Devletlerin farklılıkları etkisiz hale getirip, tekleştirerek kendi ulusunu yaratması aynı zamanda bir çatışma alanına da ortam hazırlamaktadır. Ulus devletlerin inşa edileceği zemin demokratik bir zeminden ziyade farklı dil, kültür, inanç, etnik yapı, toplumsal değerler, toplumsal mühendislik projeleri ile baskı, kontrol ve denetim altına alınarak terbiye edilmeye çalışılır. Hatta Planlı, programlı soykırımların çoğu modern ulus devletler döneminde gerçekleşmiştir.
Ulus devletlerin inşa zemininde din olgusu da bu tekçiliğin inşasında en güçlü ideolojik aygıt görevini görmektedir. Din ve inançla ilgili kurumlar, kutsallar, devletli-sınıflı uygarlığın ortaya çıkmasına kadar ahlaki ve politik bir amaca hizmet ediyorlardı. “İnanç, insanlaşma ve toplumsallaşmayla birebir bağlantılıdır ve yalnızca tarihin herhangi bir sürecindeki bir siyasi veya toplumsal aktörün mitolojik rolüyle izah edilebilecek bir konu değildir.”
Devletleşme süreci ile beraber özellikle tekçi ulus devlet anlayışlarında inanç ve din hakikate ulaşmada bir yol ve yöntemdir. Din, hakikat arayışında mitolojik evreden sonraki evreyi oluşturmaktadır. “İnanç, insanın sonradan bir ihtiyaç olarak geliştirdiği bir kimlik değil, bizzat evrenle olan ilişkinin diyalektiği için şekillenen kurucu bir düşünce-duygu -algılama biçimi olmuştur insan, toplum ve birey için.”
Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet Modernitesi’ne geçerken devlet aklı asker ve bürokratların üzerinde iktidar kurulması gerekenler listesi üzerinden bir anlaşma sağlamışlardı. Cumhuriyetin kuruluşu ile beraber bir sisteme kavuşan ulus – devlet anlayışı “gayrimüslimlerin vatandaşlıktan çıkarılması, vatandaşlıktan çıkarılamayan gayrimüslimlerin ve Türkiye’de Müslüman olan herkesin Türk ulusunu oluşturmak amacıyla Türkleştirilmesi, devlet aygıtını ele geçirenlerin üzerinde fikir birliğine vardığı tartışma götürmeyen öncelikli konulardı.”
Cumhuriyet Modernitesi’nin ulus devlet anlayışının inşasında “Türklük” kimliği esas alınmış “din ve dini kurumlar” bu inşanın önemli aracı haline getirilmiştir. Türkiye’de cumhuriyet ile beraber devletin dinsel karakteri yeni ulus tanımını hayata geçirecek en güçlü ideolojik aygıt haline dönüşmüştür. 1936 yılında yeni ulus devletin özellikleri Mustafa Kemal tarafından yazılan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında belirlenmiştir. Bu kitapta Türk ulusunun özellikleri sıralanırken “ortak bir siyasal varlık (üniter devlet), ortak bir dil, ortak bir vatan, ortak bir ırk ve köken, tarihsel ve ahlaki akrabalık bağları olarak” tanımlayarak modernleşme adına ulusun “Türkleştirilmesi” esas alınmıştır. “Ulus Devlet ideallerinin kamusal alanda beklenen desteği bulamayacağının sezilmesi üzerine arzulanan nüfusun kurulması adına, din ile pragmatik bir ilişki kurmaktan imtina edilmemiştir.”
