İslam alemi Ramazan ayını yaşıyor. Bir ay oruç tutulacak, sonra da bayram yapılacak. Demek ki, Ramazan ayı bayram yapılacak değerleri taşıyor. Bayram yaratacak duygularla oruç tutuluyor. Bunu sadece bir ibadet olarak görmek eksiklik olur. Ramazan ayında bir kültür yaratılıyor. Nefs terbiye ediliyor. Zekat ve fitreyle dayanışma yapılıyor. Yoksullarla, zorluklar içinde yaşayanlarla empati kurulması sağlanıyor. Bu duygularla tutulan oruç ve gerçekleştirilen bayram güzel toplumsal değerleri içerir, yaratır ve var eder. Toplumlar böyle toplum olur. Toplum olmanın birinci koşulu ise dayanışmadır. Toplumun komşusuyla, hemşerisiyle, çevresiyle dayanışmasıdır. Zaten eskiden toplumlar çok uzak şehirleri, bölgeleri görmezmiş. Bu açıdan dayanışma toplumun birbirine dokunan ve toplum olmasını sağlayan bir rol oynuyormuş.
Dinler ve dinlerin kitapları kime seslenir? Devlete ve yöneticilere seslenmez, onlara seslenişi sınırlıdır. Onlara da kötülük yapmama, eşit ve adil davranma doğrultusunda seslenirler. Çünkü devletler, yöneticiler zulüm yapar, haksızlık yapar. Devletin karakterinin böyle olduğunu en iyi dinler bilir. Topluma seslenmeyi esas aldıklarından devlet karşısında toplum savunucularıdırlar. Tabi devletleşmiş dinlerden; devletleşmiş Hristiyanlık ve İslamiyet’ten söz etmiyoruz.
Dinler toplumcudur. Dinler bu yönüyle önemli toplumsal işlevi olan olgulardır. Dinlerin yazılı ve sözlü tüm materyalleri en başta da toplumu toplum yapan dayanışma üzerinde durur. Dayanışma toplumun birinci hasletidir. Kuran’da, hadislerde, İncil’de, Tevrat’ta, Budizm’de ve dinlerin tüm materyalleri dayanışma ile başlar, dayanışma ile biter. Zaten böyle bir karakteri olmasaydı geniş toplumsal kesimler tarafından benimsenmezlerdi. Alevilik ve Êzidîlik gibi devletleşmemiş, devlet dışı toplum olarak kalmış inançlarda ise dayanışma var olmanın koşuludur. Sadece toplumun değil, bu inançların da var olma koşuludur.
Dayanışma kültürünü çıkarın; bu dinlerden, inançlardan geriye ne kalır? Dayanışma toplumsallıktır. Toplumsallık da adaletle, eşitlikle, vicdanla, ahlakla ayakta kalır. Bunlar da ancak dayanışması güçlü olan toplumlarda var olur. Bireyciliğin olduğu yerde zaten dayanışma olmaz. Nitekim bana ne toplumdan, ben çıkarıma bakarım, anlayışı bireyciliğin temel felsefesidir. Toplumcu olanın dayanışma kültürü olur, dayanışma duygusu olur. Bireyci olanın dayanışma duygusu olmaz. Onun toplum diye bir derdi yoktur. Bunu da esas olarak yaratan kapitalizmdir. Kapitalist de bireycidir. Kapitalistin toplumculuğu olmaz. Sosyal sorumluluk dedikleri ya da şu bu yardımda bulunmaları toplumu ve toplumculuğu savunmaktan, toplumcu olmasından ileri gelmez. Toplum düşmanlıklarını maskelemek için toplumu aldatıcı bu yollara başvururlar.
