DEDAŞ’ın neden olduğu susuzluk ve elektrik kesintileri ile ilgili HDP Milletvekili Rıdvan Turan ile konuştuk: ‘Sömürgeci politikaları bundan daha iyi resmedebilecek hiçbir şey yok galiba’
Yusuf Gürsucu
Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş.’yi garip bir ihale ile 387 milyon dolara satın alan Eksim Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Tivnikli, bu satışta elini cebine sokmamıştı. Krediyi aldığı Kuveyt Türk Bankası’nın da yönetim kurulu başkan yardımcısı olması nedeniyle kredinin usulsüz olduğu yönünde iddialar gündeme gelmişti. Diyarbakır, Urfa, Batman, Mardin, Siirt ve Şırnak illerinde elektrik satışı yapan DEDAŞ bölgede adeta bir başkesen konumunda. Kaçak elektrik kullanıldığı iddia edilen halkın tam bir soyguna tabii tutulduğunu gösteren uygulama ve iddialar gündemde yerini korurken halkın suya erişimi neredeyse imkansız hale geldi. Onlarca barajın inşa edildiği bölgede sulama kanallarının büyük çoğunluğu inşa edilmedi ve halk DEDAŞ’a mahkum edildi. Tüm bu sorunları HDP Mersin Milletvekili ve Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Rıdvan Turan ile görüştük. Turan, konuyu yakından takip eden ve arka planına vakıf isimlerden biri…
- DEDAŞ’ın enerji satışı yaptığı illerde 10’larca baraj inşa edilmesine karşın çiftçiye suyun ulaştırılmamasının nedeni ne olabilir?
Sömürgeci politikaları bundan daha iyi resmedebilecek hiçbir şey yok galiba. Suyun da, bu sudan üretilen elektriğin de kaynağı Kürdistan coğrafyası. Ancak yerli halkın bunlara ulaşabilmesinin önünde çok ciddi engeller var. Bu engeller hem ekonomik hem de politik engeller. Lafı geldiğinde bölgede çok kayıp ve kaçak var deniliyor. Aslında insanlar bir bakıma hırsız ilan edilmek isteniyor. Peki bunu diyenler hiç düşünmezler mi suyun, elektriğin kendi topraklarından çıkan insanlardan bunların esirgenmesi hangi akla hizmet oluyor. Sömürgeci politikalar tüm yeraltı ve yerüstü varlıklar üzerinde denetim ve yönetim hakkı elde etmişler. Nasıl olmuş bu, esasen zorla! Elde edilen tekelin adil paylaşımı söz konusu olabilmiş mi? Hayır. Burnunun dibindeki sudan ve elektrikten o insanların neden faydalandırılmadıklarının hiçbir akli izahı olamaz.
- Atatürk barajı yapıldığında tarım üretimi miktarı çok artacak, ekilmeyen arazi kalmayacak iddiaları yapılmıştı. Ancak örneğin Urfa Bozova baraja 20-30 km uzaklıkta olmasına karşın su hala ulaştırılmış değil. Su, bölge halkına karşı bir silah olarak mı kullanılıyor, eğer kullanılıyorsa amaçları ne olabilir?
GAP projesinin bitirilmemesi, biten kısımlarının çözümden çok sorun üretmekte olması sulama sıkıntılarıyla da kendini gösteriyor. İktidara muhalif olan bölgelere sulama kanallarının bir türlü gelememiş olması bunun bir tesadüf olmadığını kanıtlıyor. Diğer yandan bazı yerlerin sulanırken bazı yerlerin sulanmaması toplumsal eşitsizliği ve sınıfsal çelişkileri derinleştiriyor. Bunun böyle olduğunu çok iyi biliyoruz. Elimizde net rakamlar olmamakla birlikte alan çalışmalarından su adaletsizliğinin nelere sebep olduğunu tespit edebiliyoruz. Sulama yapılan yerlerdeki yanlış sulama biçimleri toprağın hızla tuzlanarak çoraklaşmasına sebep oluyor.
- Ilısu Barajı ile 12 bin yıllık tarihi alan yok edildi ve beraberinde binlerce hektar tarım arazisi sular altında kaldı. Bu barajla bölgede yüzbinlerce dekar arazi sulanacağı iddia ediliyor. Bu açıklamayı nasıl yorumluyorsunuz?
Ne kadarının sulanacağını bilemiyorum, bu konuyu gerekli yerlere sorduk. Ancak genel olarak söylemek gerekirse büyük kamu yatırımları ekonomik olduğu kadar politik işlerdir de. Devlet bu vasıtalarla servet dağıtımı yapar. Türkiye’de kamu ihalelerini beş şirketin alıyor olması bu durumun göstergesidir. Barajların bazı bölgeleri sularken bazı bölgeleri ve bu arada binlerce yıllık tarihi yok etmesi de bu çerçevede değerlendirilebilecek tercihlerdir. Birini var ederken birini yok etmek iktidarın tercihidir. Tabi Ortadoğu açısından da barajların stratejik öneminden bahsedilir hep. Bu hattın altındaki halkları istediğinde susuz bırakacaklarının politik ifadesidir.
