Darbe girişiminin artçısı sivil darbeden bu yana üç yıl geçti. Cisimsel bombalar çoktan sustu, ne var ki KHK listeleri OHAL uygulamalarının en etkili silahı olarak üç yıldır çukurların etrafında geziniyor ve onları koruyor. Çünkü Heimrad Bäcker’ın dizlerindeki “çukurlar” kapatılamadı, çığlıklar sürüyor: Ve hemen, yukarıda adı geçen çukura atıldılar. / Ve hemen, sözü edilen çukura atıldılar / bir çukur daha açıldı / bir çukur daha açıldı (1). Çukurun içinde yer kaplama ve düşünme hali devam ediyor, kuşkusuz çukurdan çıkış arayışları da.
İnsana dair şeyleri Simmel, hayat ve form olarak ikiye ayırıyor (1). Bu benzetmeden etkilenerek darbeleri form ve tekil/kolektif insan yaşamlarını ise hayat olarak tercüme edelim. Biliyoruz ki ebeveynler formlar dayatır, çocuklar ve gençler ise bu formları dağıtabilir. Erkekler, kadınları düşünce ve performans formları ile çevreler, kadınlar ise hayatın akışı ile çitleri reddedebilirler. Patronlar kapitalist formlar dayatır, işçiler formları reddedebilirler. Devletler insanları kodlarla çevreler, insanlar ise bunları kırabilirler. Özgürlüğe ilişkin tüm inancımızla formların parçalanabileceğini, hayatların ise tüm çeşitliliği ile akacağını sezeriz.
Darbeler, iktidar ve sömürü ilişkilerini sürdürmeyi sağlayan en sert formlardan biri. AKP hükümetleri, Gülen cemaati ile birlikte, Gezi direnişini de gündemlerine alarak Aralık 2013’e dek iktidarı paylaşabildiler. Türkiye kamuoyu bu ortaklığın 17-25 Aralık 2013’te bitmiş olduğunu anladı, ama 15 Temmuz 2016 gününe götüren bir sürecin başlangıcı olduğunu da bilmiyordu. Bizler, üç yıl geçmesine karşın ne 15 Temmuz’a giden süreç, ne de darbe girişimi ve sonrasına dair ikna edici bilgilere sahibiz. Çünkü bu güçler kamuoyu karşısında açık tartışmalar yürütmediler.
Muhalefet ve toplumsal güçler iktidarın iki ortağı arasındaki bu çatışmaya hukuki ve siyasal yollarla müdahale edemedi, kamuoyunun gözleri önüne serilen yolsuzluklar karşısında hiçbir anayasal kurum işlev üstlenemedi, ayrıca etkin bir toplumsal muhalefet de yükselmedi. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından 20 Temmuz’da OHAL ilan edildi. Bu da muhalefete göre sivil darbe idi. Filler tepindi, çimler ezildi.
Otoriter uygulamalar, muhalefeti, etkin kurumları, tekil bireyleri hızlıca kapıyor ve yeniden formatlamaya çalışıyor. Öncesi ve sonrasıyla 20 Temmuz günlerindeki siyasal sahneyi anımsayalım: Yerli-milli tarifler, terör tanımları eşliğinde yapılıyor, “yası tutulamayacak” insan kategorileri ucu açık biçimde belirleniyor, sonra ayıklama başlıyor, tüm kurumlarda hatta üniversitelerde bile sorgusuz sualsiz KHK listeleri hazırlanıyor. Yöneticilerin keyfiyeti, güven vermeyen soruşturmalar, adil yargılanma hakkının yok sayılması, suçun şahsiliği ilkesinin ihlali, KHK’li kişinin tüm ailesinin cezalandırılmasındaki ‘sıra dayağı’ kültürü, bir suç iddiası ve yüz çeşit ceza uygulaması gibi ihlaller.
Bugün terör örgütleriyle ‘irtibat ve iltisak’ iddiasıyla işlerinden atılanlar, hem Parlamentoda, hem de sokaklarda KHK etiketleriyle tutunmaya çalışıyorlar. KHK’lilerin kamu görevinden ihracının ardından özel sektörde çalışma hakları da ellerinden alındı, eğitim hakları, araştırma ve yayın hakları tırpanlandı, seyahat özgürlükleri engellendi. KHK’liler, kırılgan bedenler olarak cezaevlerinin ‘potansiyel konukları’, insan kaçırma ve işkencenin en kolay hedefleri olarak yaşıyorlar.
