Türkiye Cumhuriyeti devletinin 100. kuruluş yıldönümü “yurt”ta, “dış temsilcilikler”de ve “yavru vatan”da coşkuyla kutlanmadı. Bunun en önemli nedeni elbette gelinen aşamada cumhuriyet rejiminin içinde bulunduğu durum olmakla birlikte; AKP’nin cumhuriyetle değil ama cumhuriyeti kuran kadrolarla husumetli oluşudur. Husumetin nedeni sınıfsal değil üst yapısal kimi farklılıklardır. Yoksa cumhuriyeti kuran kadrolarla, yüzüncü yılında cumhuriyeti sürdüren kadroların arasında temel olarak sınıfsal bir fark yoktur.
Cumhuriyeti kuran kadroların kapitalizm ve emperyalist sermayeyle işbirliğinde bir sorunları olmadığı gibi günümüzde de cumhuriyeti sürdüren kadroların kapitalizm ve emperyalist sermayeyle işbirliği yapmalarında bir sorun yoktur. Şimdilerde kapı kapı dolaşıp borç para aramaktadırlar. Yine cumhuriyeti kuran kadroların halk düşmanlığıyla, yüzyıl sonra cumhuriyeti sürdüren AKP-MHP iktidarının çeşitli ulus, milliyet ve azınlıklara yönelik düşmanlığı arasında özde bir fark yoktur. Dönem ve koşullara göre değişiklikler söz konusudur. Fark olduğunu ileriye sürenlere yüzyıllık cumhuriyetin resmi ve gayri resmi tarihinden sayısız örnek verilebilir.
Aralarındaki fark, bir kliğin Türkçü-İslamcı, diğer kliğin ise İslamcı-Türkçü olması olarak özetlenebilir. Her iki kliğin de ortaklaştıkları nokta, cumhuriyettir ve bunun parlamenter demokrasi mi, Türk usulü başkanlık rejimi mi olacağı tamamen koşullarla ilgilidir. Bir madalyonun iki yüzü söz konusudur ve bu madalyonda cumhur’a sadece ve sadece kendi klik çıkarları söz konusu olduğunda ihtiyaç vardır. Cumhuriyetin hangi sınıfın cumhuriyeti olduğu tayin edici önemdedir ve yüzyıllık cumhuriyetin kuruluşundan günümüze bir halk cumhuriyeti iddiası olmadığı bilinmektedir.
Hal böyleyken cumhuriyetin kuruluşuna halk adına bir anlam biçmek, dahası günümüz koşullarında iktidardaki kadroların İslamcı söylemlerinden hareketle kazanımları iddiasıyla cumhuriyeti sahiplenme siyaseti, hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar mücadelesinde yedek lastik olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır.
Bu objektif gerçekliğe rağmen cumhuriyetin yüzüncü yılı kutlamaları bir kez daha Türk hakim sınıflarının Kemalist ve İslamcı kliklerinin semboller üzerinden kayıkçı kavgasına sahne olurken, cumhuriyetin asıl sahipleri ise artık geleneksel hale gelmiş propaganda videolarını yayınlayarak cumhuriyetlerini kutladılar. Yüzyıl sonra cumhura cumhuriyet propagandası yaptılar. Ve elbette “cumhuriyeti devlet değil halk kutluyor” diyerek bol bol ajitasyon çektiler.
Rakı sofrasında “Efendiler, yarın cumhuriyet ilan ediyoruz” denilerek ilan edilen cumhuriyet rejimi, hiçbir zaman cumhur’un olmadı. Türk komprador burjuvazisi ve büyük toprak ağalarının Ermeni, Rum ve Süryani soykırımıyla Müslüman olmayanların mal ve servetlerine çökmeleri üzerinden yükselen; “milli burjuva yaratmak” siyasetiyle sürdürülen ve gerçekte Türk komprador burjuvazisinin emperyalistlerle işbirliği içinde ilk sermaye birikimine hizmet eden pratikler yüz yıl boyunca sürdürüldü. Homojen bir ulus yaratma siyaseti olarak uygulanan Türkleştirme politikası, hız kesmeden devam ettirildi.
