Roman küçük bir kızın şiddet tarihinden başlıyor: Ailenin şiddeti ve devletin şiddeti. Küçük bir kız ailesini, toplumu, erkekleri ve devleti ve onların dedikleri ile yaptıkları arasındaki açmazları görüyor. Bazı çocuklar vardır, her talihsiz olayın şahidi olurlar hem de hiç şaşmadan
Ahmet Güneş
Zamanlar vardır; ne olursa olsun asla akıldan çıkmayan ve bir ömür süren. Herkesin zamanı farklıdır ve herkes kendine göre de hatırlayabilir, haktır bu. Unutmak da öyle, birilerine yaşamsal birilerine de ölümcül olabilir, bu da haktır. Zaten zamanın hatırlama ve unutmanın da başlangıcı ve sonu vardır. Badireler atlatılmış, ölümlerden dönülmüş ya da tüm bunların tersi neler yaşanmışsa da şairin dediği gibi “gökyüzü gibi bir şey” olur ve insan nereye giderse gitsin hep ve her yerde görür.
Şule S. Çiltaş’ın geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Cunta Kızı’ romanını okurken bunları düşündüm. Mümkündür; bu kitabı okuyan herkes illaki hayatındaki bazı dönüm noktalarını, eşikleri, yaraları ve yaralayanları hatırlayacaktır. Cunta Kızı da böyle bir roman, bir hatırlama romanı. Nitekim yazar da diyor; “Küçük bir kızım ve her şeyi biliyorum.”
Yazar Çiltaş’ı okurlar çevirdiği kitaplardan tanıyordur. Ben de en son kendisinin Jean Baptiste Del Amo’nun ‘Hayvan Hükümranlığı’ adlı roman çevirisini okumuş, çeviriyi çok da beğenmiştim, zira zor bir roman. Evet, Çiltaş çevirmendir, şimdi de ilk romanı yayınlanmış bir yazardır. Kuşkusuz bu ilk romanda, Çiltaş yılların çeviri uğraşının tecrübesinden faydalanmıştır. Çünkü bu ilk romanın ustaca ve sabırla yazıldığı daha ilk sayfalarda belli oluyor.
Roman küçük bir kızın şiddet tarihinden başlıyor: Ailenin şiddeti ve devletin şiddeti. Küçük bir kız ailesini, toplumu, erkekleri ve devleti ve onların dedikleri ile yaptıkları arasındaki açmazları görüyor. Bazı çocuklar vardır, her talihsiz olayın şahidi olurlar hem de hiç şaşmadan. Bu tanıklık insanı yalnız bırakır, yalnız kalmak istediğinde ise kalabalıklaştırır. Çiltaş’ın karakteri de olanların tanığıdır, yükü ağır bir çocuktur yani.
Başlıklar ve metni destekleyen dönemin resmi belge ve konuşmalarıyla örülen roman, belli ki dikkatli okurları bekliyor. Zengin bir dil ve monologlarla başlayan kitapta, 12 Eylül Askeri Darbesi’nin öncesine gidiyoruz. Her şey sırayla; keder, sevinç, yas, hafıza, duyular ve duyurular. Kişiler nasıl ve neden bir araya gelip bir aile oluyor, sonra devlet bu ailelere neler yapabiliyor? Bunları düşünüyoruz ve Çiltaş’ın kısa ve vurucu şu sözlerine denk geliyoruz; “Gözlerinden, kuş olup kanatlanacak kadar özgürlüğü sevdiği anlaşılan bir kadın. Kendi yoksunluklarından başı dönmüş, her biri farklı doğadaki üç çocuğunu, hiç geçmeyen bir sinir bozukluğu ve inatla aynı nizama sokmaya çalışan bir baba. Bizi neden dünyaya getirdiler acaba?”
Böyle kallavi diyaloglar ya da salvolarla romanın birçok yerinde karşılaşıyoruz. Okura kâh bir manzara sunan kâh bir sızı bırakan anlatımıyla ilerleyen roman bizi küçük bir kız çocuğundan bir köyde yaşayan dul bir kadının geçmişine götürüyor. Hikayeler insanın üzerine şiddetle gelirken, yabancılığı duyumsatıyor durup dururken. Zaten yabancılaşma da zamanla ama aniden olan bir şey değil mi?
