Uluslararası para kurumları,Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde sürecin bedelinin çok daha ağır olacağı öngörülüyor
Dünya ekonomisi salgın koşullarından etkilenmeye devam ederken, özellikle gelişmekte olan ülkelerde ise piyasalarda özel sektör borç yükü, sürdürülmesi giderek zorlaşan bir düzeye ulaşmış durumda. Türkiye de salgında ikinci ayı geride bırakırken, işsizlik ve yoksulluk da giderek derinleşiyor. Yaşanan süreci değerlendiren Almanya’nın Kassel Üniversitesi’nden iktisatçı Dr. Gaye Yılmaz, Türkiye için krizin bedelinin ağır olacağını vurguladı.
‘Değişim değil kullanım değeri’
Yaşanmakta olan krizin ve salgının yol açtığı sosyo-ekonomik yıkımın yalnızca 2008 gibi geçmişteki bütün krizlerden daha ağır bir yere evrildiğini belirten Yılmaz, birçok ülkede sadece temel hizmet üreten alanların açık tutulduğunu belirterek, “Bu duruma Marks’ın emek değerteorisi ışığında getirilmesi gereken yorum ancak şöyle olabilir: Toplumlar ve insanlık için vazgeçilmez olan değişim değerleri değil kullanım değerlerinin üretimidir” dedi. Salgından kaynaklı ekonomik çöküşün emekçileriçin iki yönlü olduğunu belirten Yılmaz, merkez ülkelerin evde kendini izole etmek zorunda bırakılan işçi ve emekçilere yaşamlarını sürdürmeye yetecek gelir desteği güvencesi sağladığını, çevre ülkelerde ise emekçi sınıfların deyim yerindeyse kaderleriyle baş başa bırakıldığına işaret etti. Ancak merkez ve çevre ülkelerde emek açısından değişmeyen bir durumun gıda, ilaç, sağlık hizmeti ve sağlık malzemesi vb. en temel ihtiyaçların üretiminde çalışan işçiler olduğuna vurgu yapan Yılmaz, bu kesimin de en çok virüs bulaşan ve hayatını kaybeden kesim olduğunu belirtti.
Türkiye daha farklı
Emekçilerin birçok yönden mağdur olduğuna işaret eden Yılmaz, bir yandan evde kalan, bir yandan üretim dışına itilen alanlar, iflas edenler ve üretime devam ettirilen yerlerde işçilerin ölüm ve salgına yakalandığına vurgu yaparak tüm bu süreç ile piyasa fiyatlarının da arttığı ve emekçilerin daha çok mağdur edildiğinin altını çizdi. Türkiye’nin diğer ülkelerden farklı olarak üretime hiç ara vermediğini belirten Yılmaz, “Türkiye’de yalnızca turizm, eğlence, kafe ve restoranlar kapatıldı, bunların dışında kalan bütün sektörlerde ise üretime devam edildi, ediliyor. Dolayısıyla, bu konuda istatistikler yapılmasa da Türkiye’de virüsten en fazla etkilenenlerin genel olarak işçi sınıfı ve aileleri olduğu tespitini yapmak zor değil” dedi.
Salgının özellikle gelişmekte olan ülkelerde (GOÜ) ikili bir krize evrildiğini vurgulayan Yılmaz, bunu ise şöyle açıkladı: “Çünkü GOÜ ekonomileri: sermaye birikiminin yetersizliği, devlet bütçelerinin zayıflığı, iktisadi kalkınmanın daha çok ithalata bağımlı oluşu ve dolayısıyla döviz girdisine duyulan ihtiyacın yakıcı bir şekilde hissedilmesi gibi her krizin kısa sürede finans alanına da sıçradığı ortak özellikler gösteriyor. Türkiye’de döviz rezervlerinin eridiği, bütçe açığının bir önceki yıla oranla bile geometrik olarak arttığı, dış kredi kaynaklarının hem çok pahalı hem de ülkedeki politik istikrarsızlık ve mevcut hukuksal açıklar dolayısıyla neredeyse erişilemez olduğu biliniyor. Zira üretimin artmadığı bir ortamda piyasaya karşılıksız para sürmek, var olan bütün mal ve hizmetlerin daha fazla miktarlarda para değerlerinde temsil edileceği anlamına gelir ki bu da enflasyon demektir.” İktidarın diğer ülkeler ile yapmak istediği swap anlaşmalarına değinen Yılmaz, pek çok finansal araç kullanılarak swap yapmanın mümkün olabileceğini söyleyerek, “Fakat bunu yaparken iki tarafın geleceğe dönük beklentileriyle ilgili belli koşulların oluşmuş olması gerekir” dedi.
Uluslararası Merkez Bankaları’nın Türkiye ile swap anlaşması yapmamalarının asıl nedeninin ise sözleşmenin bir tarafının TL’ye, yani hızla değersizleşen bir para birimine bağlı olması ile açıklayan Yılmaz, “TL’nin değersizleşmesinin geri planında iktisadi, siyasi ve hukuksal belirsizlikler var” dedi.
Dayanışma artabilir
MİSÜAD’ın “çalışma kampları” projesine de değinen Yılmaz, bu komplekslerde virüs alarmı verildiği anda tam izolasyona geçileceği ve işçilerin aileleriyle birlikte yaşayacağı alanların, okulların vb. altyapı tesislerinin de olduğunu aktararak şöyle konuştu: “Emekçileri toplumdan tamamen yalıtan, virüsten koruyacağım iddiasıyla yalnızlaştıran ama gerçekte sadece üretimi hiç kesintiye uğratmadan devam ettirmeyi hedefleyen bu üretim alanlarının bir adım sonrası toplama kampları. Fakat aynı süreç, çalışanı, işsizi, güvencesizi bir araya getirme, yeni dayanışma çemberleri oluşturma olasılıklarını da barındırıyor” dedi.
Habibe Eren / Ankara- Jınnews