Neo-liberal ekonomi ve siyaset çok büyük değişimler geçirdi, ancak şu an bir krizle karşı karşıya. Daha doğrusu etkisini giderek yitiriyor. Hem şirketler nezdinde, hem de devletler nezdinde eski itibarına sahip değil. Lakin yerine konulan alternatif de maalesef henüz bir kalıba oturmadığı gibi pratikte de pek makul değil. Mevcut olana eleştirel yaklaşanlar neredeyse neo-liberalizme özlem duyacak.
Bazı şirketlerin uluslararası düzeyde hegemonyasını yayması, tekelleşmesi, rakiplerine nefes aldırmaması bizatihi neo-liberalizmin savunucusu olan kendilerini boşa çıkarıyor. Yazılım, medya, otomotiv, ilaç ve kimya sanayi, silah üretimi ve ticareti, ağır endüstri, petrol ve enerji kaynakları, giyim ve moda ve de gıda ve tüketim söz konusu olunca tamamen belli başlı tekellerden bahsedebilir. Google, Facebook, Twitter, General Motor, Volkswagen, Toyota, Reuters, CNN, BBC, Al Jazire, H&M, C&H, Nike, Adidas, Jackwolfskin, Nestle, McDonald’s, KFC, BP, Shell, Exxon Mobile, Aramco, Rosneft, China Oil, Siemens … gibi marka olarak artık günlük yaşamımızın bir parçası olan işletmeler adeta ahtapotun kolları gibi bireysel yaşamımızdan başlayarak bütün dünyayı sarmış, hakimiyetini kurumsallaştırmıştır.
Bir otomobil firması tüm parçalarının üretimini neredeyse 52 ülkede gerçekleştirirken, istediği üretim fiyatlarını, kaliteyi ve çalışma şartlarını dayatmaktadır. Bu ağı çözüp alternatif üretmek adeta imkansızdır. Aynı şekilde tüketim ağını da örmüş, şubeler, bayilikler, bölgesel temsilcilikler, devletler bazında merkezi pazarlama kurumları, ve ana firmanın stratejik planları global ölçekte çok ince örülmüş, hükümetleri, siyasal güçleri, yerel sermaye birimlerini etkilemekte, yönlendirmekte, tüketicilerin alım gücü ve kararlarını şekillendirerek sistemlerinin içinde tutmaktadırlar.
Artık şirketler merkezlerinin bulundukları hükumet ve devletten bağımsız olarak başka devletlere ambargo uygulayabilecek, ekonomisine, karar birimlerine, yönetim erkine müdahale edebilecek duruma gelmişlerdir. Diledikleri gibi olmaz ise paramiliter güçleri, ilişkileri üzerinden provokasyon, müdahale ve karşı müdahale gerçekleştirip sistemi kendi çıkarlarına uygun ayarlayabilecek duruma gelmişlerdir.
Zaten, şiddet mekanizmaları ve sistemlerine gerek kalmadan, reklam, sponsorluk, tanıtım, medya kullanımı, eğitim, trendler, düşünsel kodlar, kültürel sinyaller yaratarak insan davranışlarını yönlendirmektedirler. Herkesin beklediği gibi ille de beyne chip takmaya gerek kalmadı artık. Olan oluyor zaten.
Devlet sistemi de neoliberal siyasetten uzaklaşıyor. El-Kaide’nin İkiz Kuleleri vurmasıyla başlayan süreç, DAİŞ benzeri radikal İslami güçlerin yükselişi, göçmenlerin gelişmiş ülkelerde karşı reaksiyonlar ve milliyetçiliklerin artması gibi nedenlerle devletler güvenlikçi politikalara geçtiler. Demokrasi güçleri, siyasal partiler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları, hakları savunucuları güç kaybederken, güvenlik bürokrasisi, istihbarat birimleri, ordu güçleri, polis güçleri yükselişe geçti. Bütçe payları, sayıları, eylemleri, baskıları daha da arttı.
Gözetleme, denetleme, yönlendirme, müdahale etme babında birey özgürlüğünü, toplumsal yaşamı ciddi denetime aldılar. Hayatın her alanına müdahale etmektedirler.
Sivil hükümetler dahi fiili olarak güvenlikçi birimlerin, şirket yöneticilerinin çıkar ve perspektiflerine göre hareket etmek zorundadırlar.