Salih Yılmaz
Devletlerin kendilerini dayandırdıkları temeller ve bu temellere göre esas aldıkları yasalar vardır. Bunlar devletin ya da devletlerin biçimini oluşturur. Toplumsal yaşam dinamik olduğundan ve sürekli değişim gerçekleştiğinden hiçbir şey aynı kalmamıştır. Tarihsel süreç içerisinde devletin dayandığı toplumsal temeller değiştiğinden devletin biçiminde de değişimler gerçekleşmiştir. Devletin niteliği ve biçimi konusunu işlemenin yeri burası değildir, ancak devlet de toplumsal yaşama dayandığından aynı kalmamakta, değişmekte ya da değişmek durumunda kalmaktadır.
Çağımızda devletler dayandıkları temeller bakımından belli bir dönüşümü yaşamaktadırlar. Kapitalist modernite dönemiyle birlikte devletler ulusçuluk üzerinden inşa edildi. Eski devlet biçimi aşılarak yerine ulus-devletler kurulurken kapitalist modernitenin toplum üzerindeki hakimiyeti tahkimi amaçlanmıştı. Fakat kapitalist modernite toplumsal sorunları daha da derinleştirdiğinden hem kendisi hem de temel kurumları krize girdi. Bu kriz devam etmekle birlikte başlangıcından günümüze doğru kimi değişimler de gerçekleşti. Kapitalist modernite sistemi hep aynı kalmadı. Toplumsal ve siyasal yapılanmalarında kimi değişiklikler gerçekleştirerek varlığını sürdürme yoluna gitti. Etkinliğini yitirip ortadan kalkmayı istemeyeceğinden bu durumu kabul etti. Yani rızadan değil, zorunluluktan dolayı kapitalist modernite sistemi böylesi değişiklikleri gerçekleştirdi. Bunların önemli olanlarından biri devlet biçiminde yapılan değişiklikler oldu. Ulus-devletle toplumun önemli çoğunluğu baskı ve sömürü kıskacına alındığından ve toplumun tepkisi ve değişim beklentisi kaynağını buradan aldığından ulus-devletin tekçi devlet biçimi bir kırılmaya ve değişime uğradı. Teklik yerine çokluk ve çoğunluk düşüncesi öne çıkarak baskın oldu. Bugün de bu kavram ve olgular önemli değerler olarak görülmektedir. Kuşkusuz bu değişiklikler biçimseldir. Toplumun baskı ve sömürüye karşı ortaya koyduğu tepki ve verdiği mücadele sonucunda sistemin içeride yaptığı kimi zorunlu değişimler olmaktadır. Nitekim bu tür değişimler gerçekleşmiş olmasına rağmen toplum üzerindeki baskı ve sömürü sonlamış değildir. Farklı biçimde insan, toplum ve doğa üzerindeki baskı ve sömürü devam etmektedir. Zaten sistemin içeride yapacağı değişikliklerle baskı ve sömürü sonlanmaz. Bu ancak toplumcu güçlerin ortaya çıkaracağı yeni bir moderniteyle mümkün olur. Kapitalist modernitenin baskı ve sömürüsü ancak demokratik modernite geliştirilerek sonlanabilir. Fakat burada önemli olan sistemin yaşadığı değişimlerin nedenlerini anlamaktır. Çünkü bu değişimlere yol açan esas etken toplum olmaktadır. Eğer toplumsal tepki ve mücadele olmasaydı sistem durduk yerde değişiklikler gerçekleştirmezdi.
Dünyada ulus-devlet anlayışı başta olmak üzere sistemin temel kurumlarında kimi değişiklikler olurken, Türkiye’de kısmi de olsa bir değişim gerçekleşmemiştir. Bu durum günümüzde toplumsal ve siyasal sıkışıklığın artarak devam etmesine yol açmaktadır. Türk devleti oluşumunu Kürt soykırımına dayandırarak gerçekleştirdiğinden Kürt karşıtlığı ve düşmanlığı Türk devletinin tek yasası durumundadır. Diğer tüm meseleler bu yasadan sonra gelmektedir.
