Bin dokuz yüz doksan iki yılının temmuz başları. Farklı illerde üniversite okuyan arkadaşların yuvaya döndüğü, yaz mevsiminin yeni boy vermeye başladığı demler. Evlerimize ulaşıp aile ile hasret gidermemizin ertesi günü her yaz çarşı merkezinde buluştuğumuz kahvelerde soluğu alıyoruz. Cep telefonu yok elbette, ev telefonu da çoğumuzun evinde yok. Her gelen, gelenler bir diğerini bu kahvelerde bekliyor akşama kadar. Ara ara çıkıp Bitlis Çarşısı’nın iki ana caddesini boydan boya birkaç kez turluyoruz. Temmuz aynın ortalarına varmadan grubumuz on beş yirmi kişiye ulaşıyor. Bir araya geliyor, siyasi gelişmeleri tartışıyoruz, herkes kendi üniversitesinde yaşananları anlatıyor, Bitlis’te neler yapabileceğimizi konuşuyoruz. Bu arada polisin dikkatinden kaçmıyoruz, oturduğumuz kahvelerde yan tarafımızda davetsiz bir misafirin belirişine, yahut tur atarken arkamız sıra tanımadığımız birilerinin bize eşlik edişine içimizi hafif bir korku tırmalasa da çok aldırış etmiyoruz. Bir arada oluş bize müthiş bir güç veriyor. Doksan iki temmuzunda hepimizin içinde ayrı bir heyecan vardı. O yılın mayıs sonlarında ilk günlük gazetemiz Özgür Gündem Gazetesi çıkmıştı. Kimimiz üniversite okuduğu ilde gazetenin kimi sayılarına ulaşmış olsa da hepimiz heyecanla Bitlis’te buluştuğumuzda birlikte bu gazeteyi almanın, haberleri birlikte okumanın ve bunun tarihi önemi üzerinde konuşup tartışmanın heyecanıyla yanıp tutuşuyorduk.
Bitlis’te tek bir gazete bayii vardı; Devrim Kitapevi. Özgür Gündem Gazetesi’ni gidip o kitapevinden almak demek polisin radarına direkt takılmak demekti. Bu durumu nasıl aşacağımızı tartıştık, hepimizin deşifre olmasındansa seçeceğimiz iki arkadaşın gidip iki gazete almasını ve mümkün mertebe eğer polis kendisini takip ediyorsa onu atlatarak buluşma noktamıza gelmesini kararlaştırdık. Legal olarak basılan, dağıtılan bir gazeteyi son derece illegal bir iş yapıyor olmanın heyecanıyla on beş gün kadar bu şekilde temin ettikten sonra bu yaptığımızın bir parça korkaklık olduğunu, gazetenin yaygınlaşması ve halkın cesaret edip gazeteyi alabilmesi için hepimizin gidip tek tek gazeteyi satın alması gerektiğine karar verdik. Kararlaştırdığımız gibi de yaptık. Bu duruma en çok kitapevinin sahibi şaşırmıştı. Uzun yıllar geçmiş adını hatırlamıyorum. Her birimizin içeri girip gazeteyi isteyişinde muhtemelen aynı şekilde ağzı açık bir şaşkınlık yaşıyordu.
Bir süre sonra gazeteyi almanın yeterli olmayacağını, gazeteyi alıp gidip gizli gizli okumanın da bir çeşit korkaklık olduğunu konuştuk ve gazetemizi aldıktan sonra her birimizin gidip bir kahveye oturarak gazeteyi açıktan okumasına karar verdik. Bir sonraki aşamada kahvelere ikişer kişi gidip gazeteyi birbirimize yüksek sesle okumaya başladık. Bu eylemelerimizin, gazetemizin Bitlis’te legalleşmesine ve yaygınlaşmasına illa ki katkısı olmuştur diye düşünüyorum. O zaman ise bu yaptığımızın ciddi bir eylem olduğu heyecanını yaşıyorduk. Doksan üç yılının temmuz ayında tekrar buluştuğumuzda Bitlis’te siyasi atmosfer müthiş derecede ısınmış, gençlerin devrimci mücadeleye inanılmaz ilgisi gelişmiş, bizim o ciddi bir cesaret saydığımız bir nevi gazete dağıtımcılığının kat be kat ötesinde şeyler yapıyorlardı. Ferhat (Tepe) doksan iki temmuzunda bize takılan bir arkadaşımızken, doksan üç temmuzunda onunla karşılaştığımızda gözü pek, haberden habere koşturan bir gazeteci olmuştu. Bizim korka korka okuduğumuz gazetenin içinde boy veren her birini yaparken kelle koltukta gezmeyi gerektiren haberleri yaratanlardan biriydi. Doksan üç temmuzunun sonuna vardığımızda yanımızdan kalkıp giden Ferhat’ın kaçırılma haberini ertesi gün, ölüm haberini ise bir hafta sonra aldık.
Kürt basını, dünya basın tarihinde eşine az rastlanan vahşi saldırılar dalgası altında muazzam bir direnişle gerçeğin karartılmasını engellemiş, bu uğurda onlarca can vermiş, işkence ve hapishanelerle sınanmış bir basın geleneğine sahiptir. Ne yazık ki bu özgür basın geleneğinin tarihi birkaç kitap ve bir iki film dışında hakkıyla anlatılabilmiş değil. Özgür basın geleneğinin ille de bir belgesel filminin, bir sinema filminin yapılmamış olması çok büyük bir eksiklik. Metin Ewr’in festival macerası devam eden kısa filmi “Çerx”, bu nehirleri yaratan damlacıklardan bir tanesi.