Kültürel değer ve normlardan oluşan devasa bir geri planda insanoğlunun tarihi, maddi ya da nesnel çıkarları söz konusu olduğunda birbirine vahşice davrandığı bir tarihtir. Yaşanan bazı olayların tuhaf donukluğu, yoğun acının suskun boşluğu, devasa adaletsizliğin anlaşılmaz açıklanamazlığı belki de insanın dünyadaki yaşamının hiçbir gerçek düzene, hiçbir bilgi düzenine, hiçbir duygusal biçime, hiçbir ahlaksal tutarlılığa sahip olmadığı kuşkusunu uyandırıyor. Ve bu kuşkuya verilen yönetim şekli demokrasinin yanıtı da her durumda aynı: İnsan yaşamındaki belirgin müphemlikleri açıklayacak, hatta kabullenecek gerçek bir dünya düzeni imgesinin kanun, kural ve göstergeler yoluyla formülleştirilmesi.
Öte yandan, din/inanç devasa bir adalet olgusunun varlığını işaret ediyor ve sadece bu nedenle olsa bile dünyanın hemen hemen her yerinde şiddete maruz kalanla, onu izleyen için sorunu bir başka güce/iktidara yönlendiriyor. Bir kavram olarak şiddeti ilkel yani yabanıl olanla bağdaştırmak yetersizdir. Her ne kadar tarih süreci insanın insanla ilişkisinden önce, insanın doğa ile olan ilişkisinde şiddet olduğunu gösterse de onun bir anlatım biçimi olarak sanat eserine yansıması için uzun zaman geçtiğini biliyoruz. Ünsal Oskay hocanın dediği gibi; başlangıçta doğa ile bir karşıtlık ilişkisi içinde olan insan, doğanın kendini yeniden üretme süreçlerini uzun ve sabırlı gözlemler sonucunda öğrenip, bu süreçlere müdahalede bulunacak yetkinliğe gelmiş.
Yiyebileceğinden fazla hayvan avlamamış, nişastalı danelilerden ve köklerden ihtiyacından fazlasını toplayıp tüketmemiş olması insanın doğa ile ilişkisinde bir tür sevgi olduğunu varsaymamıza bir neden olabilir. Ya da akıl erdiremediği bir gücün karşısında ona yaranma, onunla dost geçinme anlayışında olduğunu da söylemek mümkün. İnsanoğlu doğaya müdahale ile doğanın yaratmadığı şeyleri yaratma duygusunu edindi. Topladığı bitkileri taşa vurarak harman ettiği yerlerde aynı nişastalı bitkinin doğadakinden daha yoğun olarak yeşerip yetiştiğini fark etmesi ise bu duygusunu güçlendirdi.
Şiddeti öteki soy topluluklarıyla çok uzun süren anlaşma çabalarının sonunda tek çare olarak kullanması da aynı dönemlerdedir. Şiddet kullanmasının nedeni doğayla etkileşiminde en önemli aracın insan olduğunu bilmesidir. İnsan, kolektif varlığı sürdürmede en belirleyici üretici güçtür, çünkü. Tarihte Urartu kralları kayalıkların yüzünü düzleştirip sonu zaferle biten seferlerini yazdırırlar da haberimiz olur: Söz konusu metinlerde yakılan düşman şehirleri, kılıçtan geçirdikleri yaşlı insanlar, tutsak alınıp Urartu ülkesine getirilen binlerce genç erkek ve kadından, ganimet olarak getirilen bakır ve tunç külçelerinden övünçle söz edilir.
Sıradan insanlar izlesin diye oluşturulan seyir alayları bu tutsakların aracılığıyla Urartu krallarının gücünü göstermeleri ve sıradan halkın bu güce boyun eğmesi için bir şiddet gösterimidir. İnsanın şiddet bağlamında birleştirilen yasalarla yönetilen devlet yaşantısına geçişinden itibaren başlayan ve günümüze değin derinleşen sefalet, artan eşitsizlikler, zorunlu göç, etnik savaş ve sürekli yenilenen askeri saldırganlık hallerinin çevrelediği bir dünyada, onarılmak için parçalanmak zorunda olan bir yapıdan bahsedilmelidir. Bu parçalamanın önemli başlangıç noktalarından biri, şiddet hakkında sorular sormayla başlar.