Türkiye coğrafyası doğal alanlarıyla birlikte kentsel alanlarda yaşayan insan ve diğer canlılar topyekûn büyük bir sermaye saldırısı altında inim inim inliyor. Pandemi sürecinde bile sermaye kesimleri kazançlarını katlarken emekçi sınıflar ise her geçen gün daha da yoksullaşıyor. İktidarın pandemi nedeniyle halka dağıttık dediği 661 milyar lirayı başta şirketler olmak üzere bankalardan alınan kredilerinden ibaret olduğu, hibe desteğinin ise 9 milyar lirada kaldığı bir gerçek. Ancak yapılan açıklamada, 661 milyar lira sanki halka hibe edilmiş gibi ifade edilirken, benzer vurgular iktidar tarafından sürekli olarak kullanılıyor. Marmara Denizi’nde ortaya çıkan müsilajla ilgili hiçbir sorumluluk duymayan iktidar, tüm sorumluluğu İstanbul Belediyesi’ne yıkma girişimini demagojilerle süsleyip süreci idare etmeye çalışıyor. Marmara’nın ölü bir denize dönüşmeye başladığı uzun yıllardır sürekli belirtiliyor olmasına karşın atıkların denize deşarjına devam eden iktidar, dünyanın en kirli nehri olarak nitelenen Ergene’nin Marmara’ya deşarjını bu süreçte gerçekleştiriyor. Marmara’yı 3 ayda kurtaracağız iddiasını neye dayanarak yaptıkları belli olmasa da yine aynı şeyi yani demagojik söylemlerle yalanlarına devam ediyorlar.
Diğer yandan Ulaştırma Bakanı, Kanal İstanbul’un Marmara’yı kurtaracağını açıklarken gerçek dışı bir beyanda bulunabiliyor. Bilim insanları Kanal İstanbul’un Karadeniz’e akan başta Tuna Nehri olmak üzere Karadeniz’e atık taşıyan birçok nehrin kirliliğinin kısa yoldan ve yoğun bir biçimde Marmara’ya taşıyacağını belirtiyor olmaları zatı muhteremleri ilgilendirmiyor.
Onlar bildiklerini okurken, yalan üzerine kurdukları sistemin artık iler tutar bir yanı kalmamasına karşın üst perdeden atmaya devam edebiliyorlar. Kanalın çevresine 500 bin nüfuslu 2 kent oluşturulmasını İstanbul’a güzellik katacak vurgusuyla yaparlarken güzellikten anladıklarının betondan başka bir şey olmadığını ortaya seriyorlar. Galata Kulesi’ni bile satmayı başarmış olan Türkiye’nin en büyük dolandırıcısı Sülün Osman’a adeta taş çıkarıyorlar.
Bu dönemde birçok saçmalıkla boğuşurken, bazı önemli şeyleri ise atlayabiliyoruz. Örneğin termik santrallerin bacalarına filtre takma zorunluluğu getiren iktidarın gücü özelleştirmeyle satılan 13 termik santrale yetmediği görülüyor. Bu 13 termik santralin çevre mevzuatı açısından uyması gereken hiçbir şeye uymuyor olması bize garip gelebilir. Bu santraller satılırken kapı arkalarında nasıl bir alışveriş döndüğünden habersiz olmamız, gerçeği görmemize engel teşkil etmiyor. Bu uygulama santrallerin patronlarına ‘özelden’ her türden özgürlük tanındığını göstermeye yetiyor.
Diyarbakır Dicle’de 10 gündür süren orman yangınına müdahale etmeyen iktidar halkın yangını söndürme çabasını da engelliyor. Diğer yandan orman varlığını arttırdıkları iddiasında bulunarak kendilerine ‘Çevrecinin daniskasıyız’ yakıştırmasını yapabiliyorlar. Türkiye’de gerçek anlamda çürümüşlüğün daniskası yaşanırken, bu çürümenin pansuman tedbirlerle yok edilemeyeceği gerçeği ile yüz yüze yaşıyoruz. Yeni bir yaşam hedefine kilitlenmekten gayrı hiçbir yolun olmadığını ise belirtmek gerekiyor. Sedat Peker’in ifşaatlarına değinmeyi ise midem maalesef kaldırmıyor.