Duyuların betimlenmesi
Romanda bir diğer dikkat çeken şey de okurken farkına vardığımız dikkat çekmediğimiz şeyler. Dönemin eşyasının tahribine, dönemin insanının duyularının tahrifine kadar birçok ayrıntıya denk geliyoruz romanı okurken. Çiltaş’ın duyuların değişmesini betimlemesi ile bir masanın pürüzleşmesini anlatırken kurduğu zengin dil ve atmosfer, insanın elindeki kitaba ara verip etrafına bakmasını istiyor. Yokuşlar, yağmurlar, ipler, oyunlar, gecekondular, apartmanlar, garnizonlar ve üniformalar. Ve elbette bir şiddetin tarihi.
Yaklaşan darbenin bir aile üzerindeki etkisi, darbenin kavurduğu sokaklar, insanların emek ve devrim kavgası, sınıfın öfkesi ve devletin sopası ‘Cunta Kızı’nda okurun üstüne geliyor. Masallar şivelere, hisler sokaklara karışıyor bu romanda. Aynı zamanda bir bütün gibi görünen bir ailenin tek tek yalnızlıklarını küçük bir kızın gözlerinden okuyunca, gaddarlıkların ve hoyratlığın insan üzerindeki etkisine bakıyor oluyoruz. Tanımlar sert, betimlemeler net ve anlatılan dert de ayan beyan ortaya dökülüyor ve tarifine kavuşuyor: “Biz buyduk işte… Yıkılacağımızı sandığımız için direnmeye korktuğumuz şeylere katlanırken, katlandığımız şeylerin aslında korktuklarımızın çok üzerinde olduklarının, çok daha fazla direnç istediklerinin farkında değildik.”
İz bırakacak
Yoksulluktan asker olmuş bir babanın, Kürtlükten ‘yabancılığı’ asla bitmeyen bir annenin ve abilerinin türlü serüvenleri arasında insana ve topluma bakan bir kız çocuğunun keskin ve acımasız gözlemlerini okuyoruz bu kitapta. Ara sıra kitaba mola verirken, bunca yoğun anlatımı 124 sayfaya sığdıran yazarı tebrik ediyorsunuz içinden. Köy evlerinden şehrin sokaklarına kadar detayları okura hissettiren Cunta Kızı belli ki yerli edebiyatta bir iz bırakacak şimdiden.
Bir darbe romanının ötesinde, demlenmiş, çok cümle düşünmüş ve düşürmüş, neler neler elemiş bir ilk roman yazdı Şule S. Çintaş. Ve tabii bir çocuğun dünyasından çocukluğun dünyasına sık sık pencereler açarak. Döneminin ve sınıfının çocuklarını şöyle tanımlıyor Çiltaş: “Kendi kendilerini bağırlarına basan çocuklarız biz.”
En sonda söyleyeceğimi geleneği bozmadan en sona sakladım. Çiltaş belli ki dikkatli okur istiyor ve zevkli okur. Yolu açık, okuru bol olsun.
Kimdir?
Ankara’da doğdu. Felsefe, tarih, edebiyat, çizgi roman dahil geniş bir alanda kitaplar çevirdi ve yayıma hazırladı. Fransızcadan dilimize kazandırdığı yazarlar arasında Voltaire, Michel Foucault, Paul Nizan, Maurizio Lazzarato, Didier Eribon, Danilo Kiš sayılabilir. 2013 yılı Ağustos-Eylül ve 2014 yılı Haziran-Temmuz aylarında, Kültür Bakanlığı’nın düzenlediği Çeviri Atölyeleri kapsamında, Fransız Ulusal Kitap Merkezi’nde (CNL) meslek içi seminerlere katılmış, 2015’te Louise Michel’in La Commune Histoire et Souvenirs, 2019’da Pierre Broué’nin Révolution en Allemagne (1917-1923) ve 2023’te Didier Eribon’un Retour à Reims adlı eserleriyle “séjour” bursu almıştır. Çeviri ve yayıma hazırlık çalışmaları yanında K24 internet gazetesinde belirli aralıklarla kitap eleştirileri yazmaktadır. Cunta Kızı ilk romanıdır.