Amsterdam, David O Russel’ın yönetmenliğini ve senaristliğini yaptığı Amerika’nın 1930’lu yıllarına ışık tutan bir film. Yönetmenin daha önce yaptığı Üç Kral (1999) Dövüşçü (2010) ve Düzenbaz (2013) gibi birkaç filmine baktığımızda seçtiği tarz daha çok komedi, kara komedi ile tarihsel gerçeklerle soslanmış romantik komedi arasında gidip geldiğinigörüyoruz. Bazen bir filmde bu türlerin hepsini denediği de oluyor. Nihayetinde Amsterdam da bu filmlerden biri.
Amsterdam, romantik bir aşk filmi olmak üzereyken rotayı polisiye ve entrikaya kıran ama orada da tutunamayan bir dönem filmi. 1930 yılların New York’unu mekan olarak seçerken/düzenlerken, çok da sırıtan bir kareyle/sahneyle karşılaşmıyoruz. Aynı durum oyuncular için de geçerli. Yönetmenin yıldız oyuncularla çalışması senaryodaki aksaklıkları gizlemeye yetmese de oyunculuklarda herhangi bir aksama olmadığını söyleyebiliriz; bu durumu kotarıyor mu, elbette ki hayır.
Eski dostlarına sahip çıkma
Filmin konusuna gelecek olursak; birinci dünya savaşında bir gözünü kaybeden Dr. Burt Berendsen (Chrstian Bale) cephede birlikte savaştığı, birbirlerini kollarken dostlukları gelişen Herold Woodman’ın (John D Washington) yakın dostu Burt’e gelip çok sevdikleri komutanları General Bill Meekins’ın öldüğünü söylemesiyle koşuşturma başlıyor. Savaşta yüzünün yarısına darbe alan ve o savaş iziyle yaşayan Herold bir avukattır ve bir gözünü kaybeden dostu Dr. Burt’ten generalin cesedi için otopsi ister. Zira kızı Liz Meekins babasının öldürüldüğünden şüphelenmiştir.
Savaş gazilerine yardım ederek hayatını sürdüren Burt, eski komutanın ölümüne çok üzülür ve otopsi yapmayı kabul eder ama bir sorun vardır; otopsi yapmayı sevmez, tiksinir. Hemşire arkadaşından yardım alarak yapılan otopsi sonucu kızı Liz’i ve Herold’ı haklı çıkarmıştır; general zehirlenmiştir. Cinayeti aydınlatmaya karar verdiklerinin birkaç dakika sonrasında kızı Liz’i de ortadan kaldırırlar. Artık cinayet zanlısıdırlar. Bu saatten sonra bir yandan eski komutanları ve dostu generalin katil zanlısını bulmaya çalışırlarken, bir yandan da kendilerini temize çıkarmaya çalışacaklardır. Bir komploya kurban edildiklerini anlarlar.
Savaş artıklarından sanat çıkarma
Film eski yıllara sardığında, yaralı olarak geldikleri hastanede tanıştıkları hemşire Valerie Voze’ın (Margot Robie) ilginç bir özelliği vardır. Savaş artıklarından sanat çalışması yapmaktadır. İnsanların bedenlerinden çıkardığı savaş artıklarını, mermi, şarapnel parçası vs. adeta geri dönüştürerek birer sanat şaheserine dönüştürür. Ayrıksı bu karakterle Herold arasında bir aşk filizlenir.
Burt ile Beatrice, Herold ile Valerie arasındaki aşkı zorlama şarkı ve danslarla yer yer romantik sekanslarla tür kaydırması yapmaya çalışsa da ne yazık ki kopukluklar ve geçişlerdeki aksaklıklardan dolayı film bir yere varamaz. Bir yandan romantik komedi diğer yandan entrikalı, gerilimli koşuşturma ve politik bir vodvile meyletse de zayıf bir hicivden öteye geçemiyor. Aşka güzellemeler yaparken, ‘Gerçek aşk, seçime dayalıdır, ihtiyaca değil’ demeyi ihmal etmeyen yönetmenin türler arasındaki gidip gelişi iyi bir aşk filmi olabilecekken aksayan, yoran başka bir şekle bürünüyor. ‘Nezaketi korumak için savaşmalısın’ repliği bile tek başına filmi genişletmeye yetecekken ne yazık ki bir çuval inciri yıldız oyunculara rağmen heba etmeyi başarıyor.
Biraz da magazin
Yakın bir tarihte ortağı olduğu restoranın açılışı için Türkiye’ye de gelen Robert De Niro, Amerikan seçimlerinde Donalt Trump’a aptal diyebilecek kadar sivri dilli olmasından öteye artık efsaneleşmiş bir oyucu. Daha önce de David O Russel’la çalışmıştı. Chris Rock ki kendisi son Oscar töreninde sarf ettiği sözlerden dolayı Wil Smith’in şiddetine maruz kalmış, ekseriyetle komedi filmlerinde oynayan siyahi bir oyuncu, Rami Malek, Bohamian Rhapsody’deki rolüyle En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü almıştı, John D Washinton, ne kadar Tenet filmiyle bilinse de ben daha çok Malcolm & Marie’deki rolüyle sevdim. Bu filmde tıpkı babası gibi yürüdüğüne şahit olacaksınız. Christian Bale ise daha önce Düzenbaz ve Dövüşçü’de David O Russel’la çalıştığını biliyoruz. Bale’in Dövüşcü’de En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscarı’nı almasının yanında bence en iyi oyunculuk çıkardığı ve kendini tanıttığı 1987 yapımı Güneş İmparatorluğu filmidir. Diyeceğim o ki yönetmenler huyunu suyunu bildiği oyuncularla çalışmayı ya seviyorlar ya da kolaylarına geliyor.
Amsterdam, Amerikan tarihinin bir dönemini mercek altına alan, diktatör ve faşist sever güruhların palazlanma sevdalarına dur diyen, oyunlarını/entrikalarını açığa çıkaran, bunu yaparken Amerika bayrağını arka fonda eksik etmeyen klasik bir Hollywood filmi.