31 yıldır Hüseyin Deniz ve gazeteci yazar arkadaşlarının katillerini aradık, sorduk, adalet diye haykırdık, belki birileri vicdana gelir de ‘Aha katiller burada, aha yargı da burada’ der diye…
Hesen Huseyîn Denîz*
Türkiye Cumhuriyeti bu yıl kuruluşunun 100 yılını tamamladı. Bu 100 yılın 31 yılı bir yandan devlet ihalesiyle öldürülen Kürt aydın ve yazarların katillerini arayıp sorgulamakla geçerken, 100 yıl başarı hediyesi olacak ki ihaleyi pratikleştiren katillere resmiyet kazandırılarak TBMM kapıları açıldı. Cumartesi ya da Barış Anneleri dediğimiz ülkenin en mağdur kesimi, eş ya da çocuklarının faili meçhul kemiklerine kavuşamazken, hatta son günlerde bir araya gelmelerine bile tahammül edilmezken, önce salıverilen, sonra parti kurmaları istenen, sonra da meclise davet edilen Kürt yazar-aydın-gazetecilerin katillerine 100. Yıl armağanı meclis kapıları, 101. Yıl armağanı belediye kapıları ve kısa sürede de Kurdistan kapıları hediye edilecek; yani Kürt sorununun ihalesi bu katillere devredilecek, bunlar Kürtlerin yasal TC patentli temsilcileri ilan edilecek.
PKK, HDP, DTP ve diğer Kürtler adına piyasada kim varsa -Cumartesi anneleri dahil- hepsi yasaklanacak, vatan haini ilan edilecek ve böylece katiller kutsanacak. Son zamanların bazı Türk filmlerinde Türk subayına aşık olan gerilla kadın senaryoları boşuna yıllardır piyasaya sürülmedi: Katiline aşık halk uydurukluğu yaratılmak isteniyor. Mağduru katiline teslim et, Şili Cunta dönemini anlatan Garaj filmini izleyenler daha iyi anlar, bugünlerde Türkiye’de olanları ya da olması amaçlananları.
31 yıldır Hüseyin Deniz ve gazeteci yazar arkadaşlarının katillerini aradık, sorduk, adalet diye haykırdık, belki birileri vicdana gelir de ‘Aha katiller burada, aha yargı da burada’ der diye, belki hani cumhuriyet 100 yaşına girmenin olgunluğuyla aklını başına alır, “Ya ben bu millete bu kadar zulmettim, bu kadar haklarını inkâr ettim, bu kadar katliamdan geçirdim, bu kadar hapse attım sürgüne gönderdim, bari ikinci yüzyılda biraz tersini deneyeyim; çünkü kimseyi memnun edemedim. Kimse benden razı değil” der diye beklerken, meğer cumhuriyeti elinde tutanlar farklı düşünüş, farklı plan içindelermiş. Adamların niyeti o kadar kötü ki, ikinci yüzyılı birinciye katlamak istiyorlar.
Sen 31 yıldır Hüseyin Deniz, Musa Anter, Vedat Aydın, Cengiz Altun, Halit Güngen, İzzet Kezer, Hafız Akdemir, Çetin Abayay, Yahya Orhan, Kemal Kılıç, Ferhat Tepe ve daha saymakla bitmeyecek sayıda çok insanımızın katillerini korudun, bugün de meclise taşıdın ve buna rağmen hâlâ kendini haklı, mağdurları terörist ilan ederek bir 100 yıl daha halklara zulüm ve işkence, açlık yokluk, sürgün, zindan ve ölüm fermanı veriyorsun: Sen ne biçim devletsin. Seni devlet yapan milletin ne biçim millet.
“Devletin kestiği parmak acımaz” diyen bir halkın devleti olsa olsa ancak bu 100 yıllık cumhuriyet pratiğine sahip olur. Neden devlet kesince parmak acımıyormuş? Tam tersine, en çok devlet kesince acımalı. Uyanın ey halklar! Devlet dediğin bir hizmet mekanizmasından başka bir şey değildir. Devlet dediğin uyduruk senaryolarla halkları birbirine kırdırtan, aslını inkâr etmeye zorlayan, tek tip köleler yaratmak için halkın maddi manevi imkanlarını savaşa seferber ederek halka açlık yokluk dayatan sapkın bir yapılanma değildir.
