Yüzyıldır Türkiye’de toplumsal ilişkilerde ve zihniyette egemen olan iki temel paradigma mevcuttur. Bu iki temel paradigma karşılıklı birbirlerini beslerken aynı zamanda resmi siyasette belirleyici durumdadır. İktidarda ve muhalefette bulunan partiler, devlet kurumları, devletin ideolojik aygıtları ağırlıklı olarak bu iki paradigmadan beslenir. Biri hegemon dincilik, diğeri ise milliyetçiliktir. Devletin resmi siyaseti ve kapitalist modernist güçler bu iki paradigmayı egemenlikleri için kullanırken dolayısıyla cinsiyetçilik de bu zihniyetin sonucu olarak yaşam alanı bulmaktadır.
Dincilik ve milliyetçilik temelinde yöntem ve hakikatin saptırılması esas alınarak erkek egemenliği ile geliştirilen tekelci ve mülkiyetçi anlayışın sonucudur. Erkek egemenliğindeki tekelcilik yüzyıldır devletin resmi ideolojisi durumundadır. Tekçi anlayışa dayalı egemen sınıflar ulus yaratırken kendi uluslarını egemen devlet yapma gibi bir sapmayı esas aldılar. Böyle olunca dincilik, ırkçılık, milliyetçilik, cinsiyetçilik toplumsal doğada en pirim yapan yatırımlar haline geldi. Egemen ulusun temsilcisi olma sürekli “vatanseverlik” ile özdeş tutuldu. Hiyerarşik toplum resmi olarak inşa edilen toplum haline geldi.
İnsan hak ve hürriyetlerinin ihlali, kadın kırımı, hakları sınırlandırılmış olan birey, derinleşen yapısal kriz, kolektif irade ve bilincin, örgütlü mücadelenin yok edilmesi, bütün farklılıkların çeşitlilik ve zenginlik olarak görülmemesi, ırkçılığın yüceltilmesi, gücün merkezileşmesi, yurttaşların devletin pasif üyeleri haline getirilmesi, toplumun pasif, iradesiz, örgütsüz yurttaşlardan oluşturulması, bireyin öz güçünden uzaklaşarak, düşürülerek, iradesizleştirilerek güçten düşürülmesi, toplumsal hakikati esas alan bu benzer yaptırımların hepsi “vatanseverlik” adına egemen ulus olma anlayışıdır.
Toplumun oluşum tarzının demokratik – komünal temelde olduğu, ikrar ve rızalığı esas aldığı bilinir. Toplumun demokratik özelliklerinin “milli çıkarlar, birlik ve beraberlik adına” yok edilmesi demokrasinin ve adaletin yok edilmesidir. An itibariyle Türkiye’de yaşanan sorunların temel nedeni milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçiliğe dayalı “ötekileri” yadsıma, inkar etme ve yadsımanın sonucu olarak hiyerarşik toplum ilişkilerini erkek egemenliğin, tekçiliğin kuralları etrafında örgütlemiştir.
Yüzyıldır “yerli ve milli muhalefet” ile “yerli ve milli iktidar” ittifak halinde olarak toplumsal varoluşun bir niteliği olan politikayı bastırmış ve geriletmiştir. Politikanın geriletilmesi, bastırılması, engellenmesi toplumun “kendi kendisini yönetmesinin” geriletilmesi anlamına gelir. Bu anlayış “öze yabancı” yönetimin egemen hale getirilmesidir. Politikayı “özgürlük alanı, gelişmenin anlam ve iradece türetildiği yaratım alanı olarak” kabul edersek politika, yönetim ile iç içedir. Bu belirlemelerden hareketle şunu diyebiliriz: Yüzyıldır Kürtlerin ve Alevi süreklerinin varlığı yadsıma konusu yapılmıştır. Bu yadsımanın sonucu olarak binlerce yıllık tarihsel arka planları, toplumsal hafızaları, komünal değerleri ahlaki-politik yapıları da yok sayılmış, yasaklanmıştır. Hiyerarşik toplum, erkek egemenliği esas alan tekelcilik bu yadsıma dilini kullanarak yaptığı sömürüyü görünmez kılmıştır. En basit bir örnek verirsek; emek, barış ve demokrasi mücadelesi veren kesimlerin haklı mücadeleleri engellenirken erkek egemenliğin dili ve kuralları belirleyici olur.
