KNK Dış İlişkiler Sözcüsü Nilüfer Koç, Cumhuriyetin 100. yılını gazetemize değerlendirdi: Kemalist Hareket Misak-ı Milli konseptinde ‘Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı topraklar’ tanımlaması getirdi. 1921 yılında ilk anayasada ‘Kürtlere muhtariyet verileceği’ kabul edildi. Mustafa Kemal, ‘Kürtlere Muhtariyet’ dedi. Ancak bugün sanki hiç öyle bir dönem yaşanmamış gibi 1921 Anayasası’nı inkar etmekteler
Hüseyin Kalkan
Yüzyıla Kürtler ile başlayan ve bu nedenle başarılı olan cumhuriyet, ilk adımda Kürtleri inkar etti. İnkara itiraz yüz yıldır sürüyor. Buna rağmen Cumhuriyet 2. yüzyıla da Kürtsüz girdi. Yani Kürtlerle bir uzlaşmaya varmadan, inkarda ısrarla girdi. Kurdistan Ulusal Kongresi (KNK) Dış İlişkiler Sözcüsü Nilüfer Koç, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. kuruluşunu yıldönümünü değerlendirirken, “1923’te Lozan’da imzalanan belge paylaşım savaşının önemli oranda tamamlandığının belgesidir. Kurdistan’ın sömürge statüsünün imzalandığı belgedir” diyor. Koç, cumhuriyetin kurulduğu koşulları ve Kürtlerin durumuna dair şunları söylüyor: “Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması ve parçalanmasıyla bölgede birçok yeni devlet kuruldu. Osmanlı İmparatorluğu savaşın resmi olarak bittiği 1918 yılında, İngiltere ve Fransa ile Mondros Mütarekesi’ni imzalayıp yenilgisini kabul etmiştir. Balkanlar’daki halklar, Afrika’daki halklar Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılıp kendi devletlerini kurmaya başlamışlardır. İngiltere ve Fransa’nın sanayi devrimleri için ihtiyaç duydukları petrol Arapların, Osmanlı’dan kopup irili ufaklı birçok devletin kurmalarında belirleyici rol oynamıştır. ”
Kürtlerin kaderi
Savaş bittikten sonra paylaşım devreye girdi. Paylaşılacak en büyük parça ise Osmanlı İmparatorluğu idi. Kürtlerin kaderi Osmanlı’nın ne olacağı ile iç içeydi. Nilüfer Koç, Kürtlerin kendi kaderlerinin tayin edildiği bu toplantılarda bulunmadığını belirtiyor ve şunları ekliyor: “Osmanlı coğrafyasının paylaşımını ele alan çok sayıda uluslararası toplantı ve konferanslar da yapılmıştır. Bu toplantılarda Kürt ve Kurdistan konusu önemli bir gündemdir. Ancak ne yazık ki Kürtler kendileri bu toplantıda hazır bulunmamaktalar. Bu durum başkalarının Kürt halkının kaderi üzerine tartışma ve kararlaşmasına neden olmaktadır. Kürtlerin bu platformlara seslerini duyurmaları isyanlar yoluyla olmaktadır. Kısacası Kürtler Osmanlı döneminde aşina oldukları özerk konumlarında kalarak birbirinden kopukturlar. Uluslaşma bilincinin zayıf olduğu bir dönemdir. Her ne kadar Kürt üst sınıfına mensup olan kimi aydınlar tehlikeyi görse ve dillendirse de örgütlü bir yapılanmanın olmaması elbette tespitlerin kağıt üzerinde kalmasına neden olmaktadır.”
Kürtler ve uluslararası toplantılar
Serv’de Kurdistan’ın sınırlarının çizildiğini belirten Koç, Kürtlerin deneyimsizliği nedeni ile bunun kalıcı olmadığını belirtiyor. Koç şunları ekliyor: “Buna rağmen İtalya’nın San Remo kentinde 19 Nisan 1920’de gerçekleştirilen konferansta hazırlanan ‘5 Sayılı Ek Metin’le Kurdistan’ın sınırları da çizilerek ele alınmıştır. Bunun sonucu olarak karar gücüne sahip olan ve 10 Ağustos 1920’de Paris yakınlarındaki Sevres kentinde Sevr Antlaşması’nın ‘Kurdistan’ maddeleri bu metne uygun olarak eklenmiştir. Kürtler her ne kadar bu tür platformlarda hazır olmasalar da yürüttükleri isyanlarla seslerini duyurmuş, Kürt ve Kurdistan’ın var olduğunu göstermeye çalışmışlardır. Cumhuriyetin kuruluş süreci Kürtlerin uluslararası siyaset sahnesiyle yeni tanıştıkları bir dönemdir. Kimi Kürt liderlerinin İngiltere ve Fransa’nın ilgili kurumları ile mektuplaşmaları olsa da, bunlar dar bir aşiretin, dini liderin ya da bir aydının olmuştur. Ancak parçalı durmaları, ulusal bilincin zayıflığı bu tür girişimlerin sonuçsuz kalmasında etkili olmuştur. Dolayısıyla tepkilerini ancak isyanlarla ifade etmeye çalışmışlardır. Sevr’de ve 1923’te Lozan’da imzalanan belge, paylaşım savaşının önemli oranda tamamlandığı belgedir ve Kurdistan’ın sömürge statüsünün imzalandığı belgedir. Sevr Antlaşması’nın reddi ve Lozan Antlaşması’yla Kemalist Hareket önce inkar ve ardından inkarın sağlanması amacıyla soykırım belgesini imzalamış oluyor. Uluslararası siyasette ise Kürt varlığı artık Kürt sorunu yani varlığı sorun haline getirilen bir halk oluyor.”
