Ertuğrul Kürkçü
Shakespeare’in ünlü trajedisi Hamlet, 13. yüzyılda Danimarka sarayını kana bulayan iktidar kavgalarının öyküsüdür. Oyununu baş karakterlerinin tumturaklı sözleri, asalet gösterileri, yiğitlenmeleri, yazıklanmaları, derin hissiyatlanmalarıyla ören Shakespeare sarayın halkın gözündeki değerinin ne olduğunu dile getirsin diye sözü bir köylü-askere bırakır: “Danimarka devletinde kokuşmuş bir şey var…”
Prens Hamlet’in trajedisi, babası Danimarka Kralı Hamlet’i öldürüp annesi Gertrüd’le evlenerek krallığı gasp eden amcası Claudius’tan intikam almak için babasının ruhuna verdiği sözü bir türlü gerçekleştiremeyişindedir. Mütereddit hamleleriyle amcasının tuzağına düşmekten kurtulamaz, can verirken Claudius’u da öldürür ama çok geçtir; amcası ve kendisiyle birlikte annesi ve krallığının da sonu gelir. Oyun biterken Danimarka, Norveç Kralı Fortinbras’ın hâkimiyetine geçmektedir.
Üçüncü yılına bir kan deryasından geçerek vardığımız 15 Temmuz’un TBMM’deki tartışılma bağlamına bakınca siyasi edebiyata yerleşmiş replikleriyle birlikte “Danimarka Prensi Hamlet’in Trajedisi” akla geliyor ister istemez. (<https://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem27/yil2/ham/b10201h.htm>) Muhalefet partileri “Olmak ya da olmamak” diye sayıklıyor gibiler: Gasp ettiği krallığı baba katilinden geri almak için hamle mi etsinler yoksa mutlakiyeti Claudius’la hangi şartlarda paylaşacaklarına dair örtük bir müzakere mi yürütsünler; Kral Hamlet’in ruhuna verdikleri sözde mi dursunlar yoksa bir fatiha okuyup “Krala Allah rahmet eylesin” mi desinler?
TBMM’de artık “kontrollü darbe”den, “darbe içinde darbe”den söz eden yok. “Yeni normal”i AKP Grup Başkan Vekili Mehmet Muş dikte ediyor: “15 Temmuz 2016’da Türk milleti, vatanımızı işgal etmek isteyen darbeci hainlere geçit vermemiştir (…) hain darbecilerin planlarını boşa çıkarmıştır.”
İtirazı olan? Yok!
Oysa, HDK ve HDP 15 Temmuz’un sisleri henüz dağılmamışken, gelecekte olgularla doğrulanacak bir alternatif anlatıyı sıcağı sıcağına inşaya başlamıştı. HDK Eş Sözcüleri (Koçyiğit, Kürkçü) 17 Temmuz 2016’daki basın açıklamasında “Olayların gidişi, hükümetin ve Saray’ın olacaklara ilişkin olarak toplumla paylaşmadıkları bir istihbarat ve öngörüye sahip olduklarını, isyanı Cumhurbaşkanı ve diğer hükümet yetkililerini güvenli alanlara çekerek karşılamaya hazırlandıklarını, isyanın bastırılmasını, rakiplerinin tasfiyesi ve Erdoğan’ın ‘tek liderlik’ hamlesi için bir kaldıraç olarak değerlendirmeyi planladıklarını gösteriyor” diyorlar ve 15 Temmuz’un Erdoğan’ın önderliğinde yürüyen darbe sürecinde patlak veren bir çatışma olduğunu teşhis ediyorlardı: “15 Temmuz’un bastırılması, Türkiye’yi bir ‘darbe’den kurtararak ‘demokrasi’ ve ‘halk egemenliği’ne iade etmiyor. Türkiye 8 Haziran 2015’ten bu yana Tayyip Erdoğan önderliğinde bir darbe sürecinden geçiyor: (…) 1 Kasım ‘silahlı seçimleri’yle darbe sürecinin birinci aşaması geçildikten sonra Davutoğlu kabinesi düşürülerek, hükümetin Binali Yıldırım eliyle Saray’a bağlanmasıyla ikinci aşama tamamlanmıştı. 15 Temmuz isyanı, silahlı Kuvvetler ve Yargıdaki tasfiye operasyonlarıyla Saray darbesinin üçüncü aşamasına geçilirken patlak verdi.” <https://www.halklarindemokratikkongresi.net/haber/saray-toplumun-15-temmuza-karsi-koyusunu-istismara-kalkismamali/1533>
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da, OHAL’in üçüncü ayı dolarken 4 Ekim 2016’da TBMM Grup toplantısında aynı çizgi üzerinde şunları söyleyecekti: “Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük kumpaslarından biriyle karşı kaşıyayız. Darbe içinde darbeyle karşı karşıyayız.”
Örneğimize geri dönecek olursak millet, muhalefetin bir nevi alaturka Prens Hamlet olmasını değil, kralın katilinin işlediği cinayetin hesabını vereceği, HDK ve HDP’nin üç yıl önce belirledikleri siyasi çizgide sebat etmesini bekliyor. Belâgat, höykürmeler, sert bakışlar, manâlı laflar, derin analizler mücadelenin demirden mantığını ikame edemez. Demokratik kampın öncüsüne yakışan, halkların seçimlerle kendisine verdiği göreve layık olmak, Prens Hamlet’in yapamadığını yapmak, “Danimarka devletinde kokuşmuş olan şey”in üzerine gitmektir.