İmralı’yı ziyaret eden CPT heyetinin içinde yer alan, CPT Eski Başkanı Marc Neve, İmralı’nın başlı başına bir tecrit merkezi olduğunu belirterek, ‘CPT’nin Öcalan sessizliği endişe verici. CPT tekrardan İmralı’ya gitmeli’ çağrısında bulundu
İmralı Adasına ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan 35 aydır haber alınamıyor. Öcalan’ın üzerindeki mutlak tecridin kaldırılmas, fiziki özgürlüğünü sağlanması ve Kürt sorununda demokratik çözüm talebiyle 10 Ekimde dünyanın 74 merkezinde Öcalan’a özgürlük Kürt sorununa siyasi çözüm” talebiyle küresel bir kampanyanın startı verildi
İmralı’ya tek girme yetkisi bulunan Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT), tecrit rejiminin son bulması için çağrıcılardan biri. CPT’nin Eylül 2022’de yaptığı İmralı ziyaretinin raporunu hala açıklamaması ise dünyanın dört bir yanında tepkiyle karşılandı. Raporları açıklamayan CPT, İmralı görüşmelerinde nelerin yaşandığını da kamuoyuna hiçbir zaman açıklamadı.
2001-2003 ve 2010 yıllarında İmralı’yı ziyaret eden CPT heyeti içerisinde yer alan ve bazı ziyaretlere de temsilcilik yapan, CPT Eski Başkanı dünyaca tanınmış Belçikalı Avukat Marc Neve, İmralı ziyaretlerine ve Öcalan üzerindeki tecride dair ANF’nin sorularını yanıtladı.
İmralı’nın konum olarak bir tecrit merkezi olduğunu işaret ederek CPT Eski Başkanı Av. Marc Neve, “Öcalan’ın içinde bulunduğu koşulların kabul edilemez. Çözüm, baskıdan ve tecritten değil siyasi diyalog geçiyor” diye vurguladı.
CPT’nin Abdullah Öcalan konusundaki sessizliğinin endişe verici olduğunun altını çizen Av. Marc Neve, CPT’ye tekrardan İmralı’ya gitme çağrısında bulundu. Uzun tutukluluğa dönük Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin temsili kararlarını da hatırlatan Av. Marc Neve, “Öcalan gibi sembol bir tutsağın durumunda bir çözüme ihtiyaç olduğu çok net. Uzun süreli belirsiz ve süresiz bir tutukluluk kabul edilemez” dedi
Aktüel olarak Belçika Ulusal Cezaevleri Merkezi Denetleme Konseyi Başkanlığı görevi yürüten Av. Merc Neve’in cevapları şu şekilde:
CPT üyesi ve Başkanı olarak farklı tarihlerde 3 kez Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tutulduğu İmralı Cezaevini ziyaret ederek Öcalan ile görüşmeler gerçekleştirdiniz. Bu ziyaretlerdeki izlenimlerinizle başlamak istiyorum. Bu süreci biraz anlatabilir misiniz?
Üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen İmralı’ya yaptığım ziyaretleri unutamıyorum. Bir cezaevinde tek başına tutulan bir tutsağı ziyaret etmek başlı başına oldukça istisnai ve olağanüstü bir deneyimdir. CPT bünyesinde, tek bir tutsağı ziyaret etme kararını uzun uzadıya tartışmak zorundaydık. O dönem, CPT 47 ülkedeki cezaevleriyle ilgilenmek zorundaydı. Bir ada cezaevinde tek başına tutulan bir tutsağı ziyaret etmenin kesinlikle gerekli olduğu görülmesine rağmen, böyle bir ziyareti gerçekleştirmek için çok fazla enerji harcamamız gerekti.
Öcalan’ı ilk defa görmeye gittiğim dönemde heyet içerisindeki bazı arkadaşlarım onu daha önce ziyaret etmişlerdi. Yani ilk defa, İmralı’ya ikinci kez ziyaret eden CPT heyeti içerisinde yer aldım. Öcalan bir süredir tek başınaydı, tecrit edilmişti ve dış dünyayla gerçek hiçbir teması yoktu. O zaman kendisiyle tanıştığımızda kendisi çok huzursuzdu.
İmralı Cezaevi’nden biraz bahsedebilir misiniz, örneğin yapısından ve ulaşımındaki zorluklardan?
İmralı, Marmara Denizi’nde küçük bir adadır. Başlangıçta yalnızca askeri üs ve hapishane olarak kullanılmış ve bu da onu tartışmalı bir geçmişe sahip bir ada haline getirmiştir.
Buradaki askeri üs, özellikle önemlidir çünkü İmralı’da tutulan Öcalan, Türk siyasi otoritesi altında olması gerekirken, nihayetinde ordunun gözetiminde tutuluyor. Bu durum, adaya erişim için Türk ordusuna ait helikopterlerin kullanılmasını gerektiren istisnai bir bağlam yaratmaktadır. Adaya erişimi kısıtlamak için sıklıkla kullanılan bir bahane olarak da öne sürülen yüksek dalgalar nedeniyle adaya tekneyle veya botla ulaşmak neredeyse imkânsız.
