14 Mayıs seçiminden sonra demokratik siyaset alanında başlayan yeniden yapılanma sürecinin hızlanan DBP çalışmalarıyla devam ettiği görülüyor. DBP’nin yeniden yapılanma süreci kapsamında ele alınması ve misyonu çerçevesinde örgütlü bir yapıya kavuşturulma çabası, yeniden yapılanma sürecinin tek bir boyutla sınırlı olmadığını, geniş bir planlamaya sahip olduğunu ve bunun şimdilik DBP’nin ele alınmasıyla sürdürüldüğünü ortaya koymaktadır. Eğer şimdiye kadar yapılanlardan doğru bir çıkarım yapmışsak, bunun pek doğru ve gerekli bir yaklaşım olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü demokratik siyaset alanı artık bir sisteme sahiptir. HDP de bu sistemin bir parçasıdır. Sadece HDP üzerinde durulması, HDP’nin güçlendirilmesi veya iyi çalışır hale getirilmesiyle istenen sonuçlar alınamaz. Belki eskiden olsaydı bu mümkün olurdu. Eskiden de demokratik siyaset anlayışı vardı. Fakat şimdiki gibi bir sistem yoktu. Demokratik siyaset gücünü demokratik halk hareketinden alan, legal zeminde örgütlenen siyasi partiden oluşurdu. Eğer siyasi partiyi geriye çeken iç sorunlar aşılmışsa, bu, kendisinden bekleneni yerine getirmiş anlamına geliyordu. Başarılı olmasının kıstası buydu. Fakat şimdi durum çok farklıdır.
Çok özetle bunu dile getirirsek; çağımızın değişen koşulları toplumsal mücadeleyi ve çalışmaları başat duruma getirmiştir. Bunu görenler, doğru okuyanlar gereken değişimleri yaşayarak yeni mücadele ve örgütlenme yöntemlerini geliştirebilmişlerdir. Avucumuzun içinde duran yeni paradigma bu doğru okumanın ve değişimin bir sonucudur. Bunu yapamayanlar, sınıflı ve devletçi uygarlıkla olan ideolojik kopuşu daha da derinleştiremeyenler ve bunun gerektirdiği yeni örgütlenme ve mücadele yöntemlerini geliştiremeyenler etkinliklerini yitirmişlerdir. Birçok hakikati dile getirmeleri ve savunmaları pahasına böyle olmuşlardır. 19. yüzyılda Marks ve Engels sosyalist ideolojiyi geliştirerek egemen ideolojiden önemli bir kopuşu sağlamışlardır. Bu ideolojiye dayanarak dünya genelinde devrimler yapılmış, ezilen sınıfların ve halkların kurtuluşu namına çok büyük gelişmeler yaşanmıştır. Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan’da da bu ideolojiye ve onun paradigmasına dayanarak önemli gelişmeler yaşanmıştır.
Örneğin Filistin halkının soykırıma karşı direnme bilincini ve iradesini edinmesi sosyalist ideolojinin bir sonucudur. Buna dayanarak Filistin halkı işgal ve soykırıma karşı mücadele etmiş ve varlığını yeniden ortaya koymayı başarmıştır. Türkiye’de de gerçek bilinçlenme, aydınlanma ve gelişme sosyalizm mücadelesiyle olmuştur. 1970’lerde Deniz, Mahir, İbrahimlerin mücadelesi bunun doruğunu ve kalıcılaşmasını ifade etmektedir. Şüphesiz en büyük gelişmeyi yaşayanlardan biri de Kürt halkı olmuştur. Çünkü Kürtler sadece ezilen bir halk derekesine düşürülmemiş, kendisine yok olma dayatılmış. Kürtler sosyalizmin ezilen halkların kurtuluşu fikrine tutunarak yok olmaktan kurtulmuşlardır. Kürt diriliş devrimi sosyalizm ideolojisi ve paradigmasıyla olmuştur. Bu açıdan bu süreç Kürt halkı açısından çok büyük bir anlama sahiptir.