Koronavirüs toplumsal, ekonomik, kültürel yaşamda öyle sarsıntı yarattı ki, toplum hiçbir dönemde olmadığı kadar dayanışmaya ihtiyaç duydu. Birçok insan işinden gücünden oldu. Gelir kaynaklarını kaybetti. Bu nedenle kapitalist ülkelerde bile devletler ailelere şu kadar para verilecek açıklaması yaptılar. Zaten bu ülkeler o hale gelmiş ki, toplumsal dayanışma sıfırlanmış. Devlet bir şeyler vermezse insanlar açlık çekecek. Günümüzün devletleri, toplumu devlete ve birilerine el-avuç açar hale getirmiş. Devletler toplumu bu hale getirse de toplumsallığın en derin yaşandığı Ortadoğu’da hala toplumsal değerler şu ya da bu düzeyde varlığını sürdürmektedir.
İşte bu nedenle Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu’nun her yerinde toplumsal dayanışma kültürü harekete geçti. Ancak dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek bir durumla karşılaşıldı. AKP-MHP iktidarı toplumsal dayanışmayı yasakladı. Toplum sadece devletten bir şeyler alabilir, dedi. İnsanların ne kadar devlete bağımlı ve köle yapılmak istendiğini bir daha ortaya koydular. Zaten otoriter, baskıcı iktidarlar açısından bireyler devletin kölesidir.
AKP-MHP iktidarı tam bir din ve toplum düşmanlığı yapmıştır. Toplumun dayanışmasını engellemek toplum düşmanlığı olduğu gibi aynı zamanda din düşmanlığıdır da. Tüm dinler toplumda dayanışma kültürünün güçlü olmasını ister. Dindarlık biraz da böyle olur. Dindar insanın en önemli özelliğinin bu olması gerekir. AKP-MHP iktidarı toplum birbiriyle dayanışamaz, belediyeler, yani yerel yönetimler toplumla dayanışma içerisine giremez; kim ne verecekse devlete vermelidir, dayatması yaptı. Hatta dayanışma yapanları paralel devlet olarak ilan etti.
Toplumun ihtiyacını en iyi kim bilir; tabi ki yerel yönetimler bilir. Mahalleli mahallesindeki ihtiyaç sahibini bilir. Halk boşuna el kaşıyacağı yeri bilir, dememiş. Dayanışma ve bir şeye çare olma yerelde sağlanır. Toplumun derdini toplumu tanıyanlar bilir. Dinlerin devletleştiği dönemlerde tarikatlar ortaya çıkarak toplumunun ihtiyacını karşılamaya yönelmiş. Bu da yerelleşme temelinde olmuş. AKP ise halkın dayanışmasına yasak koyuyor. Depremde de böyle yapıyordu; şimdi de böyle yapıyor. Toplumun topluma, komşunun komşusuna yardımı dayanışma ortaya çıkarır. Devletin alması ise toplumdan vergi almak gibidir. Toplumlar zaten vergi vermekten rahatsızdır. Çünkü vergi toplumu soyma aracı olmuştur.
AKP-MHP iktidarının dinle alakası yoktur. Zaten tüm uygulamaları din karşıtlığıdır. Bunları burada sıralamak istemiyoruz. Yaptıkları hangi uygulamayı dinlerin savunduğu değerlerle bağdaştırabilirsiniz? Ancak dayanışmayı yasaklamak din düşmanlığının açık tescili oldu. Dindar olanlar bu tür durumları toplumlarda dayanışma kültürünün gelişmesi için kullanırdı. Ama AKP-MHP tersini yapıyor. Halktan alacağımızı halka vereceğiz demagojisi de bu dayanışma düşmanlığını, yani toplum ve din düşmanlığını örtmez.
Ramazan fitrelerinin nereye verileceğini de devlet belirlemiş! Bu, Ramazan değerlerinin anlamsızlaştırılması ve halkın dini duygularının sadece ve sadece devlete hizmet eder hale getirilmesidir.
Dinler en başta da o dönem iktidarlarının, devleti her şeyin merkezine koymalarına karşı toplumu esas alan yaklaşımla ortaya çıkmışlar, en başta da toplumda dayanışma kültürünü geliştirmişlerdir. AKP ise dayanışmayı önleyerek din düşmanlığı yapmaktadır.