Dargeçit JİTEM Davası’nda sanıklara verilen beraat kararına tepki gösteren Av. Erdal Kuzu, kararın toplum vicdanında tartışılacağına dikkat çekti: ‘Devletin kirli geçmişini herkes bilmekte’
Mardin’in Dargeçit ilçesinde 29 Ekim 1995 ile 8 Mart 1996 tarihleri arasında 3’ü çocuk 7 sivil ile birlikte uzman çavuş Bilal Batır’ın kaybedilmesine ilişkin dönemin Mardin Jandarma Komando Tabur Komutanı Hurşit İmren, Dargeçit İlçe Jandarma Komutanı Mehmet Tire, Dargeçit Merkez Jandarma Karakol Komutanı Mahmut Yılmaz, Karakol Komutanı Yardımcısı Haydar Topçam ve Uzman Çavuş Kerim Şahin’in de aralarında bulunduğu 18 sanık hakkında “taammüden öldürmek” suçlamasından açılan dava 7 yıl sonra karara bağlandı. Dosyanın “güvenlik” iddiasıyla gönderildiği Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 18 sanık hakkında “Sanıkların meydana gelen olaylarla bağlantısını kuracak kesin delile ulaşılamadığı” iddiasıyla beraat kararı verildi.
Mahkeme bağımsız davranmadı
Mahkemenin beraat kararını Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Ahmet Kanbal’a değerlendiren dosya avukatı Erdal Kuzu, “kamuoyu vicdanında yara açan bir karar” niteliğinde olduğunu belirterek, “Bu siyasal iklimde hukuk sisteminin içinde bulunduğu durum, tarafsızlık ve bağımsızlık konusunda ciddi şüphe ve endişelerin olduğu ortamda verilen karar kendisini tekrar eden bir karar niteliğindedir. Tıpkı diğer faili meçhul ve yargısız infaz dava dosyalarında verilen karar gibi. Mahkemenin bağımsız ve tarafsız davranmadığı, devletin görevlilerini kolladığı, onlara kutsallık atfettiği, devlet adına hareket edenleri koruma kalkanı içine aldığı, devleti korumaya çalıştığı, devletin işlemiş olduğu suçları koruma refleksi ile hareket ettiği bir başka kanıttır. Ne yazık ki, bu refleks Türk yargı sistemine hakim olan zihniyetin sonucudur” dedi.
Vicdanlar yaralandı
Kürtler özelinde faillerin devlet görevlisi olduğu dosyalarda devlete bağlı yargı refleksinin kendisini tekrar ettiğini ifade eden Kuzu, “Bu anlamda vicdanları yaraladı. Bu anlamda Kürtleri hiçe saydı. Mağdurların adalet talebini yok saydı. Mahkemenin kararını herhangi bir hukuki bağlama koymak mümkün değil. Devletin Kürtlere yönelik siyasetinin yargı sistemindeki devamından ibaret” dedi.
Devlet adına işlenmiş cinayetler!
Dosyada görülmek istenmesi durumunda evrensel hukuk ilkeleri kapsamında çok fazla delil olduğunu kaydeden Kuzu, mahkemenin failler hakkında rahatlıkla ceza kararı vermesi için deliller olduğunu söyledi. Dosyadaki en büyük delilin 1995 yılında ailelerinin gözü önünde kaçırılan ve ardından kaybedilen 7 kişinin kemikleri olduğunu dile getiren Kuzu, “Bundan daha büyük delil olamayacağını düşünüyoruz” dedi. 1995 yılından bu yana ailelerin verdikleri dilekçeler ve yaptığı açıklamalar ile çocuklarının akıbetini sorduklarına dikkat çeken Kuzu, “O dönemin kaymakamının beyanları, yine maktullerle beraber gözaltına alınan aile fertlerinin beyanları, o tarihte Dargeçit’te görev yapan öğretmenlerin beyanları, o tarihte Dargeçit’te görev yapan korucuların beyanları, görevli askerlerin beyanları, sanıkların dava dosyası kapsamında vermiş oldukları ifadelerdeki açık ikrarları bir bütün olarak değerlendirildiğinde bu kişilerin örgütsel bir yapı içerisinde devlet adına hareket ederek bu cinayetleri işlediklerini ortaya koymaktadır” diye aktardı.