Sosyalist paradigmanın bütünlüklü gerçekleşmesini Sovyetler ifade etmekteydi. Sovyetlerin dağılması bu paradigmanın yetersizliğinin işareti ve sonucuydu. Bu paradigmayla önemli gelişmeler kaydedilmekle birlikte sömürüyü aşacak bir sonucun ortaya çıkması sağlanamadı. Bu durum egemen sistem ideolojisinden ve paradigmasından daha fazla kopuş olması gerektiğini ortaya koydu. Ekolojiye ve kadın özgürlüğüne dayalı devlet dışı sosyalizm anlayışı işte bu yeni arayışın ve sağlanan kopuşun sonucu olarak ortaya çıktı. Bu paradigmaya göre sosyalizm, yani toplumcu yaşam, devlet ve iktidar araçlarıyla değil, demokratik halk sisteminin geliştirilmesiyle olabilir. Bu kavrayış ve tutum mücadele biçimini ve araçlarını değiştirmeyi gerektirdi ve böylece yeni mücadele biçimi ve araçları ortaya çıktı. Eskiden devleti yıkarak ve ele geçirilen iktidar erkine dayanarak ezen ulus ve sınıfların egemenliğini ortadan kaldırmaya dayalı bir mücadele anlayışı vardı. Buna devrim deniliyordu. Fakat bunlar gerçekleşmesine rağmen beklenen dönüşüm, değişim ve gelişme yaratılamadı. Yani insanlığın eşitlik, özgürlük ve demokrasi beklentisi gerçekleşmedi. Sömürü yeni biçimler altında devam etti.
Böyle olmasının temel nedeni devlet ve iktidar araçlarına başvurulmasıydı. Bu araçlar eliyle değişim, dönüşüm ve gelişme yukarıdan uygulanan baskıyla gerçekleştirilmek istendi. Fakat bu olamadığı gibi, bu yöntem beraberinde yeni sorunlar getirdi. Bu araçlara sahip olan herkes bozuldu. Özgürlükçü olmaktan çıktı. Sonuçta bu anlayışla inşa edilen sistemler çözülüp dağıldılar. Şimdi örgütlü demokratik topluma dayalı bir mücadele anlayışı vardır. Bu anlayışın öznesi toplum ve halktır. Artık günümüzde, devrim, halkın demokratik sisteminin inşası anlamına gelmektedir. Buna göre ne zamanki böyle bir inşa gerçekleşti, o vakit devrim de gerçekleşmiş olur. Ya da demokratik inşa ne kadar gelişirse, devrim de o kadar yapılmış olur.
Yeni mücadele döneminin öznesi toplumdur. Dolayısıyla inşası yapılacak sistem topluma dayalıdır. Bu, demokratik toplum sisteminin kurulması demektir. Demokratik siyaset de artık böyle bir anlayışın, demokratik halk hareketinin ve demokratik inşa çalışmalarının bir parçası olarak vardır. Bunsuz bir demokratik siyaset artık olamaz. Demokratik halk mücadelesinin ve sisteminin dışında bir demokratik siyaset alanı var olamaz. Zaten yeni dönemde demokratik siyaset alanı bu anlayışa göre yapılanmıştır. Şimdi sözü edilen ve aşılmaya çalışılan eksik ve yanlışlıklar bundan uzaklaşmanın sonucunda ortaya çıkmışlardır. Dolayısıyla demokratik siyasetin gündeminde bundan dönüş söz konusu değildir. Böyle bir tartışma ve gündem yoktur. Olursa yanlış olur zaten.
Bazıları öze dönüş adı altında demokratik siyaseti geriye götürmeyi, böyle bir gündem ve tartışma ortamını yaratmayı arzuluyor. Bunlar Kürtler kendi mahallelerine dönsün, kendi partilerini kursun, HDP bir Kürt partisi olarak bundan sonra yola devam etsin diyor. Bu yanlış bir yaklaşım ve tartışmadır. Kürtler bununla yeni gelişmeler sağlayamaz. Kürtlerin mücadelesi çok gelişti. Şimdi Ortadoğu’daki gelişmelere öncülük eden bir konumdadır. Dünyada demokrasi ve özgürlük arayışında olan tüm kesimler Kürtlerin mücadelesinden, ekolojiye ve kadın özgürlüğüne dayalı devlet dışı sosyalizm anlayışından etkilenmektedir. Tüm bunlar demokratik zihniyet ve anlayışla olmuştur. Artık günümüzde gelişmenin ve sorunları çözmenin yegane yolu demokratikleşmedir. Bu, dünyanın her yerinde geçerlidir. Demokratikleşme dışında hiçbir sorunun çözümü mümkün olamamaktadır. İsrail-Filistin sorununda da bunu anlamak mümkün ve önemlidir. Bu sorunun çözümü Filistin ve İsrail halklarının demokratik ittifakı ve ortak mücadelesiyle olabilir. Kürt sorunun çözümü de ancak demokratikleşmeyle olabilir. Türkiye demokratikleştikçe Kürt sorunu da çözülebilir. Aynı durum diğer Kürdistan parçaları açısından da geçerlidir. İran’da, Suriye’de de böyledir. Bu bölge halklarıyla kurulacak ortak örgütlenme ve mücadeleyle olabilir.