Ataerkil kurallar, dincilik, milliyetçilik ve cinsiyetçilik yapısal krizin derinleşmesi ile birlikte daha fazla yaşam alanı bulur. Gücün merkezileşmesi, dinciliğin ve milliyetçiliğin güçlenmesi, politik alanın yok edilmesi yapısal krizin derinleşmesi ile daha çok yaşam alanı bulur. Toplumun demokratik yönünün yok edilmesi hiyerarşiyi ve resmi ideolojiyi güçlendiren bir anlayıştır. Kürtleri gerici, feodal, okuma yazma bilmeyen, aşiretçi, ilkel, geri kalmış, değersiz, gurur kırıcı bir anlayışla tanımlayan egemen Türk kimliği kendisini; ilerici, çağdaş, uygar, gelişmiş, modern, okur – yazar, bilimci olarak niteleyerek ideolojik bir algı oluşturmaktadır. Alevi süreklerini de oluşturduğu bu ideolojik algı çerçevesinde tanımlamıştır.
Egemen Türklük Alevileri tanımlarken; ilerici, çağdaş, uygar, eşitlikçi, bilimsel düşünen, gelişmiş, modern, laik… şeklinde bir tanımlama. Aslında bu tanımlama kendi gömleğini Alevilere giydirmek anlamına gelir ki, son derece politik bir algıdır. Aleviliğin egemen Türk kimliği içinde eriterek modernleşme algısına yol açmaktadır. Egemen Türkçülüğü esas alan Aleviliğin modern Alevilik olduğu anlayışını yaratmaya çalışıyorlar. İçinde Alevilerin kavram ve kuramlarının, tarihsel hafızasının, kültürel kodlarının, ahlaki-politik özelliğinin, devlet dışı bir inanç olduğunun, ikrar ve rızalığı esas aldığının, kültürel direniş damarını devriye ettiğinin, kadın özgürlükçü, ekolojik, demokratik, özerk yönünün olduğu gerçekliği yadsınarak tanımlama. Tarihsel hakikati inkar edilen başkalaştırılarak, Alevisiz bırakılan Alevi topluluğu yaratılmaya çalışma siyaseti yüzyıldır devam ediyor. Devam eden bu anlayışa karşı da kültürel direniş damarı, kendini yeniden var etme mücadelesi de devriye halindedir.
Gelinen aşamada neo-liberal dini muhafazakarlık, sonuç itibariyle İslamcı ekonomik pazarda tekelleşmeyi esas almaktadır. Özellikle son 20 yılda AKP ve ittifakları döneminde uluslararası pazarda söz sahibi olan, elit yaşayan, milli kültürü esas aldığını söyleyen, dinciliğin kamusal alanda karşılık bulduğu, dindarlığın modernleştiği sosyolojik bir gerçeklikle karşı karşıyayız.
Türkiye’de kindar ve dindar nesil, ÇEDES, Yüzyılın Maarif Modeli, Manevi Danışmanlık Hizmetleri, Alevi Bektaşi Kültürü Cemevi Başkanlığı gibi devlet kurumları ulus devlet anlayışının yeniden dizayn edildiği ideolojik yapılardır. Ulus devlet anlayışı cumhuriyetin ikinci yüzyılında, 3. Dünya Savaşı’nın yaşandığı dem-i devranda kendini yenilemeye çalışırken Alevileri Alevisiz bırakarak yanlarına alma planları yapılmaktadır. İktidarı ve muhalefeti yeni ulus devlet modelinde Aleviler konusunda ittifak halindeler. Milli muhalefet “modern, ilerici, çağdaş, laik, Alevileri” kapsama alanına alırken, milli iktidar ise muhafazakar-Türk İslamcı Aleviliği yaratma peşindedir.
Bilinmelidir ki, her iki anlayış Aleviliğin toplumsal hakikatine yabancı bir tarzdır. Kullanılan dil, oluşturulan algı nasıl olursa olsun, yabancı yönetim toplumsal cinsiyetçiliği, sınıfsallığı, iktidarcılık ve devletçiliği esas alır. Resmi siyaset felsefesi iktidarı devletle özdeş tuttuğu için Alevilere de bu pencereden bakmaktadır. Alevilere yönelik derinlikli, devlet aklının belirleyici olduğu, muhalefetle anlaşmalı bir toplumsal mühendislik projesi söz konusudur.