Özgür Aryen
Kelebek mevsimi başlamış. Doğa canlanıyor. Renkler açığa çıkıyor. Gölgeler siliniyor, bulanık suretler uzaklardan belirmeye başlıyor. Kozadaki kelebek, değişim sancısını bir sonraki değişim mevsimlerine taşırken yeninin heyecanını yaşıyor. Uçuşunun içindeki karmaşa ve ahengin nedeni budur belki.
…ve tabi ucunda mesafelerin bükülmesi, özlemlerin ortadan kalkması ve hepsinden önemlisi özgürlüğün tohumlarının toprağa dökülmesi varsa karmaşa ve ahenk ne güzel kelimelerdir. Bir çiçeği doğuran da tohumun içinde yaşadıkları değil midir? Kim bilebilir bunu?
Çoğu kez toprak altında kalmış gibi bir hissiyat da yaratmıyor değil. Bunalım süreçleridir, kendini hissettirir. O anlar, içinde bir potansiyel olarak çok fazla ihtimal taşır. İhtimallerin belirginleşme süreçleridir geçiş zamanları. ‘Biri devrilip biri başlar’ yanılgısını yaşamamanın özlemi çekilir. Önümüz bahar. Kış devrilmese de, kendisini renklerin özleminde eritiyor. Baş döndüren güzellikte bir döngü bu.
Doğada her ânın direnişi, her ânın dirilişi anlatmadığını kim iddia edebilir? Var oluşun kendine has bir sızısı var ve özellikle baharın her lahzasında kendini çok daha fazla hissettirir. Oluşumun dili her yerde. Okumasını bilene zaman anlamsızlaşır. Çünkü oluşumun dili bütün zamanlarındır. Uzak geçmişin, şimdinin, uzak geleceğin. Geçmişi dünden, geleceği yarından ibaret olmayanların yaşadığıdır baş döndüren kaos!
(…)
Etrafta tüm bahçeler alt üst olmuş durumda. Kışın yorgunluğunu taşıyor besbelli. Fakat içten içe bilir belki de bahçe; kışın alt üst olmadan bahara hazır hale gelemez. Baharda çiçeklenmek için büyük bir karmaşa yaşamalıdır. Yaşamasa o bahar bir bahçe olarak dahil olamaz bütün bir akışa.
Tanıdık geldi mi? Bahara hazır hale gelmek için alt üst olmuş bahçeye benzemiyor muyuz biz de? Belki biraz daha fazla hızlı bürünmek isteyen. En hakiki aciliyetimiz de budur işte; devinim… Bir başka güzel kelime de devinimdir. Onsuz bir varoluş sakat doğum gibidir. Kendini törpüleyerek esas benliğini yakalayamaz. Esas benliğini yakalaması, kendi içine doğru kanat çırpmasıyla mümkün kılınır. Derinlerinde bir yerde tekillikten öylesine uzak bir hakikat vardır ki, insanın içindeki toplum böyle açığa çıkar. Yalnızlık silinir. Hakikat, insanın içinden çoğullaşarak doğar. Bu yüzden güzeldir devinim. Çünkü biraz da devrime benzer. Çünkü devrim bütün izbe karanlıkları silerken güneşi bir başka doğurur. Adanın dışına taşır anlam yükünü insanlığa taşıyanların bedenlerini de.
Değiştikçe güzeli arayan bir halet-i ruhiye insanın en ücra köşelerini besler. Moralimiz, coşkumuz, bütün büyük sızılara rağmen birbirimize böylesine büyük bir inançla akışımız bundandır. Bu yüzden her şey çok daha sahici buralarda. Daha el değmemiş. Bakir yarınları arzularken, bunun savaşını verirken ölüm denen karanlık örtüye gülümseyerek bakmamız da bundan, kimsenin inanamadığını, düşleyemediğini başarmamız da bundan.
Canlar toprağa düşüyor ama yitip gitmiyor. Anlamın en saydam halidir görünen. Kim ki toprağa düştüğünde tohuma dönüşürse, maneviyatı tükenmemiştir. İçindeki yangın dinmemiştir. Toprağa her düşen, bir düş daha devrediyor ardılına. Uğruna savaş verilesi bir düş. Bir yanımız hüzün dalgasına kapılıyor ama o düşe sahip çıkmak ölümü öldürüyor. Her gün. Hiç ara vermeden. Varsın görevini yapsın zulmeden diyoruz. Bizi toprağa düşürse bile tohum olup toprağa düşer sonra da çiçek açarız biz. Sonra bir tohum daha düşüyor toprağa. Hayranlıkla çiçek açışını izliyoruz. İçimizde yine ruhumuzu daraltmayan, ateşi harlandıran o anlam yüklü hüzün. Mütemadiyen susuyoruz böyle durumlarda. Herkesin içinde kulakları sağır edecek isyan çığlıklarıyla susuyoruz. Mutlak yalnızlığın çoğula bürünüp sona doğru ilerlediğini bilerek. Ne olursa olsun doğru yürümeyi becerebilen ayaklarımıza şükrederek. İrade böyle dışa vuruyor kendini…
(…)
Bahara hazır hale gelmek için alt-üst olan bahçe bir de dağların yamacındaysa anlam yitimi nedir bilmez. Bağrına düşen her tohumla maneviyatı daha da büyütür. Bilir bahçe; sırtını sağlama yaslamıştır. Herhangi bir illet kök salmaz toprağında. Arınmanın en yalın halini yaşar. Çünkü dağ bir karmaşadan ibaret değildir. Dağın ruhu onunla var olanların, onu var edenlerin içinden taşar. Çünkü bilir; dağ öyle kendisine çizilen sınırları yırtarcasına başını göğe doğru uzatırken bir dirhem de umut olur onunla var olanlara. Dağ insanının başını kim eğebilir? Git gide ona benzemiştir. Dağ gibi dik tutar başını, onun gibi heybetlidir artık. Ölüm ölmüştür buralarda. Sessizdir, bir o kadar kararlıdır buranın insanları. İnançlarının tılsımı tarihin kendisine kafa tutarken yüzlerinden okursunuz anlamın gücünü. Hakikattir heybelerinde taşıdıkları. Dirençtir zihninden taşanlar. Anlama büründürüp diline döküverir. Ne konuşursa odur artık. Bambaşka değildir yaşamı.
Önümüz bahar. Bir mühür vurulacak tarihe. Hiç kaybetmediğimiz inancımızı her zamankinden daha diri tutmanın zamanlarındayız. Bir son biçilmişse bize, güzellikleri kahredecek kadar gerçek; bir heyuladan ibaret anı olarak kalacak yarınlara. Çünkü bu son kendini yiyecek, bu son kendini tüketecek.
Sonra bir mühür daha vurulacak tarihe. Dağların mührü olacak. Her zamankinden daha büyülü olacak. Sonu yeniden yazacak bu mühür.
*Yüreklerinde dağların baharını, heybetini taşıyan, duvarları zihinlerinde paramparça etmiş olan zindan direnişçilerine…