Şu sıralar CPT (okunuşu sipiti) sözü Kürt insan hakları savunucuları ve Öcalan’ın sağlık ve özgürlüğü için kaygılananların ağzından düşmüyor. Bu boşuna değil.
Avrupa İşkence ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele (veya Cezanın Önlenmesi Komitesi) veya kısaca İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT) Avrupa Konseyi’nin işkenceyle mücadele için oluşturduğu en önemli insan hakları enstrümanlarından biri. Komite 1989’da yürürlüğe giren İşkence ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezanın Önlenmesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi’ni uygulamak üzere kuruldu.
CPT kuruluş sözleşmesi, komitenin Avrupa Konseyi üyesi devletlerin tüm “gözaltı yerlerini” ziyaret etme yetkisi veriyor. Gözaltı yerleri, sözleşmede tanımlandığı gibi, insanların rızaları olmadan tutuldukları yerlerdir. Her şeyden önce, bu polis hücrelerini, hapishaneleri ve kapalı psikiyatri kurumlarını, aynı zamanda göçmen gözaltı merkezlerini, yaşlı insanların evlerini ve benzerlerini de kapsıyor.
Başka bir ek açıklamaya gerek olmaksızın anlaşılabileceği gibi CPT, Öcalan ve -“çözüm ve müzakere” döneminde, daimi hücre hapsi koşullarının ortadan kaldırılması ve İmralı’da uluslararası normların tesisi maksadıyla adaya getirilmiş- diğer 5 tutsağı dilediğinde/gerektiğinde görme hakkına sahip tek uluslararası tüzel kişilik. Esasen diktatörlük tarafından uygulanan mutlak tecrit koşulları altında Öcalan’ı görebilen tek kişilik.
CPT heyetleri dışında, Öcalan’ın ailesi, avukatları ve Öcalan’ın görüşmek istediği hiç kimse kendisiyle çözüm sürecinin ilga edildiği 2015’ten bu yana görüşemiyor. Öcalan’ın avukatlarının, “Asrın Hukuk Bürosu”ndan yapılan açıklamaya göre, kendisiyle son yüz yüze temas 3 Mart 2020’deki “aile ziyareti”ydi. Bunun tek istisnası, cezaevlerindeki Kürt yurtseverlerin Öcalan’ın “özgürlük ve güvenliği için” giriştikleri zincirleme açlık grevleri sonucunda rejimin 25 Mart 2021’de Öcalan’la bir telefon görüşmesine imkân tanımak zorunda kalmış olmasıydı. Ancak o temasta da kardeşiyle telefon görüşmesi ansızın kesilmiş ve o günden beri Öcalan’dan haber alınamamıştı.
Bu koşullar altında Kürt kamuoyunun ve insan hakları camiasının CPT’yi dillerinden düşürmemeleri kolayca anlaşılabilir çünkü, o tarihten bu yana Öcalan’ı görmüş olması mümkün olanlar yalnızca Türkiye’yi 20-29 Eylül 2022 arasında ziyaret eden CPT heyeti üyeleri, CPT ikinci Başkan vekili Therese Rytter, CPT birinci Başkan vekili Hans Wolff, Marius Caruana, Nikola Kovačević ve Jari Pirjola.
Bu vesileyle önceki gün Medya Haber TV’de konu üzerine yaptığım açıklamada ne yazık ki, raporlara hızlıca göz gezdirirken İmralı Cezaevi’nin ziyaret edilen yer listelerinde değil, giriş paragraflarında zikredilmiş olması nedeniyle CPT’nin İmralı’ya ziyaret kayıtlarını gözden kaçırmış ve kurumun ziyaret edeceği ve ettiği yerler listelerinin saydam olmadığı eleştirisinde bulunmuştum. Bu eleştirinin bu bağlamda yersiz olduğunu bu yazıyı yazarken fark ettim. Bu nedenle o programı izlemiş veya izleyebilecek olanlardan özür dilerim.
