insanın düşüncesi de değişti. Koşullar değişince buna uygun olarak insanın bu koşullara ayak uydurması gerekecektir. Burada konu etmeye çalıştığımız değişim kimi zaman yozlaşma, çürüme, yabancılaşma gibi negatif anlamlar da içerir. Bunu da gözden kaçırmamak gerekir.
Eski çağlarda yaşayan atalarımız sözgelimi modern matematiğe hiç gerek duymadılar. Konuşmak ve anlaşmak için çok geniş bir sözcük dağarcıkları olması da gerekmiyordu. Bugün geçmişe göre daha soyut kavramlarla konuşmak, daha karmaşık problemleri çözmek zorundayız.
İnsan tarih içinde değişti ve bu değişim durmaksızın devam ediyor. Değiştirmek, değişmeyi, gelişmeyi de zorunlu kılar. Bunu bilince çıkarıp hayata süremediğimiz sürece zamandan ve kendinden bihaber yorgun düşçüler oluruz. Bu da ön sevişme bilmeyen bir hayatı uyarmaya benzer.
Sıkıntı biyolojik ve fiziksel değişmede değil aslında. İnsanın sıkıntısı daha çok düşünsel düzlemdeki değişmeden kaynaklanıyor.
Bir insan onsekiz yaşında nasıl düşünüyorsa yetmiş yaşında da aynı şekilde, aynı boyutta düşünsün istiyoruz. Bunun insan doğasına ters olduğunu bilsek de sindirip içselleştiremiyoruz.
Değişim her zaman olumlu yönüyle algılanmıyor. Birisine “sen bayağı değiştin” derken çoğu kez bir olumsuzluğu ifade ederiz. Kimse de değiştiğini kabul etmez. “Hayır ben değişmedim, sana öyle geliyor” der, değişmediğini vurgulamaya çalışır.
İnsan doğaya müdahale ederek doğadaki değişim süreçlerini geciktirebilir ama engelleyemez. Bu durum, düşünsel süreçler için de aynıdır. Düşünce alanları daha çok iradi etkilere açık olsa da yine sadece bir gecikme ile sınırlı kalır. Hepten bir engelleme söz konusu olamaz. Yani olan ve olacak olan sadece bir gecikmeden ibarettir.
Gelinen noktada, kendisine yöneltilen eleştiri ve taleplere cevap verebilme adına partiler de değişimden etkilenmekte ve performanslarını artırmayı hedefleyen stratejiler hayata geçirmek istemektedir.
Geçmişin değerleri ve metotlar yetersiz kaldığında, yeni değerler yaratmak, hayatın tıkandığı noktalarda yeni yöntemler geliştirmek gerekir.
Görünen o ki bugün artık hayat bizden yeni tanımlar, anlamlar, yeni roller ve hamleler bekliyor.