Cemal Süreya, Sezai Karakoç, Ece Ayhan ve diğerleri, şu ya da bu şekilde Cumhuriyet’ten yaralanmışlardır. Herhalde bundandır ki, bir söyleşide Ece Ayhan İkinci Yeni şiirinin Cumhuriyet’le bir hesaplaşma şiiri olduğunu söyler
Hüseyin Kalkan
Ece Ayhan’a göre İkinci Yeniciler “Cumhuriyetten yaralıdırlar”. Bunun anlamı siyasi, ekonomik ve kültürel olarak Cumhuriyet’in kurucu partisinin şiddetine maruz kalmaktır. Bu şiddet sadece çıplak şiddet değildir, kültürel, ekonomik ve siyasi politikaların, insan hayatında yarattığı tahribattır.
‘Onlar vurdu biz büyüdük kardeşim’
Ece Ayhan’ın dönüp dönüp anlattığı çocukluk anısı, Cankurtaran ilk okulunda okurken, Ayasofya önünde halka açık yapılan idamlara sınıfça seyretmeye götürülmeleridir. Dersin adı “Yurttaşlık bilgisi”dir. Öğretmen sık tembihler; “İyi bakın yarın okulda gördüklerinizi yazacaksınız ve çizeceksiniz.” Çağlar ailesi, 1940 yılında geçim zorluğu nedeni ile Çanakkale’den İstanbul’a göçmüştür. Küçük Ece dışında bütün aile çalışmaktadır. “Köydeyken adına Güzel Ayşe adına bir türkü çıkarılan annem Ayşe Deniz, Tepebaşı’ndaki Lala birahanesine ya da az ilerdeki Beşinci dairedeki Novotni çalgılı gazinosuna Nezahat takma adı ile çıkmaya hazırlanıyordu, tam.” (Şiirin Bir Altın Çağı, .18)
Emraz-ı Zühreviye Hastahanesi sonra Zührevi Hastalıklar Hastanesi adını aldı. Şimdi Deri ve Tenasül Hastalıkları Hastahanesidir. Biz Sakızacağı’nda otururken annem bir kez buraya yatırılmıştı. Yol göstericilikle geçinen babam ve annemin bir dostu ile Pazar günü ziyarete gittiğimizi hatırlıyorum…. (Çanakkaleli Melahat’a İki El Mektup, ya da özel bir fuhuş tarihi, Piya Kitaplığı, s. 8) Bu yaşanmışlıklar şiire şöyle girer.
1.Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük kardeşim / Emrazı Zühreviye Hastahanesi’ne kapatıldı anamız / Adıyla çalışan ermiş Sirkeci kadınlarındandır / Şeker atar hala mazgallardan Cankurtaran’da /Acı Bacı’nın acı bilmez uçurtma çocuklarına / Yıl sonu müsamerelerine kimler çıkarılmaz? 2. Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim / Babamız dövüldü güllabici odunlarla tımarhanede / Acaba halk nedir diye düşünür arada işitiği / Dudullu’dan ta Salacak’a koşarak alkışlayalım / Fazla babaları ile dondurma yiyen çocukları / Hangi çocukların neye imrenmesi yalınayak / Şiirdir? (Bütün Yort Savul’lar! s.119)
Ece Ayhan’la ilgili kapsamlı bir portre veya biyografi çalışması henüz yapılmadı. Eğer yapılsa, bu tür anılara bol bol rastlanacağı kesindir, düz yazıları böyle anılarla doludur. “Yoksulluk, harp yıllarının getirdiği sıkıntılar, rejimin dine karşı tutumu, ülkenin içinde bulunduğu genel yoksulluk ve umutsuzluk, ortaokul ve lise müdürlerinin davranışı ve sözleri, ailemde olan ölümlere, bir de küçük ağabeyimin ölümünün eklenmesi, sürekli bir hüznün yüreğime konuk olmasına sebep oldu. Ve bende bir nevi tabiat haline geldi.
