KNK Dış İlişkiler Sözcüsü Nilüfer Koç, Cumhuriyetin 100. yılında Kürt-Türk ilişkilerini değerlendirdi: Kürtler kararını vermiştir. ‘Cumhuriyeti’ savunanların da artık karar vermeleri gerekir. Kürtlere karşı savaş halinde olan ‘Cumhuriyet’ teklik içinde boğulmaya gidiyor. Ancak demokratikleşme ile Kurdistan üzerinden nefes alacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’ne Abdullah Öcalan’ın yol haritasını bir kez daha okumasını tavsiye ediyorum
Hüseyin Kalkan
Cumhuriyetin kurulmasından sonra Kürtlerin inkarı uzun bir isyanlar dönemi başlamasına neden olmuştur. Bu isyanlar hem kitleseldi hem de kapsamlı hareketlerdi. Ancak kalıcı bir başarı getirmedi. KNK Dış İlişkiler Sorumlusu Nilüfer Koç, bunun nedenlerini şöyle sıralıyor: “Kurdistan’ın yıkılan son özerk kalesi Dersim olmuştur. Ardından ise her ne kadar çeşitli örgütlemeler olsa da, Kürt üst sınıfı tarafından adaletsizlik ve sömürü gündemleştirilmişse de bunu toplumsallaştıramamışlardır. Birçoğu bedellere rağmen elit olmaktan öteye gidememişlerdir. Zira Kürt ve Kurdistan tarihini ele alırken daha çok karşıtını analiz, şikayet eden ve eleştiren tarzda olmuştur. Yani ideolojik bakış açısından ya dışa bağımlı, dışın penceresinden bakan, dışı taklit eden ancak kendisi olmayı başaramayan bir gerçeklik. Hiç şüphesiz ki yaşanan bunca soykırım ve özgürlük için ödenen bedellere rağmen halk pasifleşmemiştir.”
Kırılma anları
Yetmişlerden sonra Kürt meselesinde önemli değişiklikler ortaya çıktı. Bu dönemde PKK’nin ortaya çıkması önemli bir gelişmeydi. Nilüfer Koç, bu dönemi şöyle analiz ediyor: “PKK genelde son isyan olarak tanımlanmaktadır. Ancak bir isyanı kapsasa da esasında Kurdistan’da ciddi bir devrim sürecini başlatan güçtür. İlk tespiti ‘Kurdistan sömürgedir’ ile başlayan serüven ardından ise topluma yüzünü çeviren ve Kürt üst sınıfı tarafından nesne, düşman tarafından ise soykırım malzemesi kategorisine konulan Kürtleri mercek altına alan bir öğrenci-aydın öncüleridir. PKK Kürtleri dünya çapında 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçişle başlayan uluslaşma sürecini içine alma mücadelesine başlamıştır. Şimdiye kadar aşiret, şeyhlik vb. geleneksel örgütleme modelleri toplumu geri bir aşmada tutmuş ve modern örgütleme araçlarını zorunlu hale getirmiştir. Kürtlerde uluslaşma süreci 20. yüzyıla sarktığından PKK bu açığı hızlı bir şekilde kapatmaya çalışmıştır. 20. yüzyılın sonuna doğru PKK bu gecikmenin farkına vararak Kürtleri, 21. yüzyılda uluslaşma ile birlikte ulusal birlik çatısı altında güç konumuna getirerek, Kürtlerin Kürt sorunu adıyla yerel, bölgesel ve küresel çapta sorunsallaştırılmasını önlemeye başlamıştır.”
Siyaset ve diplomasi
“Kürt hareketi, Kürtlere 20. yüzyıla yoksun oldukları sınıf ideolojisi dolayısıyla kapitalizme karşı Kürdi bir ideolojik bakış açısı kazandırdı” diyen Koç, bu dönemde ortaya çıkan değişiklikleri şöyle sıralıyor: “Kürt hareketi, Lozan’la uluslararası ardından ise Cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan soykırım kapanına sıkıştırılan Kürtleri bu kapandan çıkarmak için bilinçlendirilmesi gerektiğine inandı. Diğer isyanlarda askeri direniş öndeyken, siyaset, toplumsallık ve diplomasi tali konumda olmuştur. Oysa yaratılan Kürt sorunu siyasal-diplomatik bir sorundu ve halkın üst sınıfa göre parçalanmışlığının sonucuydu. PKK bu nedenle önce toplumsal aydınlanma-bilinçlenme; bununla birlikte kendisini güçlendirecek ittifaklar yani Türk solu; Filistin kampları; Arap güçleriyle geliştirilen ilişkilere girişmiştir. Bununla Kürtleri nesne konumundan özne konuma getirmeye başlamıştır. 1978-90 mücadele süreci Kurdistan’da serhildan yani ulusal bilinçlenme ve özüne dönme süreci. 1990-2000 ile birlikte önemli oranda sesi duyulan Kürtlerin gücüyle Batıda diplomatik çalışmalar da başlatılmıştır. PKK geleneksel olarak dost-düşman değil de ailesel, aşiretsel veya üst sınıf kimliğinden kaynaklı işbirlikçiliğe dayalı diplomasi yerine halkı uluslaştırmayla birleştiren ve bununla güç yaparak diplomasiye girişmiştir.”
