Batıda gelişen uluslaşma süreci Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturan halkları da etkilemişti. Bu gelişmenin sonucu olarak Osmanlı İmparatorluğu yönetim tarzında daha baskıcı bir siyaset tarzı izlemeye başladı. Bu baskıların amacı; Avrupa’daki uluslaşma siyasetinin birçok halkın uluslaşarak Osmanlı’dan kopuşunu engelleme amaçlıydı.
Osmanlı İmparatorluğu, bünyesindeki halkların kopuşunu engellemek için bir taraftan her türlü zor yöntemine başvururken, bir taraftan ise Avrupa’daki gelişmelerin sonucu olarak bazı hukuki metinleri, kanunları çıkarmak zorunda kaldı. Meşrutiyet ve Tanzimat ilanları istenen başarıyı gösteremedi. Farklı halklar kendi yaşamları ile ilgili kendileri karar vermeye başlayınca Osmanlı’nın baskısı daha da artmaya başladı. Osmanlılar dönemindeki Sünni – İslam kimliğine dayalı hakim anlayış Tanzimat ile beraber kaldırılsa da, hakim millet anlayışı sosyo-kültürel yapı içerisinde günümüze kadar devam etmektedir. Günümüzde Cumhuriyet modernitesinin yaşadığı sorunların temelinde bu hakim millet anlayışının kendini yenilemesidir.
Batıda gelişen uluslaşma süreci Osmanlı Devleti’nin kriz ve kaos halini daha çok derinleştiriyordu. Bu gelişmeleri toplumsal yapısındaki farklılıklara uygun bir şekilde uyarlayamayınca ya da karşı çıkınca yönetememe krizi derinleşiyordu. Kriz derinleştikce baskı arttırılıyor, baskı artınca yönetememe krizi daha çok derinleşiyordu. Krizin derinliği ile baskı siyaseti doğru orantılı işliyordu. Kendi kaderini belirlemeye çalışan halklar Osmanlı’nın baskılarına rıza göstermeyerek örgütlendiler, bağımsızlığını ilan ettiler. Balkanlardan başlamak üzere Osmanlı himayesinde ayrılmalar oldu.
Osmanlı’dan kopuşların olduğu dönemde Kürtler, aşiret formasyonu şeklinde örgütlüydüler. Osmanlı’nın halklara ve farklı inançlara uyguladığı baskılardan Kürtler de nasibini almışlardı. Bu baskılara karşı Kürtler daha çok aşiret formasyonunu koruyacak tepkisel refleksler göstermiştir. Kısmi özgünlükler olsa da kendi kaderini belirleyecek, demokratik ulus anlayışı etrafında birliği ve örgütlülüğü sağlayacak bir direnişleri olmadı. Daha çok baskı ve şiddet siyasetine tepkiler gösterilmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün İstanbul’dan Anadolu’ya geçişi, Hacı Bektaş’ı Veli Dergahı Postnişi’ni ziyaret etmesi, Amasya tamimi, Erzurum ve Sivas kongreleri, Kürt aşiret liderleri ile görüşmeleri, konuyla ilgili resmi yazılar, toplantılarda yaptığı konuşmalar, yeni dönemin ittifak arayışları olarak değerlerdirmek gerekiyor. Cumhuriyetin kapsadığı tüm etnik ve kültürel çeşitliliğe yönelik, bulundukları mekan üzerinde yerel yönetimleri oluşturmaları ve kendi iradeleri ile toplumsal varlıklarını geliştirme, sistemlerini oluşturmaları için 1921 Anayasası oluşturulmuştur.
1924 Anayasası ile birlikte egemen ulus olma anlayışı belirleyici oldu. Çokluğun birlikte özgün yaşaması, yerini çokluğun tekliğine bırakmıştı. Cumhuriyetin kuruluşu ile beraber devlet kurumları, merkezi akıl, üzerinde iktidar kuracakları kesimleri belirlemişlerdi. Ülke topraklarında yaşayan her kesimin Müslüman, Türk ve Hanefi yapılması, Türk ulusunu oluşturması için Türkleştirilmesi bir devlet amentusu haline gelmişti. Başka bir ifade ile devletin resmi ideolojisi olmuştu. Artık 1921 Anayasası’ndaki kurucu yurttaş durumunda olan farklı etnik ve kültürel kimlikler yok hükmündeydi. Osmanlı döneminde Müslüman olmayan topluluklar için söylenen Hükmedilen millet (millet-i mahkume) anlayışı, Yeni Cumhuriyet modernitesinde Türk – Sünni – Hanefi kesiminin dışında kalan kesimleri kapsayarak güncellendi. Bu güncellemede Kürtler ve Aleviler birinci sıradaydı.
Cumhuriyet modernitesinin merkezileşmesi, egemen devlet olma temelinde organize olması için resmi yasalar ve toplumsal ilişkiler düzenlenmiştir. Teklik üzerinde inşa edilerek adeta tanrılaştırılmış yeni egemen devlet yapısı inşa edilmiştir. Artık egemen sınıf kendi ulusunu egemen devlet haline getirerek, ırkçılık ve milliyetçiliğe dayalı egemen ulus devlet olma siyaseti birey, toplum ve doğanın ikrarlı yaşamını dumura uğratıyordu. Bu hastalıklı durumun etkileri günümüze kadar devam etmektedir.
Cumhuriyetin birinci yüzyılında bütün yetki ve görevler merkezi idarede toplanmış olan üniter devlet yapılanması, çokluğun birlikte ikrarlı yaşamasına rıza göstermemiş, farklılıkların baskılanması için devletin her türlü zor ve ideolojik aygıtları kullanılmış, merkezi idarenin baskı ve zulmü eksik olmamıştır. Devletin kurucu unsuru olan farklı etnik yapılar, inançlar, azınlıklar kültürel ve fiziki katliamlara uğramaktan kurtulamamıştır.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken, birinci yüzyılda yaşanan sorunların bir daha yaşanmaması için, ortak vatanda birlikte ikrarlı yaşama rıza gösterilmesi için; eşit, özgür ve adaletli bir yaşam için; kurucu anayasa, kurucu meclis ve kurucu yurttaşlık kavramlarının yeniden tanımlanarak, yeni bir inşaya gidilmesi ülkeyi “parçalanma paranoyasından” kurtaracak, dertlere derman olacaktır.
Resmi ideolojinin boyasına boyanmış siyaset anlayışı sorunları çözme konusundan çok uzaktır. Demokrasi güçleri kendi içlerinde birlik oluştururlarsa alternatif olabilirler.