1921 Anayasası ve özerklik
Mustafa Kemal başarılı olmak için Kürtlerin desteğini almak zorunda olduğunun farkındaydı. Nilüfer Koç, bunun için atılan adımları şöyle sıralıyor: “Mustafa Kemal, ‘Kurtuluş Savaşı’ için Kürtlerin desteğini almaya yöneldi. Sevr Antlaşması’na karşın Kemalist Hareket Misak-ı Milli konseptinde ‘Türklerin ve Kürtlerin yaşadığı topraklar’ tanımlaması getirdi. Kürtler Ankara’daki Meclis’te Kürt kimlikliğiyle yer aldılar. Meclis’in 1921 yılında yaptığı ilk anayasada ‘Kürtlere muhtariyet verileceği’ kabul edildi. Zira aynı yılda ‚‘Kürtlere Muhtariyet‘’ verilmesi gerektiğini Mustafa Kemal, 1921’de İzmit toplantısında da dillendirmiştir. 1921 Anayasası aslında oldukça esnek ve adem-i merkeziyetçi bir zemine dayandırılmıştır. Bu haliyle tüm Türk devlet anayasaları içerisinde içeriğiyle önemli bir yer tutmaktadır. Ancak bugün sanki hiç öyle bir dönem yaşanmamış gibi 1921 Anayasası’nı inkar etmekteler. Aslında, Kürtlerin Türkiye halklarıyla beraber yaşamalarına ve kendilerini yönetmelerine, dillerini, kültürlerini, inançlarını korumalarına imkan sağlayacak olan bu anayasa şu anda hiç kimse tarafından anılmamakta ve sanki böyle bir şey hiç olmamış gibi davranılmaktadır. Kürtlere özerklik vaadinin somut delili olan bu anayasayı oluşturan koşullar değil de çarpıtılmış bir tarih anlatılmaktadır.”
Soykırım belgesi olarak Lozan
Lozan’ın Kürtler için bir soykırım belgesi olduğunu belirten Koç, sonraki sürecin bir inkar süreci olduğunu söylüyor: “Savaş bittikten sonra Lozan’a giden İnönü başkanlığındaki Ankara heyeti kendisini ‘Türklerin ve Kürtlerin ortak heyeti’ olarak tanıtarak Kürtlerin temsil edilmesine karşı önlem almış oluyordu. Böylelikle Kürt varlığını ekarte ederek inkar ve dolayısıyla soykırım belgesini imzalamış olarak ‘büyük zaferle‘ (24 Temmuz 1923) Ankara’ya dönüyorlar. Mustafa Kemal ve İttihat ve Terakki Cemiyeti kadroları Lozan Antlaşması’ndan yaklaşık 3 ay sonra yani 29 Ekim 1923’te Türk ulus devletini ilan ettiler. Ardından ise 1921 Anayasası’nı ortadan kaldırmak amacıyla Türk ulus devletine uygun yeni anayasa hazırlığı başlamış ve 1924’te yeni anayasa ilan edilmiştir. 1924 Anayasası’nda ne Kürtler ne de diğer halkların varlığından bahsedilmektedir. Bu anayasa bugün Türkiye’de yaşanan tüm sorunların kaynağıdır. Çünkü milliyetçi ve ırkçılığa dayandırılan, Türk ulus devleti anayasasıdır. Yani sadece Türklük devlet uyrukluğudur ve vatandaşlık tanımı da böyledir. Her ne kadar 1924 Anayasası’nda çoğulcu demokrasi olarak ifade edilmişse de ve çoğunluğun yönetme hakkının mutlak olduğu belirtilmişse de bu mutlak hak çoğunluğa sahip olan Türklere tanınmıştır. Bu anayasa mercek altına alındığında içeriğinde en fazla rastlanan kelime Türk’tür. 1924 Anayasası’nda vatandaşlık ise tamamen ırk üzerinden tanımlanmıştır. ‘Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese ‘Türk’ denir. (madde 88) Bugünkü anayasa bile, ‘TC Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür’ demektedir. Yani 1924 anayasası, inkar edilen Kürtlerin yok edilmesi için geliştirilen Kürtleri yok etme anayasadır ve günümüze kadar hüküm sahibidir. 1924’te ve ardından soykırım fermanı olan Şark Islahat Planı’na karşı Kürtler aralıksız bir şekilde direnişe geçmişlerdir. Kürtler asla Türklere boyun eğmemiştir ve teslimiyete karşı çok ağır bedellerle direnmişlerdir. Ancak alabildiğine yerel, birbirinden kopuk kaldıkları için ne yazık ki büyük bedellere rağmen istedikleri sonuçları elde edememişlerdir. Fakat eğer bugün hala direniyorsak ve Kürt Özgürlük Hareketi gibi büyük bir güç açığa çıkmışsa elbette bu büyük kahramanlıkların miras bıraktığı zalime, zulme ve işgale boyun eğmeme geleneğinin katkısı vardır.”
