“Para bir yanağı doğuştan kan lekeli doğduysa, sermaye tepeden tırnağa kan damlayarak, her gözeneğinden kan ve kir fışkırarak doğdu” der Marx. Para ve sermaye için yapılan bu tespit, kapitalist ulus devletlerin doğması ve burjuva devletleşme sürecinde varlıklarını pekiştirmelerinin de hikayesi gibidir. Türkiye açısından bu çok daha fazla böyle olmuştur. Uluslaşma süreci trenine geç bir tarihte atlamış, o tarih de dünyanın emperyalistler arasında yeniden bölüşülmesi günleriyle çakışmış, bu “dezavantajlarını” kıyım- tehcir-el koymalar-bastırma ve baskılarla telafi etme yoluna gitmiştir. Hikâyesi 1900’ün ilk yıllarındaki burjuva asker-sivil bürokrasisine dayanan cumhuriyet, hem tüm halkların ve o halkların emekçilerinin uğruna döktükleri kanlar üzerinden inşa edilmiş, ama hem de uluslaşma refleksleriyle o halkların kanının dökülmesi anlamında varlığını kanla sürdürmüştür. Bu sadece farklı uluslar açısından da değil Türk ulusunun işçi ve emekçilerinin baskılanması, başından beri emeğin örgütsüzleşmesi için dizginlerin sıkı tutulması, Anadolu hapishanesine tıkılan emekçi kitlelerin cumhuriyetin belirlediği biçimlerde tornaya yatırılması anlamında da böyledir.
Tepeden tırnağa kanla doğup varlığını da bunu sürdürerek pekiştiren Cumhuriyet, 100 yılını geride bıraktı. Kuruluşundaki korkuları, düşmanlıkları, işçi ve emekçiler karşısındaki tutumu süreklilik içinde devam ediyor. Ne ironiktir ki sanki tam yıldönümü arifesinde bu gerçeğin altını çizecek gelişmeler birbirine ekleniyor.
İşçi sınıfından gençlere, ezilen halktan mezhebe, kadınlardan dayatılan kalıplar dışında kalan tüm toplumsal kesimlere kadar cumhuriyet kuruluş felsefesinin devamlılığını sadece son günlerde yaşanan birkaç gelişmeyle bile adeta haykırıyor.
Cumartesi Anneleri’nin 970’inci hafta eylemlerinden süzülen bir kare bile çok şey anlatıyordu. O karede dev bayraklar, polis ordusu, uzun kalkanlar ve tüm bunların kuşatmasına alınmış bir avuç kayıp yakını var. Yukardan çekilen bu kare, 100 yıllık Cumhuriyet hikâyesinin ironik bir tablosu gibi. Başından beri hak diyenin anında susturulduğu bir hikâyenin 21. yüzyıldaki tekrarı.
Bu kareye Aydın’daki Kredi ve Yurtlar Kurumu yurdunda yaşanan asansör faciası ekleniyor. Defalarca uyarıldığı halde onarılmayan ve gençlerin göz göre göre ölüme gönderildiği o asansör faciası cumhuriyetin 100 yıllık hikayesinin yeni rejim döneminde nasıl bir cevvallikle sürdürüldüğünün fotoğrafı gibi. Bu fotoğraf sonrasında “yeter artık” diyen gençlere cumhuriyetin güncel kadrolarınca “Korkuyorsanız siz de binmeyin” ya da “ama onlar da 15 kişilik asansöre 16 kişi binmişler” cümleleriyle adeta kalın çizgilerle çiziliyor.
Eğitimin piyasalaştığı, her ile bir gecekondu üniversite kurulurken mezun olanların diplomalı işsiz saflarındaki yerini aldığı, gençliği ifade eden tüm değerlerin sistemin, sömürünün yararları temelinde değersizleştirildiği, geleceğin her geçen gün daha belirsizleştirildiği, örgütlülüğün sadece sistem için makbul olan dini cemaat ve tarikatlar sınırlarıyla belirlendiği, toplumsal dayanışmanın tüm mevzilerinin yok edilmeye çalışıldığı bu koşullara ardı ardına intihar eden dört üniversiteli gencin haberi eklendi.
Gençler KYK yurdundaki asansör faciasının ardından “ölmek istemiyoruz, ölmeyeceğiz” diyorlardı. Bu köhnemiş düzenin kendilerini değersizleştirip sömürü çarkının basit bir eklentisi haline getirmesi uğraşına meydan okuyan bir “yeter artık” çığlığı atarcasına…
İşçilerin, kadınların bu cumhuriyet nazarındaki yeri de aynı süreklilikle karşımızda duruyor. Her gün en az üç-beş işçinin küçük maliyet hesapları gözetilerek küçük harcamalardan bile kaçınıldığı için iş cinayetlerinde katlediliyor. Sadece bu gerçek bile işçinin cumhuriyet nazarındaki yerinin imgesi gibidir. Sefaleti reddettiği için işten çıkarılan Mamak Belediyesi işçisinin 100. yılın son günlerinde sarf ettiği “Asgari ücret 11 bin 500, ben 9 bin 500 alıyorum. Siz söyleyin ben bu parayla nasıl geçineyim” sözlerde olduğu gibi.
Ya kadınlar? Mahkemeleri, polisi ve tüm bir sistemiyle kadın düşmanlığının siyasallaştırıldığı bu dönemde bu konuda fazla söze gerek yok sanırım. Her gün katledilen kadınlar cumhuriyetin kodlarının güncel ifadesidir.
Doğuşunda temel korkularından olan Kürt korkusunun aşılmasında bir arpa boyu yol almamış cumhuriyet dünyanın yeniden bölüşülmesi hırlaşmalarının arttığı bu dönemde bu korkusuna hapsederek kendisini ama yeni alanlar ele geçirme hayallerini korkusuna katık ederek.