Kadın özgürlük mücadelesi
Kürt hareketinın ayırıcı özelliklerinden biri, belki en önemlisi kadın özgürlük mücadelesini ve gençliği temel almasıdır. Bu taktik bir tutum değildir, stratejik bir yaklaşımdır. Nilüfer Koç, bu yaklaşımı şöyle açıklıyor: “Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Kürtlerin 21. yüzyılın gerçekliğine hızlı, sağlam ve güçlü girmesi için de çözümü hep içerde aramıştır. Örneğin toplumsallığı demokratik temelde birleştirmek, içte adaletsizliği kaldırmak için stratejik önem verdiği kadın özgürlük mücadelesi; yine toplumun muhafazakarlaşmasına karşın sürekli dinamik olması için stratejik önem verdiği gençlik gücü Kürt toplumunu Cumhuriyetin soykırım cenderesinden çıkarmasının ulusal dinamikleri olmuştur. Bununla birlikte Kürt toplumunu dünya toplumlarıyla buluşturmak amacıyla stratejik önem verdiği basın-yayın; aydınlanma kurumları vb araçları da çok geliştirmiştir. Türk Cumhuriyetini faşizan kılan toplumları homojenleştirmesine karşı Kürt hareketi Kurdistan toplumunu kendi özgün inanç, dil, gelenekleriyle birlik temelinde ortak hareket etmesinin demokratik ulus modelini yaratmıştır. Yine Kürt hareketinin önemli bir özelliği Türk Devleti ile mücadelesini asla Türk-Kürt savaşı ya da Arap-Kürt ya da Kürt-Fars savaşları olarak adlandırmamıştır. Türklerin, Arapların ve Farsların da ulus-devletler tarafından milliyetçilikle zehirlendiğinden kaynaklı Kürt çözümünü bu halklarla ortaklığa, dayanışmaya ve dostluğa dayandırmıştır. Ulus tanımını 20. yüzyılın ırkçılığından çıkararak demokratik ulus ile ulus kavramını farklılığın bir aradanlığına dayandırmıştır ve dayandırmaktadır. Bu nedenle savaşını sadece söz konusu soykırımcı ulus-devletlere karşı savunma amaçlı sürdürmüştür.”
Nereden başlamalı?
Kürt sorununu çözmek için cumhuriyetin demokratikleşmesi gerektiğini belirten Nilüfer Koç, 1921 Anayasası’nı başlangıç noktası almanın yeterli olduğunu belirtiyor. Koç, 1921 Anayasası’nın nasıl bir başlangıç olacağını şu sözlerle açıklıyor: “Bu soruya nerden başlanmalı denilse, bence 1921 Anayasası’nın uluslararası standartlara göre yeniden yapılandırılmasıyla başlamak en doğrusu olur. İkinci husus ise tüm soykırım yönetmeleri Kürtleri devreye dışı bırakmaya yaramadı. Kürt direnişi bugün Kürt çözümü olarak demokratik ulus perspektifiyle Türkiye gibi soykırımcı rejimlere karşı halkların ortak mücadelesini esas almaktadır. Her ne kadar Türk toplumu milliyetçilikle zehirlenmeye çalışılsa da Türkiye’deki emekçi kesimler, kadınlar, Aleviler, kültürel İslam’ı esas alan, Çerkezlerin kimlik arayışı; Ermeni ve Süryanilerin hak ve adalet arayışları hepsi günümüzde çözüm bekleyen ve bitirilemeyen sorunlardır. Kürt devrim dinamiği bu kesimleri de güçlendirmiştir. Diğer bir etken ise 90’lardan bu yana dünyanın içerisine girdiği hegemonya boşluğunda açığa çıkan çok başlılık ve Kürt siyasetinin bunda da usta bir denge politikasını uygulama kabiliyetini geliştirmesidir. 2003’te federalleşme modelleriyle Irak’ın katı ulus-devlet yapılanması ortadan kaldırıldı ve Güney Kürdistan özerk statü kazandı. Buna karşı TC her ne yaptıysa da uluslararası diplomasisiyle 1920-23 sürecindeki politikasıyla sonuç alamadı. Yine 2012’de Suriye’nin katı ulus-devlet yapılanmasıyla sarsılan rejimine karşı Kürtlerin inşa ettiği demokratik özerklik modeli tüm TC saldırılarına karşı güçlenmesi engellenmemiştir. Bununla birlikte yaratılan kadın özgürlükçü, halkların birlikteliğine, inançların demokratikleşerek birleşmesini sağlayan yeni türden bir demokratik ulus kurtuluşçuluğuyla dünyaya emsal oldular. Türkiye DAİŞ gibi araçları da devreye koyarak bu devrimi önleyemedi.”