Bölge halkları da ancak Kürtlerle geliştirecekleri ortak mücadeleyle kendi sorunlarını çözebilir, demokrasi ve özgürlük istemlerini gerçekleştirebilirler. Çünkü Ortadoğu’da demokrasinin dinamiği Kürtlerdir. Kürtler olmadan, Kürt sorunu çözülmeden demokratikleşme olamaz. Zaten Kürt sorunu çözülemediğinden, Kürt soykırımına dayalı zihniyet ve siyaset var olduğu için demokratikleşme gerçekleşmiyor. Dolayısıyla söz konusu tartışma Kürtler ve demokratik siyaset açısından geri bir tartışmadır. Öyle görülüyor ki yeniden yapılanma sürecinin kapsamlı olduğu anlaşıldıkça ve bu süreç daha da geliştikçe bu yanlış tartışmaların lüzumsuzluğu da anlaşılmış olacaktır. Yeniden yapılanmayla demokratik halk hareketinin ve demokratik ulusa dayalı yeni yaşam anlayışının örgütlü bir gücü olmak hedefleniyor. Demokratik siyaset alanının tartıştığı ve başarmak istediği budur. HEDEP’in kuruluşuyla sonuçlanan kongreden sonra DBP’nin ele alınması bunu açıkça ortaya koymaktadır.
DBP, demokratik siyasetin ve demokratik toplum sisteminin önemli bir boyutu ve parçasıdır. DBP olmadan demokratik sistem eksik kalır. HDP özünde örgütlü siyasi güçlerin çatı partisiyken, DBP ağırlıklı olarak Kürdistan’da çalışma yapan ve örgütlenen bir partidir. Bu örgütlü gücüyle HDP’nin aktif bir bileşeni konumundadır. HDP, bir anlayışı, demokratik mücadele ve ittifak anlayışını ifade etmektedir. DBP ve diğer bileşenler de örgütlü güçler olmaktadır. Demokratik toplum sistemi bu şekilde tamamlanıyor ve işliyor. Böyle birbirini tamamlayan bir sistem ve işleyiş vardır. Bu Kürtlerde oturmuş, literatüre yerleşmiştir. Kürtlerde HDP’ye Türkiye partisi, DBP’ye de Kürdistan partisi deniliyor. Dolayısıyla Kürtlerde HDP ile DBP’yi karşı karşıya koyan bir yaklaşım hiç yoktur, olmamıştır. Şüphesiz böyle olmasını isteyen yaklaşımlar hiç yoktur veya olmadı demiyorum. Fakat bu da tıpkı diğeri gibi yanlış bir yaklaşım ve tartışmadır. Çalışma derinleştikçe ve güçlü çıkışlar yapıldıkça bu yanlış tartışmanın zemini de ortadan kalkacaktır.
Öte yandan DBP’nin Kürt sorununun varlığı ve demokratik özerklikle yakından ilgisi vardır. Malum, Türkiye’de Kürt sorunu vardır ve bu Türkiye’nin en büyük sorunudur. Bunun için Kürtlerin geliştirdiği ve mücadelesini verdiği demokratik özerklik vardır. DBP aynı zamanda ve esas olarak demokratik özerklik mücadelesini ve özyönetimin geliştirilmesini ifade etmektedir. Bunun mücadelesini vermekte ve bunun olmasını hedeflemektedir. Bu açıdan DBP’nin misyonu ve örgütlü yapısıyla varlığı çok önemlidir. DBP’nin bu doğrultuda yeniden aktif kılınmasıyla güçlü ve doğru bir adımın atılacağı söylenebilir. HDP’ye yönelik saldırılar yoğunlaşınca ve bununla HDP’nin ortadan kaldırılmak istendiği görülünce, DBP, HDP’yi güçlü tutmak adına kendisini biraz sınırladı. Bununla gücünü ve enerjisini HDP’ye daha fazla akıtarak saldırıları karşılamayı, boşa çıkarmayı düşündü. Çünkü katliam ve tutuklamaların yanında yoğun bir ideolojik saldırı da söz konusuydu. Zaten fiziki saldırıların amacı da HDP anlayışının zayıflatılması ve etkisizleştirilmesiydi. Bununla demokratik siyasetin ve demokratik halk hareketinin bitirilmesi amaçlanıyordu. Bunu önlemek açısından atılan adımları yanlış görmemek gerekiyor. Çünkü demokratik siyaset açısından en önemli ve öncelikli olan HDP anlayışının korunmasıydı.