- Türkiye’de 92 bin MW’a ulaşan enerji üretim kapasitesi var ve bunun en çok tüketildiği dönemde 1/3’ü ancak kullanılıyor. Durum böyle olunca enerji tükettirmek veya pahalıya enerji satmak işlerine geliyor olabilir. Ayrıca kapasite bedeli adı altında şirketlere her ay 250 milyon civarı üretmedikleri enerji bedelinin ödeniyor olmasını nasıl yorumlarsınız?
Türkiye’nin elektrik enerjisi açığı yok. Sağa sola baraj yapmak, termik santraller yapmak esasen tercih meselesi. Enerji lobileri ve onların iktidardaki işbirlikçileri öyle uygun görüyor. Elektrik açığı olmadığı halde, Çanakkale gibi doğal güzellikleri olan, Çukurova gibi tarım potansiyeli olan bölgelere onlarca termik santral yapmak, birbiri ardına nükleer planlamaları yapmak nasıl izah edilebilir. Bu sermaye birikiminin bir yöntemi, büyük inşaatlar iktidarın varlık temeli. İktidar bunları destekleyerek kendi varlığının iktisadi temellerini sağlamlaştırdığını düşünüyor. Devlet, bu şirketlere ayrıcalıklar tanıyor, yeni imkanlar ve devlet desteklerinin kapılarını sonuna kadar açıyor. Mesela DEDAŞ en çok teşvikten yararlanan firmalardan biridir. İktidar yalnızca DEDAŞ’ın cebine para koymuyor aynı zamanda halkın da cebini DEDAŞ’a açıyor. DEDAŞ’ın bölgede yaptığı haksızlıklar, hukuksuzluklar hep kanuni güvence altında. Mesela vatandaş DEDAŞ’ın yaptığı kesintiler, hizmet kalitesizliği gibi konularda sözleşme gereği hak talep edemiyor. Bu ve bunun gibi birçok sorun var. Devlet özelleştirme politikasıyla başlattığı sermayeye kaynak aktarma sürecini, firmaların haksız kazanç elde etmesini destekleyerek devam ettiriyor. Hatta sulama kanallarının yapılmayışı bile DEDAŞ’a kaynak aktarmanın bir biçimi olarak ortaya çıkıyor kanımca.
- Türkiye’nin hiçbir yerinde bu boyutta sorun yaşanmazken, bölgede yaşanıyor olması iktidarın Kürt karşıtı politikalarıyla bir ilişkisi var mı? Varsa bundan neyi amaçlıyor olabilirler?
Öyle de denilebilir ancak başta da belirttiğim gibi bu sömürge politikası. Sömürgeci politika tüm yeraltı, yerüstü varlığına dilediği gibi el koymakla kalmıyor, insani potansiyeli de yönetmek istiyor. Mesele böyle olunca, Kürt illerine has bir kamu yönetimi, güvenlik, hukuk anlayışı gündeme geliyor. Enerji şirketlerinin esin aldığı temel de bu. Cezasızlık, sorumsuzluk bu sebeple ortaya çıkıyor. Bunun aktüel söylemi Kürt düşmanlığı geri planındaki politik esas ise sömürgeciliktir.
- Su yaşamın en temel elementlerinden biri ve böyle yaşamsal bir elementin ticarileşmesi kabul edilebilir mi? Endüstri (tarım, sanayi vd.) amaçlı kullanılmayan, geçimlik tarım üretiminde ve evlerde kullanılan suların ücretsiz olması gerektiği savunuluyor. Sizin yorumunuz nedir?
HDP tarım programında suda her varlığın hak sahibi olduğu bu sebeple de ticarileştirilemeyeceği yazılı. Yine geçimlik tarımda suyun ücretsiz olması, belli bir metreküpe kadar evlerde suyun ücretsiz olması programımızda yazılı. Su hakkı mücadelesi politiktir. Suya şirketlerin el koyması kabul edilemez. HDP’nin bu mücadelenin önemli bir bileşeni olduğu da muhakkak.
- HDP’nin hazırladığı son rapor DEDAŞ’ın ne yaptığını, yapmaya çalıştığını tartışmaya açtı. Halkın DEDAŞ’a ve dolayısıyla susuzluğa karşı yürüttüğü mücadeleye HDP’nin önderlik etmesi gerektiği yönünde uyarılar var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Zaten böyle oluyor. Son raporumuz bütün gerçekliği ortaya koydu. Herkesin bu raporu okuması gerekli. Bu rapor uzunca bir süredeki alan çalışmalarımız ve yoğunlaşmalarımızın sonucudur. Kamuoyunda da oldukça ilgiyle karşılanmıştır.