Öğrenciler, 12 Eylül Darbesi’nin ürünü olan YÖK’ün darbe döneminin bile gerisinde olduğuna dikkat çekti
Yadigar Aygün
12 Eylül askeri darbesinin kurumlarından biri olan Yükseköğretim Kurulu (YÖK) kurulduğu günden bu yana en çok tartışılan kurumlardan bir tanesi. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile pek çok akademisyen işten atıldı. Anti-demokratik, baskıcı uygulamalarından dolayı öğrenci örgütleri, her yıl 6 Kasım’da YÖK’ün kuruluşunu protesto ediyor. Öğrenci örgütleriyle YÖK’ün baskıcı ve anti-demokratik uygulamalarını, neden YÖK’ün kaldırılması gerektiğini konuştuk.
YÖK darbenin ürünü
12 Eylül Darbesi’nin yükselen devrimci hareketi, öğrenci ve işçi hareketlerini bastırmak için yapılan bir darbe olduğunu söyleyen Kaldıraç Üniversite adına konuşan İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümü öğrencisi Ekinsu Ortak, bunun bir ayağının da üniversiteler olduğunu söyledi. Ortak, “Öğrenci hareketi büyüyüp yüzünü fabrikalara, köylere, sokaklara dönmüştü ve tabii ki devlet şiddet mekanizmalarını arttırdı. Aslında YÖK bir sürecin sonucu olarak karşımıza çıktı. Burada da kapitalizm, neoliberalizm dalgasını eğitime ve öğrenci gençliğe hem ideolojik hem de sistematik anlamda uygulamak adına politikalarını hızlandırmaya başladı. Özel üniversitelerin açılması, üniversitelerin yönetim mekanizmasında üniversite bileşenleri olan akademisyen ve öğrencilerin inisiyatifini giderek azaltması ve Bologna süreci bunların birkaç örneği. Özellikle 90’larda YÖK’le hızlanan, üniversitelere yönelik saldırı dalgası ve bununla beraber gelişen bir öğrenci hareketi görüyoruz” dedi.
Bilimsel-eşit eğitim
Öğrencilerin özgürlük alanlarının YÖK tarafından daraltıldığının altını çizen Ortak, üniversitelerin birer polis okulu haline geldiğine dikkat çekti. Özgür bilimsel eğitimi inşa etmek için sosyalizm mücadelesinin büyütülmesinin önemine vurgu yapan Ortak, “Üniversite bileşenleri olan akademisyenlerin, öğrencilerin ve işçilerin işletilecek müfredattan kampüs planlamalarına dek karar aldığı ve uyguladığı bir üniversite anlayışını var etmemiz gerekiyor. Burjuva ideolojisinin karanlığını delecek ve öğrenciyi nesne konumundan çıkartıp özne konumuna getirecek özgür bilimsel eğitim ancak bu yolla, öğretenin öğrendiği, öğrenenin öğrettiği diyalektik bir ilişki içinde mümkün olacaktır. Sermayeye nitelikli işgücü yetiştirmek ve kendi ideolojisini dayatmak için kullanılan eğitim sistemini var eden tekelci polis devleti ise bütün mekanizmalarıyla birlikte özgür bilimsel eğitim hedefinin karşısında durmakta. Özgür bilimsel eğitimi inşa etmek için burjuva egemenliğin üst yapı kurumu olan eğitim sistemini değiştirmek ancak sosyalizm mücadelesini büyüterek olacaktır. Bu mücadeleyle, tekelci polis devletiyle birlikte YÖK, tarihin çöplüğünü boylayacaktır” diye konuştu.
Gelecek kaygısı
İstanbul Üniversitesi Arkeoloji bölümü öğrencisi Deniz Bahçeci, YÖK’ün tarihsel olarak, askeri-faşist bir diktatörlük rejiminin ürünü olarak ortaya çıktığını söyledi. Bahçeci, “Öğrenci gençlik YÖK’e karşı her daim saflaşmış ve pozisyon almıştır. Son yıllarda üniversiteler doğrudan Saray merkezli yönetiliyor. Rektörler Saray tarafından atanıyor, üniversiteye dair birçok karar Saray’da alınıyor. Güncel durumda YÖK’ün işlevsizliği bir durum var diyebiliriz. Ancak alınan kararlar her ne kadar Saray merkezli alınsa da bu kararları uygulayan mercii YÖK’tür. YÖK bugün hala daha, kuruluş amacına uygun olarak üniversite üzerinde otorite inşa etmeye çalışıyor. YÖK bizlere daha nitelikli bir eğitim ve demokratik bir üniversite imkanı sunmuyor. Eğitim giderek daha niteliksiz hale geliyor, gelecek kaygımız derinleşiyor” dedi.