Diplomatik oyunlara kurban
Cumhuriyet kurulduktan sonra çok hızlı bir şekilde Kürtleri devre dışı bıraktı. Bunun çok çeşit nedenleri vardı. Nilüfer Koç, bu konuyu açıklarken PKK Lideri Abdullah Öcalan’a atıfta bulunarak Kürtlerin diplomatik oyunlara en çok kurban edilen bir halk olduğunu belirtiyor: “Kürtlerin parçalılığı, yerelliği, uluslararası siyasetten uzak olmaları, onları egemen güçler açısından hep zayıf gösterdi. Parçalı olmaları egemenlerin böl-yönet politikasına hep zemin sundu. Bu açıdan ciddiye alınmaktan ziyade kullanım değeri olan bir güç olarak dış güçler tarafından ele alındı. Fakat en önemli diğer bir husus ise Kürtlerin I. Dünya Paylaşım Savaşı’yla kendisini Ortadoğu’ya dayatan kapitalist sisteme yabancı olmalarındandı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, varlığı ve kimliği sorunsallaştırılan Kürt halkının o dönem bölgesel ve uluslararası siyasetteki ele alınışlarını şu sözlerle ifade etmektedir: ‘Yakın dönemde, kapitalist modernite sürecinde belki de dünyada en çok diplomatik oyunlara kurban edilen halk Kürtler olmuştur. Bütün 19. ve 20. yüzyılda Ortadoğu’nun parçalanmasında ve kapitalist sistemin hegemonyası altına alınmasında Kürtler kurbanlık rolü oynamıştır. Özellikle I. ve II. Dünya Savaşlarının en trajik kurbanları olmuşlardır. Ortadoğu politikalarında (ulus-devlet diplomasisi) Kürtlere biçilen rol hep piyonluk olmuş ve bu durum çok ağır sonuçlar doğurmuştur. Kürtler soykırıma varan acı tablolarla karşılaşmışlardır. Bunda şüphesiz Kürt işbirlikçileri kadar Kürt direnişlerinin modern yöntemlerden kopukluklarının da önemli payı vardır.'”
Kürtsüz cumhuriyet
Nilüfer Koç, bundan 100 yüzyıl önce kaçırılan fırsatın kültürel-fiziki soykırıma yol açtığını ancak Mustafa Kemal’in diplomatik oyunlarla kazandığı zaferin de Pirus Zaferi olduğun belirtiyor. Koç’un, kuruluş sonrası analizi şöyle: “Bundan 100 yıl önce kaybedilen fırsat bir yüzyıl Kürtleri kültürel-fiziki soykırım cenderesine alarak günümüze kadar getirdi. Kurdistan bu nedenle 100 yıl boyunca savaş, talan, yıkım ve zulmün merkezi oldu. Oysa Birinci Dünya Savaşında sistemsel krizin yaşandığı, taşların yerinden oynadığı ve oturtulduğu bir dönemdi. Birlik, ortak akıl, koordine eden bir merkezleri olsaydı Kürtlerin kaderi bugün farklı olabilirdi. Bugün yaşadığımız zulüm 100 önce yaptığımız hataların bedelidir. Dolayısıyla Cumhuriyetin 100. yıldönümünde Türkler Pirus Zaferi’ni kutlarken, bizim de kendimizi gözden geçirerek hata ve zayıflıklardan arındırmamız gerek. Türkiye açısından Pirus Zaferi demek doğru olur, çünkü Cumhuriyetlerini inşa ederken Cumhuriyetin varlığını ve idamesini belirleyen Kürt sorunu da yaratmış oldular. Kapitalizme yabancılık Kürtleri ulus devlet denilen zulüm aygıtına karşı korumasız kıldı. Her ne kadar Bedirxanlar Kürt ulus devlet denilen hususu Kurdistan gündemine taşımış olsalar da ya da Ehmedê Xanî 1694 yılında tamamladığı ‘Mem û Zîn’ eserinde Kürt siyasetine perspektif vermeye çalışırken sıkça sitem ettiği ‘Bizim içimizden bir padişah çıkacak mı? Hiç mümkün mü çarkın lehimize dönmesi… Zira hepsi de her zaman ittifaksızdırlar… Hep birbirlerine diklenip ayrılığa düşerler…’ türünden eleştiriler yapmıştır. Bunlarla aslında Kürt karakterini de eleştirmiştir. Şüphesiz ki parçalılık Kürtleri zayıf göstermiştir. Bu durum Kurdistan’da o günden bugüne kadar sömürgeci güçlerin hala başvurduğu bir iktidar inşa etme yöntemi olarak değerlendirilmektedir.”
Yarın: Cumhuriyet nasıl demokratikleşir?