Ne var ki, bu durum, CPT’yi eleştiriden bağışık kılmıyor. Heyetin bu gezi sonrasındaki kısa “flaş” açıklamasındaki tuhaflığı ve daha sonra Asrın Hukuk Bürosu avukatlarıyla görüşmesindeki Öcalan’ı şahsen görüp görmedikleri sorusunu yanıtsız bırakan yersiz ketumiyeti ortadan kaldırmıyor.
Eylül 2022 gezisi için CPT açıklamasında şöyle deniyor: “Gezi münasebetiyle heyet İmralı adasındaki F-Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ni de halen kurumda tutulan bütün tutsaklara (dört kişi) uygulanan tretman ve koşulların incelenmesi maksadıyla ziyaret edilmiştir. Bu bağlamda tutsakların sosyal etkinlikleri ve dış dünyayla bağlantıları konusuna özel dikkat gösterilmiştir.”
Bu açıklamadaki tuhaflık şurada: 2018 ve öncesindeki ziyaretler vesilesiyle yapılan “flaş” açıklamalarda İmralı F-Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulanlardan “Abdullah Öcalan ve diğer tutsaklar” olarak söz edilirken, bu tarihten beri ve son açıklamada da “Öcalan” adı ayrıca zikredilmiyor.
Dolayısıyla, heyetin Öcalan’ı 2018’den bu yana şahsen görüp görmediğine, özellikle son ziyarette görüşmeye çıkıp çıkmadığına ilişkin sorular karşılıksız kaldıkça, Öcalan’ın “sağlık ve güvenliğinden duyulan kaygılar” ister istemez çoğalıyor ve CPT’nin görevini yerine getirmekte yetersiz kaldığı eleştirileri haklı olarak çoğalıyor.
“Haklı olarak” çünkü, CPT bütün raporlarında “dış dünyayla temas” konusunu en büyük ihlal olarak bizzat not etmesine karşın bunun bir “işkenceye dönüştüğü” vargısına ulaşmaktan imtina ediyor.
Oysa BM İnsan Hakları Komisyonu’nun 2003/32 sayılı kararına göre ceza infazı bir yana gözaltı koşullarında bile “uzun süreli iletişimsiz gözaltının [incommunicado detention] işkenceyi kolaylaştırabileceği ve kendi başına zalimce, insanlık dışı veya aşağılayıcı bir muamele ve hatta işkence biçimi oluşturabileceği” hatırlatılıyor ve tüm devletler “kişi özgürlüğü, güvenliği ve onuruna ilişkin güvencelere saygı göstermeye çağrılıyor.”
Uzun süreli iletişimsiz gözaltı bile tanım gereği, “kendi başına zalimce […] muamele ve işkence biçimi” iken, CPT’nin gördüğü ve tespit ettiği bu gerçeğin peşinden gitmemesi ve bu muameleye uğrayan bütün tutsakların bu arada şahsen Öcalan’ın aradaki istisnai kesintilere karşın 2025’ten bu yana özellikle İmralı’da ağır işkence koşullarında yaşadıklarını teslimden kaçınması elbette eleştiriyi hak ediyor.
Kaldı ki, CPT’nin Türkiye ile mutabakat tesis etmedikçe ziyaret ve gözlem bulgularının raporlarını açıklamamayı “sözleşmeden doğan bir mecburiyet olarak” ileri sürmesi de Kürt kamuoyunu saran kuşku ve memnuniyetsizlik ortamında yalnızca bir görevi savsaklama olarak ortaya çıkıyor. Çünkü bizzat kurumun kendi kayıtlarından görüleceği gibi CPT, 1992-99 arasında Türkiye’deki cezaevlerinin durumuna ilişkin yedi ayrı raporu hükümetle mutabakat aramaksızın yayınlayabilmiştir.
Dolayısıyla, özellikle İmralı’da süren ve doğrudan doğruya Öcalan’ın şahsını hedef alan -ancak kaçınılmaz olarak adadaki bütün tutsaklara teşmil edilen- “mutlak tecrit” uygulamasının bir işkence biçimi olarak süre gittiğini teslim etmekten kaçınamaz. Kaçındıkça, bir insan haklarını savunma kurumu değil, büyük devlet stratejilerinin bir aygıtı olduğu vargısını kendi eylemleri veya eylemsizliğinin sonucu olarak hak eder.