‘Haklarımız gasp ediliyor’
Bahçeci, YÖK ve Saray rejiminin üniversitelerin örgütlenme özgürlüğünü yasaklamak istediği bir mekana dönüştürülmek istendiğinin altını çizerek öğrencilere baskı uygulandığını vurguladı. Bahçeci, “Gözaltı ve soruşturma terörü ile Saray’a ve YÖK’e biat etmemiz bekleniyor. Son yıllarda mücadele ederek kazandığımız haklarımız faşist yöntemler ile gasp edilmek isteniyor. Eğitimdeki eşitsizliğe, geleceksizliğe karşı bilimsel, anadilde bir eğitim ve özerk-demokratik üniversite için 6 Kasım özel bir mücadele günüdür. Nitelikli, ulaşılabilir, eşit, anadilde ve cins eşitlikçi bir eğitim için, akademinin özgürlüğü için, söz eylem ve örgütlenme hakkı için YÖK kaldırılmalıdır” diye belirtti.
YÖK protestoları
Dokuz Eylül Üniversitesi Çizgi Film ve Animasyon bölümü öğrencisi Mert Karadağ, 1990 yıllardaki YÖK protestolarını hatırlattı. Karadağ, “12 Eylül faşist cuntasıyla birlikte susturma, sindirme, katletme, kaybetme ve toplumsal depolitizasyonla toplumun muhalif gücünü kendi isteklerine göre bir rayını oturtmuşken cezaevlerine ve akademiye saldıran bu karanlık güruh kendi isyancısını yine yaratmıştır. Ne cezaevleri sessizliğin hakim olduğu bir dönemde sessizliği bozarak direnişe geçip teslim olmamıştır. Akademi de silkelenmiş ve YÖK’e karşı eylemlerini örgütlemiştir. 1990 yılları YÖK protestoları toplumsal muhalefetin devrimci gençliğin insanlarla buluştuğu bir eylem sahası olmuştur” dedi.
Rektör yasakları
Karadağ, üniversitelerdeki yasaklara ve rektör zorbalıklarına dikkat çekti. Karadağ, “Aslında eskiye oranla şu dönemde YÖK’ün protestosu gelenekselleştiği için eskisi gibi güçlü geçmiyor ya da farklı koşullar gözetilebilir. Gerçekçi olmakta fayda var. Ancak bugünün koşullarına bakıldığında OHAL’den bu yana ya da sıkıyönetimlerden bu yana devrimci gençliğin yüzünü üniversiteye çevirmesi ve çalışmalar yürütmesi, tartışma ortamları yaratması, öğrenciler olarak fikir paylaşımları yapması, öğrenciler olarak derslerinin işlendiği amfiyi isteyenler olarak 1-2 saat kullanılmasının önüne dekanlıklar ve rektörlük yasakları geliyor. ÖGB’nin her öğrencinin normal olarak tartışma ve sorgulama kültürüne girişini bir marjinalize etme eğilimi oluşmuş. Öğrenci zaten verili olan eğitimin daha yüksek çıtaya çıkarmasının koşulu bulunmuyorken anadilde, parasız, bilimsel eğitim sloganımız neredeyse havada kalıyor” diye konuştu.
Herkes adım atmalı
Karadağ, üniversite öğrencilerinin üniversite ve akademi kültürünü tekrardan yaratması gerektiğini söyledi. Karadağ, “Öğrenciler olarak YÖK’ü kaldırmanın yegane koşulu ezici bir çoğunluğun üniversitelerin yönetimlerinin öğrenciler olmaksızın karar almalarına karşı tepki gösteriyor, özerkliği ve bağımsız bir üniversiteyi tartışıyorsa koşullar evrimleşmiş demektir. Evrimleşmiş koşullar etken bir şekilde nesne olarak ilişki kuran ezici çoğunluk öznesel ilişkilerle yaklaşırsa bunun karşılığında sıçramalı bir süreç oluşacaktır. Bu koşulların oluşması da üniversite öğrencilerinin üniversite ve akademi kültürünü tekrardan yaratmalarıyla zengin tartışmalar ve toplulukların oluşmasıyla oluşacaktır. Ve tabi ki her şeyden önce bunu isteyen insanların emek sarf etmesiyle onların içinden çıkacak arkadaşlarımızın iradeli bir biçimde adımlar atarak herkese adım attırmasıyla mümkün olacaktır.”