“Muasır medeniyet seviyesi”ne ulaşma hedefiyle çıkılan yolda yüz yıl sonra gelinen nokta ortadadır. Cumhuriyet tarihlerinin en yüksek dış borç rakamlarında, yüksek işsizlik oranlarına, cumhurun dilinde hayat pahalılığı denilen en temel insani ihtiyaçların karşılanamamasından, ağır çalışma koşullarına ve günübirlik iş cinayetlerine; milyonlarca insanın asgari ücret adı altında açlık koşullarında yaşamaya mahkum edilmesinden, her gün işlenen kadın cinayetlerine ve genç intiharlarına, yağmalanmadık ve ranta açılmadık bir karış “vatan toprağı” bırakmamaya uzanan bir tarih…
Her on yılda bir demir ağlarla örülen yurdun her on yılda bir askeri faşist darbelere, sırf Kürt oldukları için “bu devlet size ne yaptı lan?” diyerek “dışkı yetirmekle” ve Alevi oldukları için diri diri yakılmakla, işçiye polis copu, köylüye jandarma dipçiğiyle dolu dolu geçen bir yüz yıl…
Güncel bir örnek olarak 6 Şubat depremlerinde ortalarda görünmeyen ve on binlerce kişiyi enkaz altında ölüme terk eden ancak en küçük demokratik hak kullanımına anında yetişen ve hatta dünyada İsrail protestolarında polis saldırısıyla insan öldürmeyi başarabilen tek devlet olarak, kendi yasalarına ve mahkeme kararlarına bile uymaya gerek duymayan bir cumhuriyet durumuna gelmiş durumdadır.
Farklı olana tahammülsüz ve kendine biat etmeyenle sürekli kavgalı yüz yıllık bir tarihsel pratiğin gelinen aşamada en büyük eksikliğinin demokratikleşme olduğu ifade edilmektedir. Bu yüz yıllık cumhuriyet rejiminin, kuruluş iddiası ve günümüze değin sürdürülen pratiğinden hiçbir şey anlamamak demektir. Yüz yıllık cumhuriyet rejimi nasıl ki, laik ve sosyal bir hukuk devleti olmamışsa, demokratik bir rejim de olmamıştır.
Günümüzde kendini solda tanımlayan çeşitli anlayışların cumhuriyeti sahiplenmeleri ve 100. yılını coşkuyla ve yer yer polis nezaretinde kutlamaları, cumhuriyetin kimin cumhuriyeti olduğuna dair bir bilinç bulanıklığına işaret etmekle birlikte sınıfsal olarak net bir tercihte bulundukları anlamına da gelmektedir. Cumhuriyetin yüzüncü yılını coşkuyla kutlayanlar, cumhuriyetin ilanının saltanatın ve hilafetin kaldırılmasıyla birlikte “devrimci bir adım olarak” değerlendirmektedirler.
Yüzyıllık tarihte burjuva demokratik anlamda dahi olsa da kazanılmış olan kısmi haklar, her zaman ve her koşulda halk kitlelerinin mücadelesi sonucunda olmuştur. Hakim sınıflar, kitlelerin mücadelesi sonucunda en temel demokratik hakları kullandırmak zorunda kalmışlardır ve ilk fırsatta da bu hakları gasp etmişlerdir.
TC devletinin kuruluşundan itibaren kimi istisnai ara dönemler hariç faşist diktatörlükle yönetilmiş olması gerçeği, rejimin üzerinde yükseldiği zemine ve sürdürmek zorunda olduğu sınıfsal konumlanışa uygundur. Tam da bu nedenle cumhuriyetin demokratikleştirileceğini ummak ve bunun propagandasını yapmak büyük bir siyasal hatadır. Faşizmin demokratikleştirilemeyeceği, bunun mümkün olmadığı son derece açıktır.
Yüzyıllık cumhuriyet tarihi bize aynı zamanda demokratik cumhuriyetin nasıl inşa edileceğini gösteren örnekle doludur. Yüz yıl sonra eldeki cumhuriyetin halkın cumhuriyeti olmadığı ortadır. Ve dahası yıkmadan inşa olunmayacağı fazlasıyla sabittir.