Evet, 100 yıllık cumhuriyet tarihi, Türkiye adına oluşturulan, sürdürülmekte olan devletin sapkın olduğunu, yolundan, rayından çıkmış; nerde, ne zaman kime patlayacağı belli olmayan, geleceği karanlık bir devlet olduğu ortada: Onlarca halk aslını inkâra zorlanmadı mı? “Türkiye Türklerindir, kendini Türk hisseden herkes Türk’tür” sapkınlığıyla halklar aslını inkâra zorlanmadı mı? Bugün Türkiye’de devlet içinde-dışında kaç milyon Kürt, Laz, Çerkes, Pomak, Ermeni, Rum, Arap, Süryani ve daha nicesi aslını inkâr ederek ‘ben Türküm’ demek zorunda bırakıldı.
Bu soykırım değil midir? Onlarca halka soykırım dayatan bir devlet sapkın değil midir? Böylesine sapkın bir devlete “Öldürttüğün gazeteci ve aydınların katillerini yargıla, kaçırdığın çocuklarımızın kemiklerini ver” demek de sanırım bizim yani bu milletin durmak bitmek bilmeyen saflığı ya da insancıllığı. Biz o kadar insancıl ve safız ki, hâlâ bu katil devletten katilleri bulup yargılamasını bekledik, ta ki katilleri meclise taşıyana dek.
Oysa bu 100 yıl böyle yaşanmak zorunda değildi. Halkların kimliklerine, birlikte yaşam tutkusuyla saygı duyan, savaş yerine barışı finanse eden, soykırımlar yerine yaşatmayı ilke edinen, inkâr yerine kabullenmeyi dayatan, halkın zenginlik kaynaklarını ırkçı emelleri uğrunda tüketen değil halka hizmet eden bir cumhuriyet olsaydı, bugün bu yazıyı kaleme almaya da gerek kalmazdı. Daha kaç yüz yıl kendi acılarımızı, isyanlarımızı, yokluklarımızı, esaretlerimizi, sürgünlerimizi, özlemlerimizi ve sizin zorbalıklarınızı, katliamlarınızı, haksızlıklarınızı, zulmünüzü yazacağız?
100 yıl boyunca devlet değişmeli dedik, değişmedi, zulüm bitmeli dedik bitmedi, insanlık kazansın dedik kazanmadı. Bugün hâlâ yeni zamlar geldi, oysa bu zamlardan elde edilen paranın on katı bugün -evet bir günde- Zap, Metina, Avaşin ve çevresinde yapılan soykırım operasyonlarında yağdırılan bombaların masrafını bile karşılamıyor. Yani bu uçaklar bugün kalkmamış olsa, Kürtlerin üzerine ve coğrafyasına bomba yağdırmamış olsa, bu zamma gerek kalmayacaktı hatta indirim yapılabilirdi.
Bir yerde eğer devlet değişmiyorsa halk kendini değiştirmeli; çünkü devlete bu ruhsatı veren bu halk. ‘Gökte Allah, yerde devlet felsefesi’ne sahip, ‘devletin kestiği parmak acımaz’ diyen, bir şeyhin çocuklarının peşinden havlayan, 20 yıldır katlederek iktidarda kalan bir despota ‘Allah ömrümü sana eklesin’ diyen bir halk asla demokratik değerlerle yönetilen bir devlet erkine kavuşamaz ve biz de böyle yıllarca çocuklarımızın kemiklerini arar, katillerini arar dururuz.
Geçen yıl Hüseyin Deniz’in 30. anma yıldönümüydü. Anısına çocukluğunda yazdığı ‘Hayvanlar Arasından’ ve ‘Gotinên Pêşiyên Kurdan’ kitaplarını yeniden bastırdık ve dostlarına, sevdiklerine ulaştırdık. ‘Hayvanlar Arasından’ kitabı Türkçeydi, Kürtçe, Almanca, İngilizce ve Fransızca çevirileriyle çıkarttık. Ayrıca anısına 20. Yılda yazılan Canhuseyin ve Huseyincan biyografik kitaplarını da yeniden basarak sevdiklerine ulaştırmaya çalıştık. Hüseyin ve katledilen kalem arkadaşları kalemleriyle yaşadılar ve öyle de yaşayacaklar.
Devletin bu yüzyıllık sicili gerçekten o kadar tahribat dolu ki, bu ikinci yüzyılda artık kimsenin buna tahammülü yok. Ya değişecek ya tarihin çöp sepetini boylayacak, bu böyle gidemez. Sen katillerimizi meclise almayla ödüllendirirsen, bunun bir bedelinin olacağını da göze almış olmalısın. Bu halk sana kul olmamaya karar verdiği an artık senin işin bitmiştir ve o zaman Hüseyinlerin de ruhları şad olacaktır.
*Hüseyin Deniz’in kardeşi