Bir çocuk vardı on beşlerinde, zayıf, çelimsiz bir çocuk. Arkadan kollarını büküp kırmış, işkence ederek gözaltına almıştı hani kerli ferli polisleriniz. Hatırlıyor musunuz o çocuğun acıdan büklüm büklüm olmuş yüzünü, gözlerine hücum eden gözyaşlarına doluşan öfkeyi? O çocuk nerede şimdi biliyor musunuz? İyi bilirsiniz nerede olduğunu, bir dalını kırdığınız her çocuğun hangi dağlarda bin bir çiçeğe durduğunu iyi bilirsiniz. Dilerim, dileriz ki bahçeniz bahar görmesin, hasret kalın bir tek çiçeğin kokusuna. Taş atan çocukları hatırlıyor musunuz? Ya taş atan çocuklar için çıkardığınız yasayı? Demir çelik yığını panzerlere atılan bir taş için tutuklanan, yıllarca hapis cezası alan, çocukluklarını çaldığınız çocukları? Panzerde bir sıyrık bile oluşturmayan taşlar için çocuklara cezalar yağdırırken, o çelik yığınlarının sokak aralarında oynayan çocukları altına alıp çiğneyişine, onlarca çocuğu katletmesine bırakalım ceza vermeyi çoğu zaman soruşturma bile açmayışınızı? O çocuklar, işkenceli gözaltı merkezlerinizden, koyu karanlık zindanlarınızdan çıktıktan sonra ne yaptılar, nereye gittiler biliyor musunuz?
Dilini yasakladınız bir halkın, sözcüklerini tutukladınız, her bir Kürdün ağzının önüne bir jandarma diktiniz, evinin içine karakollar kurdunuz. Utanmazca meclisinizde bu halkın dilini “bilinmeyen” dil diye tutanaklara geçirdiniz, geçiriyorsunuz. Vazgeçti mi bu halk dilini sahiplenmekten? Siz “bilinmeyen dil” dediniz diye dilini bilmedi mi, konuşmaktan vaz mı geçti insanlar? Aydınlarını, yazarlarını, gazetecilerini, sanatçılarını tutukladınız, işkencelerden geçirdiniz, öldürdünüz. Gerçeğin peşinden koşmaktan, Kürdün gerçeğini, kolonyalizmin vahşetini anlatmaktan, Kürdün hakkını savunmaktan vazgeçirebildiniz mi bu aydınları? Kürtçe kitapları, Kürtçe filmleri, Kürtçe oyunları, Kürtçe şarkıları yasakladınız. Islığı, halayı bile Kürtçe diye yasakladınız, ceza verdiniz. Film yapmaktan, kitap yazmaktan, oyun oynamaktan, şarkı söylemekten vazgeçirebildiniz mi peki? “Türk, etnik bir kimlik değildir, bu ülkedeki bütün etnik kimlikleri kapsar” deyip sonra da bir halk olmanın, bir ulus olmanın bütün tarihi, kültürel haklarını, eğitim hakkını, var olma hakkını sadece Türklük etnisitesine hak görüp diğer bütün dilleri, kültürleri, tarihleri yok saydınız, yasakladınız hayasızca, ikiyüzlüce. Vaz mı geçildi tarihinden, kimliğinden, varlığından?
Şimdi yine yeniden bir çocuğun gülüşünü tutukluyorsunuz. Halkın demokratik özgür iradesine el koyan gaspçılığınıza direnen, hile, desise, yalan, dolan ve talanınıza isyan eden bir çocuğun yüzündeki gülüşü tutukladınız. Bahçeniz bahar görmesin, bir tatlı gülümsemeye hasret kalsın, kötülüğünüzün çirkinliğinde kuruyup kalsın yüzünüz. O çocuğun o mağrur ve özgür gülümseyişi, halkının yüreğine bin bir renkli baharlar getirmiştir bilesiniz. Bu baharlarda koca bir halkın özgürlük umudu saklıdır bilesiniz. Karanlık, soğuk, karakış zindanlarınıza koyduğunuz özgür gülüşlü çocukların düşlerinde dağların ardı bahardır bilesiniz. Bunlar ateşin ve güneşin çocuklarıdır, bilesiniz. Kışlardan bahar, öfkeden umut sağarlar, bilesiniz.
Ruhlarında güneşin sıcağı, yüreklerinde özgürlüğün alevi dörtnala at süren bir halkın özgürlüğünü kim engelleyebilmiş, dönüp uzak ve yakın tarihe bir bakın. Başka halkları tutsak tutabilmek uğruna kendi halklarının felaketini hazırlayan iktidarlara dönüp bir bakın. Dönüp bakın bu halkın bilgelerinin sözlerindeki; şairlerinin şiirlerindeki onur, adalet, direniş ve özgürlük manifestolarına. Ahmed Arif’in şiiri ile sana nazire yapmak ne güzel olur, direnişin manifestosunu gülüşüyle yazan çocuk.
Binlerce yıl sağılmışım, / Korkunç atlılarıyla parçalamışlar / Nazlı seher sabahı uykularımı / Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar, / Haraç salmış üstüme. / Ne İskender takmışım, / Ne şah, ne sultan. / Geçip gitmişler gölgesiz./ Gözlerinden gözlerinden öperim / Bir umudum sende anlıyor musun?