Kayyum rektörler
YÖK’ün bugün üniversitelerin devlet kontrolüne alınmasında önemli bir rolü olduğunu belirten İstanbul Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri öğrencisi Volkan Atmaca, YÖK’ün yaptığı torpillere dikkat çekti. Atmaca, “Türkiye’de pandemide uzaktan eğitim verebilecek bir üniversite altyapısı yokken bilim üreten bir üniversiteden bahsedemiyoruz. YÖK egemenlerin neo-liberal politikalarıyla bizim gibi ülkelerde ara eleman yetiştirme ve bilim ihraç etme politikalarını besliyor. Bilimin gelişiminde adım atamayan üniversiteler sosyal bilimlerde devlete referans ürettiği oranda torpillerle besleniyor. AKP-MHP gençlik kollarında bulunan öğrencilerin en ateşli şoven devlet savunucuları atanıyor diğer öğrenciler işsizlikle boğuşuyor. YÖK dediğiniz gibi çok uzun yıllardır öğrenciler tarafından protesto ediliyor. Devlet üniversitelere doğrudan kayyum rektörlerle KHK’larla müdahale ediyor. Eğitim ile ilgili bir durum olduğunda topu YÖK’e atıyor. YÖK’e öğrencileri manipüle etmeye öfkelerini frenlemeye çalışıyor” dedi.
‘Mahkum değiliz’
Eğitim sistemin öğrenciler üzerinde uyguladığı baskı politikalarının altını çizen Atmaca, YÖK’ün kaldırılması gerektiğini vurguladı. Atmaca, “YÖK’ün çöken eğitim sisteminin faillerinden biri olduğunu AKP-MHP ittifakının buradaki rolünü teşhir etmek ve buna karşı mücadelenin daha fazla yükseltilmesi gerekiyor. Tekçi anti bilimsel şoven eğitim sistemine mahkum değiliz. YÖK üniversiteleri doğrudan devlete bağlayan bir kurum. Bu üniversitelerin özerkliğine doğrudan bir darbe. Devlet nasıl şirketlerin çıkarını savunuyorsa YÖK de doğrudan şirketlerin ve devlet çıkarlarını esasa alıyor. Bilimin ve halkın faydasına bir eğitim istiyorsak bunu halkın ve bilimin faydasını gözeterek yapabiliriz. Gerçekten bu şekilde bilimsel bir eğitimin gelişeceği zemin yaratabiliriz. Bu şekilde binlerce öğrenci beyin göçü adı altında yurtdışına gitmez, milyonlarca öğrenci geleceksizlik kaygısı yaşamaz. Bilimsel bir eğitimin parçası olabilir” diye konuştu.
Üniversiteler aile şirketine dönüştü
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, aralarında Orta Doğu Teknik Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Ankara Üniversitesi’nin bulunduğu toplam 16 üniversiteye rektör atamıştı. Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektörü Prof Dr. Süleyman Baykal’ın üç kızının, iki damadının ve bir yeğeninin üniversitede öğretim görevlisi olduğu ortaya çıkmıştı. Ayrıca, Cumhuriyet Gazetesinden Ozan Çepni, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) torpil atamaları ile “aile üniversitesi”ne dönüştürüldüğünü ortaya çıkarmıştı. ÇOMÜ’de eş, dost, akraba atamaları sadece akademik personel içinde 250’yi aştığı haberlere yansımıştı.
Yolsuzluklar
YÖK, Mardin Artuklu Üniversitesi’nde ihalelere fesat karıştırma, yolsuzluk ve usulsüz işlemler ile keyfi atama iddialarına ilişkin gizli soruşturma başlatmıştı. Soruşturma kapsamında Rektörlük konutu kiralanması ve rektörün aile bireylerine araç tahsis edildiği iddiaları da kamuoyuna yansımıştı. Mezopotamya Ajansı’ndan Ahmet Kanbal’ın haberine göre, soruşturmanın ihaleye fesat karıştırma, yolsuzluk, usulsüz işlemler, ihtiyaçtan fazla genel sekreter ataması yapılması, Rektör ve Dekanların eşlerine usulsüz şekilde araç tahsisi yapılması ve keyfi atamalara ilişkin başlatıldığı öğrenilmişti.