Lozan delindi
Yeni yüzyılda Lozan delinmeye başlıyor. Koç, bunun fiili yansımasına dair şunları söylüyor: “Yani 1923’te Lozan’da Fransız ve İngilizlerin pasta gibi paramparça ettikleri ve Türk, Suriye, Irak ve İran ulus devletlerine peşkeş çektiği 490.000 km2’lik Kurdistan yüzölçümünde 2003’ten bu yana bir değişim sözkonusu. Zira 490.000 km2 Kürdistan yüzölçümünün 230.000 km2’si yani hemen hemen %45’i Türk ulus devletine; 170.000 km2’si İran’a; 75.000 km2’si Irak’a, 15.000 km2’si Suriye’ye vermelerinde bir değişim olmuştur. Irak ve Suriye’ye verilen iki parça Kurdistan de facto bir özerklik kazanmışlardır. Geriye kalan Türkiye’nin ve İran sömürgesi altındaki parçalarda ise ne Türkiye ne de İran rejimi Kürtlerin özgürlük arayışını bastırmamaktadır. Hatta İran’da en son görüldüğü üzere Jin, Jiyan, Azadî devrimi başta Kürtlerin siyasi güçleri olmak üzere İran halklarını birleştirmiştir. Kuzey ve Rojava Kurdistan’da sömürgeci konumu sarsılan Türkiye Cumhuriyeti 2017 Cumhurbaşkanı referandumuyla ulus-devleti daha da katılaştırarak Kürtlerin 1923’te inşa ettikleri kapandan çıkmamaları için yasama-yargı-yürütmeyi ortadan kaldırarak Cumhuriyeti 1924’ün de gerisine götürmüştür.”
Kürtlerin kararı
Koç, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın komplocuların beklentilerini boşa çıkararak bir Türk-Kürt boğazlaşmasını tersyüz edip Demokratik Cumhuriyet alternatifini sunduğunu belirterek şunları söylüyor: “Kürt Halk Önderi bu duruşunu şimdiye kadar samimiyetle sürdürmüştür. 2013-2015 çözüm sürecinde tüm çabası Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi için Kürtlere karşı düşmanlığın sonlandırılması gerektiğini ifade etmiştir. Bunu en yalın, en gerçekçi bir şekilde ise 2009’da hazırladığı ve derin devletin Öcalan’ın fikirlerinden korkmasından kaynaklı olarak ancak 2011’de İmralı’dan çıkışına izin verdikleri yol haritasında ifade etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti 100. yılında istikrarlı ve kalkınmaya endeksli bir demokratik cumhuriyete kavuşmak istiyorsa bu barış belgesini bir kez daha okumasını tavsiye ediyorum. Kürtler kararını vermişler. Hiçbir güç artık onları yıkamaz. Ancak ‘Cumhuriyeti’ savunanların da artık karar vermeleri gerekir. Kürtlere karşı savaş halinde olan ‘Cumhuriyet’ görüldüğü gibi teklik içinde boğulmaya gidiyor. Ancak demokratikleşme ile Ortadoğu ve Kurdistan üzerinden nefes alacaktır. Ne Kürtler ne de küresel sistem artık oligarşik tek adam, tek din, tek millet, tek dil vs. kabul etmiyor. Son 33 yıldır yıkılan ulus -devletlere bakıp sonuç çıkarmak lazım.”