Fakat 2019 yerel seçimlerinden sonra Türkiye’deki siyasi ortam değişti. Bunu sağlayan faşizme karşı verilen devrimci demokratik mücadele ve seçimlerde ortaya konulan taktik yaklaşım olmuştur. Faşizm ve faşist saldırganlık son bulmadı; fakat siyasi ve ideolojik bir başarı elde edildi. Demokratik mücadele ve ittifak tutumunun yenilmeyeceği kanıtlandı. Sadece bunu yapmadı, siyasetin belirleyeni pozisyonunda olduğunu da kanıtladı. Deyim yerindeyse Türkiye’ye bir ayar verdi. Bu süreçle birlikte bugün düşünülen ve tartışılan bazı adımlar atılabilir, bunlar gündeme alınabilirdi. Eğer bu yapılsaydı, toplumun örgütlenmesine ve eyleme geçmesine ağırlık verilseydi, daha fazla gelişme sağlamak mümkün olabilirdi. Fakat bu yapılamadı, var olanla yetinildi. Bunun yol açtığı zararlar oldu. 14 Mayıs seçiminde istenen sonuçların alınamamasının bununla ilgisi vardır.
Bir taraftan HDP’nin bileşenleri olan örgütler eskisi gibi örgütlü olmadığından toplumla olan ilişkiler zayıflarken, diğer taraftan devletin yürüttüğü ve çoğu zaman sözüm ona iktidarın muhalifleri tarafından derinleştirilen karşı faaliyetler böyle bir sonuca yol açmıştır. İktidar, yani AKP-MHP, şöyle bir siyaset, daha doğrusu özel savaş faaliyeti yürüterek HDP’yi ve demokratik siyaseti zayıflatmaya çalıştı. Bir taraftan HDP’nin sadece Kürtlerin yer aldığı bir parti olduğunu söyleyerek ve Kürtleri de kötüleyerek ve terörize ederek Türkiye toplumunun HDP’ye yönelmesini sınırlandırmaya çalıştı. Diğer taraftan da Kürtler içerisinde HDP’nin Kürtlerden ve Kürt sorunundan koptuğu propagandasını yayarak kafaları bulandırmaya çalıştı. Bunları yaparak çok sınırlı da olsa bir sonuç aldığı söylenebilir. AKP-MHP bu propaganda ve özel savaş faaliyetlerini Türkiye’de altılı masa denen muhalefet kesimleriyle, Kürdistan’da ve Kürtlerin içerisinde ise ilkel milliyetçi ve dinci (özünde işbirlikçi ve ihanetçi) kesimlerle yaptı. Eğer bunlar olmasaydı ne Türkiye toplumu ne de Kürt halkı AKP-MHP’nin söylemlerine itibar etmezdi.
Öte yandan HDP ve demokratik siyaset kadroları bunu görüp savuşturabilirdi; fakat yeterince görülememiş veya anlaşılamamış olacak ki bu da yapılamadı. Böyle olunca bunun yol açtığı zararlar oldu. Fakat şimdi yeniden yapılanma süreciyle temelden bir düzeltmeye gidiliyor. DBP’yle bu somutlaştı. Bu durumda HDK ve DTK’nin de yeniden ele alınacağını ileri sürmek yanlış olmaz herhalde. Çünkü demokratik mücadelenin ve demokratik toplum sisteminin dayandığı toplumsal taban HDK ve DTK örgütlemeleridir. İleriki süreçte bunları da görebiliriz. Tüm bunların sonucunda demokratik mücadelenin, bunun en genel örgütlü gücü olan Emek ve Özgürlük İttifakı’nın güçleneceği beklenebilir.