(Sezai Karakoç, Hatıralar, Diriliş, s. 34. 13 Mart 1989) Karakoç ailesi dini inançları güçlü ve yoksul bir ailedir, orta okul yıllarında yol bekçiliği yapan Sezai Karakoç, kazandığı parayı ailenin geçimine katkıda bulunmak için babasına verir. Bu yoksulluk Karakoç’un şiirlerine de girer. “Borçlu babanın sesi / Ayın doğduğu saçaktaki komşularla / Kaplumbağa artığı en tatlı üzümlerle” (Sezai Karakoç, Şiirler I, s.20, Diriliş yayınları)
Cemal Süreya, Kürt kökenli olduğu için Cumhuriyet’in tek millet tek bayrak siyasetinden yaralanmıştır. Ayhan, yoksul olduğu için, Cumhuriyet’in, bürokratları gözetleyen ekonomi politikasından yaralanmıştır. Sezai Karakoç’a gelince, Cumhuriyet’in laikliği ve ekonomik politikası onu yaralamıştır. Belki, İkinci Yeni içinde yer alan şairlerin Atatürk ve Cumhuriyet şiiri yazmamaları bundandır. Herhalde bundadır ki, bir söyleşide Ece Ayhan, İkinci Yeni şiirinin Cumhuriyet’le bir hesaplaşma olduğunu söyler. Her üç isimden aldığımız anılar, çocukluk dönemine rastlar. Çocuklukta alınan yaralar derindir. Deva bulmaz. Unutulmaz.
Ya da Mülkiyeli
Mülksüzler İkinci Yeniciler, kendilerini bir Mülkiye olayı olarak da nitelerler. Daha öncede belirtiğimiz gibi, C. Süreya, Sezai Karakoç ve E. Ayhan Mülkiye çıkışlıdır. Belki bu tek başına birşey ifade etmez, daha çok o günün Mülkiyesi’nin canlı entelektüel ortamının üzerinde durmak gerekir. “SBF’nin koridorları hayatımda sözcüğün tam anlamı ile belirleyici bir rol oynamıştır. Sanat oluşumda da, düşüncemde de orada geçirdiğim dört yıl bir doğrultu yaratmış. Oysa ‘camia’ içinde biraz da bir yabancı gibi geçirmişimdir o yılları. Küçük bir entellektüel grup dışında fakültede beni pek tanımazlardı. (Cemal Süreya, Günler, YKY, 75 gün)
“Mülkiye’deki katı ağabeylik sitemini yıkarlar. Alt sınıflar üst sınıflara saygı göstermek zorunda değildir, yemek kuyruğunda sırasını vermek zorunda değildir, artık. Ece Ayhan’nın sınıfı işi daha da ileri götürür, birinci sınıf öğrencileri olarak, son sınıfların salonunda oturup çalışırlar. Bu Mülkiye tarihinde o güne dek, görülmemiş bir olay. ” (Perinçek-Duruer, Şairin Hayatı Şiire Dahil, Kaynak yayınları s. 67)
Bu okulda Cemal Süreya ve Sezai Karakoç’un arkadaşlığına herkes tanıktır. Gülten Akın, “Arka avluda oturur, şiir konuşurlardı hep, Fransız ozanlarından çeviriler yaparlardı, Fransızca çalışırlardı birlikte” diye anlatıyor. (age, s. 75) Mülkiye’nin üçüncü yılında Cemal Süreya fakültenin geleneksel dergisi Kazgan’ı çıkarma işini yüklenir. Maalesef takma adı ile yazılar, şiirleri yayınlanır bu dergide. Fakültenin bir başka dergisi de Mülkiye, Fikir ve Sanat Dergisi’dir. Cemal Süreya’nın, Sezai Karakoç’un ilk şiirleri burda yayınlanır. “Biz üçümüz; ben, Cemal (Süreya), Sezai Karakoç hiç mülkiyete ilişmedik. Bize kızarlar, aptal derler, enayi derler; desinler varsın. Arızi olarak bile mülkiyete ilişmedik. Bu hangi oranda bilinçli, hangi oranda olayların getirmesi, bilemem. Mülkiyet kavramı yoktu bizde. Ben şu anlamda mülkiyete karşı değilim. Ekmeğin ve de rakının boyunca olursa, niye olmasın. İnsanlar orada bırakmıyor. İhtiyacın dışında hükmetmek aracı olarak kullanıyorlar. Onu kullanma hikayesi olursa kızarız tabii. Cemal Süreya’nın 500 liraya ihtiyacı var değil mi, 501 liraya çalışmazdı.(age, s.42)
Cemal Süreya’nın uzun yıllar süren devlet memurluğuna rağmen, bir evi bile olmamıştır. Ece Ayhan, deyim yerinde ise adeta sürünmüştür. Büyük ve küçük iktidarlara boyun eğmediği için. Sezai Karakoç, uzun yıllar bir gecekonduda yaşadı. Şiir kitaplarından başka mülkü yoktur. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca her yıl verilen, “Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’”ne layık görüldü. Sezai Karakoç ödülü almaya gitmedi, ödül töreni yapılmasını istemedi, para ödülünü de, kültür işlerine veya uygun görülecek başka bir alana harcanması için bakanlık tasarrufuna bıraktı. Ödül plaketini ve ödülle ilgili diğer belgeleri eğer posta ile adresine gönderilirse kabul edeceğini bir yazı ile bakanlığa bildirdi.