Cumhuriyet Modernitesi’nin ideolojisinde ya da resmi ideolojide din ile devlet işleri birbirinden hiçbir zaman ayrılmamış; din devletleştirilmiştir. 1921 Anayasasının ruhu 1924 Anayasası ile yok edilince, tekçi ulus devlet anlayışı toplumun farklı kesimleri tarafından kabul göremedi. Bundan hareketle din ulus devletin inşa ettiği yeni kimlik için hem laiklik adına eleştirilen hem de asla vazgeçilmeyen bir siyaset tarzı olarak kaldı. Resmi muhalefetin ve iktidar partilerinin ortaklaştıkları konu; dinin yani Türk- İslam sentezi anlayışının ötekiler üzerinde (özellikle Aleviler ve Kürtler) asimilasyon aracı haline getirilmesi siyasetidir. Seküler, laik, çağdaş, modern söylemleri esas alan resmi muhalefet, Cumhuriyetin kurucu kodlarını esas alarak Seküler “Türk-İslam Aleviliğini” esas aldı. Din ile pragmatik ilişki kurulması siyaseti günümüzde kendisini Atatürkçülük üzerinden sol, sosyal demokrat, çağdaş, uygar, laik, ilerici diye tanımlayan partiler tarafından da devam ettiriliyor. Seküler yaşamı esas alan partiler ve dinci, milliyetçi, mütedeyyin partilerin Alevilerle ilişkilenmeleri “devlet aklından” bağımsız değildir. Bütün illerde Valiliklerin bünyesinde kurulan inanç masasında; belediye başkanları, askeri ve emniyet mensupları, müftüler ve bazı Alevi kurumlarının yer aldığı söylemleri boşuna değildir. Alevilerin kontrol ve denetim altına alınmasının hangi parti veya belediyeler tarafından yapıldığının devlet açısından bir önemi yoktur. Bu siyaset tarzı partiler üstü resmi ideolojinin vazgeçilmez tarzıdır. Özellikle sistemsel kriz ve kaos dönemlerinde din ve milliyetçilik ile pragmatik ilişki kurmak resmi ideolojinin tedrisatından geçmiş bütün kurumsal yapıların amentüsü durumundadır. Devletin seküler kanadı “laik, çağdaş, Cumhuriyetçi” Alevileri inşa ederken; dinci, milliyetçi kanadı ise “Türk İslam Aleviliğini” inşa etmektedir. Sonuç itibariyle her iki inşa alanı da zaman ve mekân içerisinde Aleviliği hakikatinden, tarihsel hafızasından uzaklaştırmaktadır.
Cumhuriyet Modernitesi’nin yeni ulus – devlet heybesinde yer almayanlar “öteki” kavramı ile tanımlanırken adeta “şaibeli” kategorisine alınmış üvey evlat konumundadırlar. Vatandaşlıkları, hukuk karşısındaki konumları da biçimseldir. İmparatorluk bakiyesi üzerine kurulan Cumhuriyet Modernitesi’nin farklılıkları tehlike olarak görmesi, bu güne kadar gelen sorunların temelini oluşturmaktadır. Kürtlerin ve Alevilerin günümüzde yaşadıkları sorunların temeli tekçi, dinci, milliyetçi, cinsiyetçi bakış açısıdır. Her ne kadar ki, “laik, demokrat, çağdaş, bilimsel, sosyal” gibi kavramlarla ifade edilse de üst kimlik “Türklük” olarak baskın durumdadır. Türklük ve Hanefilik üst kimliği, bu kimliğin kuralları aile, okul, kışla, cami, mahalle gibi ortamlarda eğitim yoluyla içselleştirilir.
Cumhuriyetin makbul vatandaş tanımı kadınlık ve erkekliğe biçilen rolleri de din üzerinde belirlemiştir. Eşitsiz ve asimetrik güç ilişkileri belirleyicidir. Türkiye’de din, din eğitimi, dini kurumlar, Diyanet İşleri Başkanlığı ulus devlet anlayışının kimliğini oluşturmada belirleyici misyona sahiptirler. Gelinen aşamada Diyanet İşleri Başkanlığı bir inanç kurumu olmaktan ziyade farklı etnik ve dini kimliklerin yurttaş olarak haklarını talep etmelerine yönelik siyaset belirleyen bir kurum haline gelerek; iktidara gelen tüm siyasi partilerin resmi ideolojiyi sürdürmelerinin en güçlü ideolojik aygıtı haline gelmiştir. Bu güne kadar gelen çelişki ve çatışmaların birçok nedeni farklılıkların tekleştirilmesi anlayışı oldu.
Cumhuriyet döneminde eğitim resmi ulus devlet anlayışının ideolojisi doğrultusunda şekillenmiş, yeni rejimin amaçlarına uygun vatandaş yetiştirme uygulamalarına zemin hazırlamıştır. 1923-1948 yıllarında din dersleri; 1921 yılı ilkokul programında birinci sınıf hariç diğer dört sınıfta ikişer saat okutulmuştur. 1946’dan sonra laikliğin yeniden tanımlanması yönünde siyasi taleplerin artması ile beraber, CHP hükümetinin bu siyasi taleplere daha fazla direnememesi sonucunda din eğitimi müfredat programında daha çok yer almaya başladı. Cumhuriyetin tekçi kodlarına karşı mücadele edilmeden, resmi muhalefet partilerinin, kimi derneklerin, seküler yaşamı savunanların, din dersleri kaldırılsın diyenlerin ÇEDES projesine ya da ana okullarında başlayarak resmi din eğitiminin verilmesine karşı çıkmalarının bir karşılığı olmayacaktır. Bugün yaşanan dinciliğin, milliyetçiliğin, cinsiyetçiliğin asıl nedeni tekçilik üzerine kurulu resmi ideolojinin yasal hale gelmesidir.
Gerçeğin Demi devranına aşk ile.