Devletin 100 yıllık politikasının devamı
Delilleri görmek için vicdan ve insani hukuk ilkelerine sahip bir zihniyetin olması gerektiğini kaydeden Kuzu, karşılarında devleti kollayan ve kutsayan bir yargı sistemi olduğunu belirtti. Sanıkların ödüllendirildiğini kaydeden Kuzu, “Dosyanın tamamı delil” dedi. Kemiklerin 1990’lı yıllarda “güvenlik” gerekçesiyle boşaltılmış köylerdeki kuyularda bulunmasının başlı başına delil olduğunu kaydederek, “Dava dosyasında sırf öldürülenlerin yerini söylediği için ortadan kaldırılan uzman çavuşun hikayesi bu dava dosyasının en büyük delilidir. Devletin kaybolmuş görevlisinin akıbetinin 30 yıldan bu yana soruşturulmamış olması delildir. Ailelerin büyük hukuk mücadelesi bu davanın en büyük delilidir. Ailelerin kaçırılan çocuklarının kemiklerini kıyafet parçalarından tanıması bu dosyanın delilidir. Dosyanın tamamı delilden ibaret. Ancak mevcut yargılama zihniyeti 100 yıldır Kürtlere yönelik politikaya uygun şekilde cezasızlık politikasını bu dosyada devam ettirmiştir” dedi.
Türkiye’de eşit yurttaşlıktan söz edilemez
Dosyanın ailelerin vermiş olduğu kararlı hukuk mücadelesiyle açıldığını kaydeden Kuzu, “Bu devletin geçmişle yüzleşme hesabıyla yapılmış bir yargılama biçimi değildir. Eşit yurttaşlık hukuku Kürtlere karşı uygulanmış bir hukuk değil. Tam tersine ayrımcılık hukuku Kürtlere uygulanmaktadır” diye belirtti. Kürt siyasetçilerinin sahte deliller üretilmek suretiyle cezaevinde olduğu bir süreçte ağırlaştırılmış müebbet cezasıyla yargılanan sanıkların, 8 yıldır mahkeme yüzü görmediklerine dikkat çeken Kuzu, “Bu göz önünde bulundurulduğunda müthiş bir koruma kalkanıyla korundukları ve buna güvendiklerini, en nihayetinde verilecek kararın kendi lehlerine olacağı inancıyla hareket etmeleri Türkiye’de eşit yurttaşlık hukukunun uygulanmadığının açık kanıtıdır. Kürtlerin siyasetçilerinin tamamının cezaevinde olduğu, ağır cezalarla mahkum edildiği bir süreçte insanlığa karşı suç işlemiş insanların gerekçesiz kararlarla beraat ettirildiği bir ülkede elbette eşit yurttaşlık hukukundan bahsetmek mümkün değil” diye belirtti.
Gerçek tamda bu
2004 yılından bu yana bölgedeki yargısız infazlar ve gözaltında zorla kaybedilme dosyaları ile ilgilenen ve aileler ile birlikte kuyulardan kaybedilenlerin kemiklerini çıkaran biri olan Kuzu, “Gördüğümüz bir şeyin mahkeme tarafından teşhirini istedik. İnsanlığa karşı suç olduğunun kabul edilmesini istedik” dedi. Aileler açısından cenazelerin bulunmasının bile önemli olduğunu ifade eden Kuzu, verilen kararın toplum vicdanında tartışılacağını dile getirerek, “Gerçeğin tam da ortaya konulan gerçek olduğunu tüm toplum bilmekte. Devletin kirli geçmişini herkes bilmekte. Dolayısıyla mahkeme kararı şekilsel olarak sanıkları beraat ettirse de bizlerin vicdanında bu kişiler cezalandırılmıştır” diye belirtti.
HABER MERKEZİ