İspanya’da Katalanların yıllardır kutladıkları özel bir hafta var: 22-28 Nisan tarihleri arasında “Her Kitaba Bir Gül” şiarıyla kitap alan herkese kitabın yanında bir de gül armağan ederlermiş. Bu durum Birleşmiş Milletler’de Unesco’ya ilham kaynağı olmuş ve bu haftayı 1995’te alınan kararla Kitap Haftası ilan etmiş. Bu hafta aynı zamanda Dünya Telif Hakları Günü’nü de içinde barındırıyor. Çok görünür kılınmasa da Türkiye’de de hafta boyunca lokal kimi etkinlikler düzenleniyor. Hoş bir tesadüf olsa gerek, mazbatasını alarak göreve başlayan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı, tebrik ziyaretinde bulunanlara çağrıda bulunarak, “Tebrikleri çiçek yerine kitapla kabul ediyoruz. Gelen tebrik kitaplarından bir kütüphane oluşturacağız” dedi. Aynı çağrı sonrasında Mardin Belediyesi’nden de geldi. Böyle bir çağrının tam da kitap haftasına denk gelmesi ayrıca anlamlı oldu.
***
Yapılan araştırmalar kitap okuma konusunda Türkiye’nin durumu hiç de iç açıcı değil ne yazık ki. Türkiye’de düzenli kitap okuyanların oranı neredeyse binde bir. Bu oran, en fazla kitap okuyan ülkelerin başında gelen İngiltere ve Fransa’da yüzde 21, Japonya’da yüzde 14, ABD’de yüzde 12 civarında… Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) verilerine göre Türkiye, kitap okuma oranında dünyada 86. sırada, yoksul Afrika ülkeleriyle aynı kategoride. TÜİK’e göre ise Türkiye’de kitap, ihtiyaç listesinin ancak 235. sırasında yer alıyor. Tek kriter olmasa da genel olarak kitap okuyan ülkeler diğer ülkelere göre bilim, ekonomi, teknoloji gibi açılardan daha gelişmiştir tezi pek de yanlış olmasa gerek.
***
Çocuklar rol model olarak ebeveynlerini örnek alır genellikle. Anne-baba sadece televizyon izliyor, ya da telefonla ilgileniyorsa çocuklar da aynısını yapar. İnsanın bilinci ve toplumsal davranışını doğrudan ve en etkin biçimde etkileyebilme gücüne karşı televizyon görüntülerinin kolay tüketimi insanı yanıltıyor. Yalnız bakarak her şeyi algılayabileceği, anlaşılabileceği sanılıyor. Tüm ikna edici özelliklerine rağmen ekran görüntüleri kolaylıkla unutulabilir. Oysa bilim, uzun süreli ve yoğunlaşıp dikkat toplayarak okumanın, insan zekasında etkili bir örgütlemeye yol açtığını belirtiyor. Psikolog J. Joyres, okumayı, yönlendirilmiş bir hayal kurma ve işaretlerden oluşan gerçeğin özgürce üretilmesi olarak tanımlıyor. Bu durumda okuyucu, aktif olarak kendi benliği ile dış gerçeği bir araya getirerek okuduğu metinlerden kendine özgün bir gerçek yaratıyor. Diğer bir söyleyişle, okumak bir insanın ruhsal yaşamının harekete geçirilmesini, gerçekleştirilmesini ifade ediyor. Olumsuzlukların faturasının topluma çıkarmak tümüyle onu suçlamak haksızlık olur. Çünkü bunu yaratan sistemin kendisidir. Eğitim politikaları hedeflerini okuma yazma öğretmekle sınırlamış gibidir. Okullar ders kitaplarıyla sınırlandırılmış sınıf geçme ya da diploma almayla şartlandırılmıştır. Yüksek öğrenimde de durum farklı değildir. Özgür düşünceli bireyler yetiştirme, bilimsel araştırmalara özendirme, buna ortam ve olanak sağlama oldum olası lüks sayılmıştır.
***
Kitap, dergi ve gazetelerden oluşan basılı medya, bir toplumun eğitsel ve kültürel konumunun temelini oluşturur. Okuyucuları olmayan, kültürden yoksun bir toplum, kendi hakkında ayrıntılı düşünmeyecek, daha kolay kandırılabilecek, daha az insancıl olacak. Üstelik okuma ve yazmanın ikinci plana itilmesi, ifade olanaklarının yoksullaşmasına da yol açacaktır. Ekran öznelliği dışlıyor. Oysa okumak insanın ruhunda baş gösteren çoraklığa karşı mücadelede önemli bir araçtır. Sözün özü; “bakma”yı “okuma”yla desteklemediğimiz sürece tek boyutta takılıp kalacağız.