Türkiye’de Kürt meselesi çözülemediğinden başka hiçbir toplumsal sorun çözülememektedir. Çünkü gelinen aşamada Türkiye’de sorunlar, adı ne olursa olsun, ancak demokratikleşmeyle çözülebilir. Demokratikleşme ise öncelikle Kürt sorununun çözülmesini gerektirmektedir. Ancak mevcut devlet zihniyeti Kürt gerçekliğine kapalı olduğundan hiçbir gelişme ortaya çıkamamaktadır. Türkiye gittikçe AKP-MHP hegemonyası altında daha fazla anti demokratik, gerici ve sömürücü bir karaktere bürünmektedir. Yani Kürt meselesinin çözümsüzlüğü sadece Kürtlere değil, en başta Türkiye’deki demokrasiye, ihtiyaç duyulan toplumsal, siyasal değişim ve dönüşüme, nihayetinde tüm Türkiye toplumuna zarar vermektedir.
Gerçekten de artık Kürt meselesinin çözümünü sadece Kürtlerin değil herkesin istemesi ve bunun için mücadele etmesi gerekir. Ama Türkiye’de milliyetçilik bilince ve kişiliğe çok derin bir şekilde işlediğinden gereken çıkış gerçekleşememektedir. Eskiden sol-sosyalist kesimde de şoven yaklaşımlar çok öndeydi. Kürt özgürlük hareketinin yarattığı gelişmenin sonucunda sol-sosyalist kesimde önemli bir dönüşüm ortaya çıktı. Bununla birlikte darlık ve tutuculuk sol-sosyalist kesimin gereken çıkışı yapmasını engellemektedir. Sadece sol-sosyalist kesimde değil, Kürt legal alanında da darlıklar vardır. Kürt sorununun niteliği, Kürt gerçekliğinin içerisinde barındırdığı tarihsel ve güncel dinamizm kavranamamaktadır ya da az kavranmaktadır. Demokratik İslami kesimler başta olmak üzere toplumun demokratik geleneğinden gelen ve özü demokratik olan toplumsal kesimlere yaklaşımlar sığ ve klasik olmaktadır. Birleşerek güç olunacağına dar yaklaşılarak parçalılık yaratılmaktadır. Bunlar darlık ve tutuculuğa kimi örnekler olmaktadır. Mevcut darlık ve tutuculuk aşılsa ve Türkiye toplumu içerisinde etkin bir demokrasi çalışması yapılsa ortaya önemli bir toplumsal güç çıkacaktır. Türkiye toplumu eskisi gibi değildir. Kürt hareketinin ortaya koyduğu demokratik ulus tutumu ve izlediği politika böyle bir gelişmeyi ortaya çıkarmıştır. AKP-MHP’nin özel savaşını ifşa edecek ve boşa çıkaracak düzeyde bir çalışmayla Türkiye toplumunun desteği önemli ölçüde alınabilir. Çünkü şimdiye kadar yapılanlar Türkiye toplumunun ilgisini toplamıştır. Bundan sonra yapılması gereken toplumun ilgisine cevap olmak, gelişmesine yön vermek ve örgütleyip siyasal bir kuvvet haline getirmektir. Fakat tam da yeterince yapılamayan bu olmaktadır.
Çünkü darlık ve tutuculuk bulunmaktadır. Dolayısıyla hepimizin arzuladığı çıkışın gerçekleşmesi için söz konusu darlıkların aşılması gerekir. Darlıklar aşılmalı, bunların aşılması için gereken tartışmalar daha fazla yapılmalı ve daha fazla fikir birliği sağlanmalıdır. Bu şekilde toplumsal çıkışı yoğuracak özne güçlendirilirken Rusya-Ukrayna savaşıyla ortaya çıkan sonuçların toplumsallık ve demokrasi lehinde olması da sağlanabilir.