Cezaevlerinde “forma sokulmak” ve tüm toplumsal etkileme ve etkilenme akışlarına karşı kapatılmak istenen siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler, öğrenciler var. Hemen hemen hepsi ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun geç kalmış olsa da, çok da yerinde olan sorusunu hak eder nitelikte: “Ne işi var Selahattin Bey’in hapiste?”(4) Ne işi var Cumhuriyet gazetesi yazarlarının ve Hüseyin Aykol’un cezaevinde? Ne işi var Prof. Dr. Füsun Üstel’in ve Doç. Dr. Tuna Altınel’in cezaevinde? Öğrenciler neden okullarında ya da üniversitelerinde değil de cezaevindeler?
Bunlar salt siyasal iktidara yönelik sorular değil, aynı zamanda suskunluk sarmalını aşamamış Türkiye kamuoyuna da yöneltilebilir. Olağanüstü Hal (OHAL) mağdurlarına ve KHK’lilere ne olacağı sorusu, Türkiye’nin tüm yurttaşlarına hep birlikte ne olacağı sorusu ile yakından ilişkili. Türkiye yurttaşları diken üstünde oturan, düşünmeyen ve konuşmayan, sansürlü ve oto sansürlü, kuytularda süren bir yaşam istiyorsa OHAL ezilenlerini kuşkusuz unutmalıdır. İnsan hakları ve evrensel hukuk ilkelerinin görmezden gelindiği, yargısız infazlarla iyi yaşam hakkının gasp edildiği bir coğrafyada yaşamayı seçmek OHAL ihlallerini unutmak anlamını taşıyor. Yurttaşlar, işsizliği, güvencesizliği, keyfi biçimde ve sorgusuz sualsiz kolayca işten atılmaları, yani çalışma hakkının engellenmesini tercih ediyorlarsa KHK’lileri geçmişin hüzünlü zamanlarına terk etmelidirler. Yurttaşlar, nohut eleğinde bulgur eleyen, adaleti yerine getirmeye dair duyarlıktan uzak bir yargı makinesi karşısında sessiz kalmak istiyorlarsa OHAL uygulamaları hakkında hiç konuşmamalıdırlar.
Kuşkusuz formlar aşılıyor, cezaevlerinden çıkan romanlar ve öyküler, kitapçıların raflarında yerlerini alıyor. Hayat kendi akışı içinde sivil darbe formunu dağıtmaya başladı, siyasal iktidarın büyük kentleri kaybettiği yerel seçimlerin sonuçları bunun ilk elden kanıtı. Formların sorgulandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu çatışmanın meyvesi de yeni bir siyasi etik, siyasal kültür ve siyasal eylem olmak durumunda. İşte darbe dinamiklerini esastan sorgulayan dönüşümler de bu minvalde ortaya çıkabilir.
Formlar parçalansa da kültüre sinmiş darbe dinamiklerini aşmak milyonlarca güçlü birey ve kolektif hareketin emeğini istiyor. Çünkü bu dinamiği besleyen kaynaklar bir hayli derinlerde besleniyor: sermaye birikimi düzenekleri, yerli-milli devlet kodları ve tertipleri, yaşamın her yerine nüfuz etmiş etnik, cinsiyete ve yaşa ilişkin hiyerarşiler ve iktidar ilişkileri. ‘Form’un bu kötücül güçleri, karşılarında emekten ve demokrasiden yana ‘hayat’ın güçlerini görmediğinde, her gün yeniden ve yeniden üretiliyorlar.
Tüm çeşitliliği ile iktidar ilişkilerine maruz kalan bireyler hayatın etkin güçleri olarak her gün yeni bir yaşam için bir başlangıç yapabilirler. Gündelik hayat akışlarında, söz, yazı, resim ve ses kapasitelerini güçlendirmeleri, formdan kaçış çizgileri örmeleri, yeni davranış kalıpları, normlar ve kurallar ile hayat üretmeleri mümkün. Çünkü insan evinde daha şairane konaklayabilir, okulda daha özgürce öğrenebilir ve öğretebilir, işyerinde bir sanatçı gibi üretebilir, sokaklarını açık hava müzesine, canlı bir doğaya, kentsel mekânı insanların karşılaşma ve etkileşme alanlarına dönüştürebilir. Her zamansallık ve mekânda sömürü, tahakküm ve baskı karşısında direnebilir.
Sonsuz sayıda düşünce ve eyleme seçeneğimiz olduğunu fark etmemiz ve tüm insani güç ve yetilerimizle, ‘Ötekiler’le buluşarak “şimdi ve burada”nın hakkını vermemiz gerekiyor.
Dipnotlar:
(1) <http://www.aslierdogan.com/koseyazilari.asp?p=36&id>=, 15.07.2019
(2) <https://t24.com.tr/k24/yazi/guzel-sureyya,2261>, 15.07.2019.
(3) <https://t24.com.tr/haber/kemal-kilicdaroglu-ne-isi-var-demirtas-in-hapiste,826997>, 15.07.2019.