Ziyaretlerimiz sırasında İmralı’ya ulaşmak için hep askeri helikopterleri kullandık. Öcalan ile ilk karşılaştığımızda tek başınaydı ve tecrit altındaydı. İlk görüşmeyi çok iyi hatırlıyorum, onunla 3 görüşme gerçekleştirdim. Her görüşmemizde hep konuşmak isteyen Öcalan oluyordu, çünkü yaşadığı tecritten kaynaklı büyük bir konuşma ve paylaşma ihtiyacı duyuyordu. Uzun zamandır içinde tuttuğu birçok şeyi ifade etmek için bir döngü içerisinde hep anlatıyordu.
Öcalan’ın size yani heyete karşı tavrı nasıldı ve nelerden bahsediyordu?
Kendisini ifade etme bicimi ve duyduğu ihtiyaç nedeniyle hep kendisinin konuşma isteği göze çarpan ilk özelliğiydi. Bana avludaki küçük kuşlarla konuştuğunu anlattı. O kuşlarla gerçekten iletişim kurmaya çalışıyordu. Bu nedenle bizim İmralı’ya yaptığımız ziyaretler, her şeyden önce, Öcalan için dış dünyayla iletişim kurmak için bir fırsattı. Her türden iletişimden mahrum kalma durumu göz önünde alındığında hep konuşma isteği anlaşılır ve önemli bir durum oluyor.
Söyleyecek çok şeyi vardı ama söylediklerinin ve endişelerinin merkezinde kendi durumu değil halkı vardı. Bu durum onun en karakteristik özelliğiydi. Demek istediğim, kendi kişisel durumundan çok az konuşuyordu, genellikle genel durum hakkında konuşuyordu. Bireysel durumunun ötesine geçip genel durum ve siyasi durum hakkında daha fazla konuşmak istiyordu. Çünkü kendisi de çok özel ve siyasi bağlamda görülen bir mahkûm olduğunun farkındaydı.
Öcalan ile yaptığınız görüşmelerde sizi en çok etkileyen husus ne oldu?
Görüşmelerimiz esnasında beni en çok etkileyen husus, Öcalan’ın kendi tutukluluk koşulları hakkında çok fazla konuşmamasıydı. Genel olarak Kürt halkı ve cezaevine girmesine neden olan temsilcisi olduğu hareketi hakkında konuşarak, tartışmayı bu alanda çekiyordu. Bu tutumu oldukça etkileyiciydi çünkü genellikle bir mahkûm genel olarak siyasi durumdan şikâyet etmeden önce kendi zorluklarından, günlük hayatından bahsederek söze başlar. Öcalan ile görüşmelerimizde ise tam tersi bir durum yaşanıyordu. Bu tutumu ve yaklaşımı da bizim için oldukça önemliydi.
Öcalan’ın İmralı esaret 25. yılına giriyor. İmralı’da bu yılları geçirmek onun açısından zor olmalı, değil mi?
Kesinlikle hiç kolay değil. Açıkça söyleyeyim, başlangıçta ben ve meslektaşlarım bu adadaki tecride bir son vereceğimizi düşünüyorduk. Bu nedenle, Türk makamlarının Öcalan’ı muhtemelen karada başka bir tesise nakledeceklerine inanıyorduk. Ancak bu gerçekleşmedi. Belli bir süreden sonra Cezaevinin büyütüldüğünü ve oraya başka birkaç mahkûmun getirildiğini gördük veya sağladık.
Ama başlangıçta, Öcalan’ın karada bir cezaevine nakledilmesini öngörmüştük. Ancak bu gerçekleşmedi. Ne yazık ki, CPT bu konuya müdahale edemedi. Üzerinde durduğumuz tek şey, aynı cezaevinde başka mahkumlar olsa bile, bir kişiyi izole etmek ve bir adada tutmanın, normal koşullar altında personel, aileler ve ziyaretçileri oraya getirmek için büyük altyapı sorunları oluşturduğuydu. İmralı’nın en büyük temel sorunlarından biri budur.
Her şeyden önce İmralı’nın yerleşim yeri olarak cezaevine uygun olmadığını veya başlı başına bir tecrit merkezi olduğunu mı söylüyorsunuz?
Evet, bu çok açık bir durum. Bu nedenle başlangıçta Öcalan’ın karada bir yere nakledilmesi gerektiğini düşündük ve talep ettik.
Türk devleti bu talebinizi kabul etmedi mi?
Hayır. Türk yetkili makamları bunu yapmak istemediler.
Geçtiğimiz 25 yıl içerisinde İmralı’daki tecrit halinde bir değişiklik olmadı. Yaklaşık son 3 yıldan beridir Öcalan’dan hiçbir haber alınamıyor. Aile ve avukat görüş hakkı tamamen elinden alınan Öcalan mutlak bir tecride tabi tutuluyor. Öcalan’ın içinde olduğu bu tecrit halini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İki hususu birbirinden ayırmamız gerektiğine inanıyorum. Bir yandan, sizin de dediğiniz gibi tecrit koşulları var. Açıkçası gelişmeleri sizin kadar yakından takip etmedim, uzun yıllardır yakından takip etmiyorum. Ancak, tecridin giderek zorlaşan ve zorlaşmaya devam eden önemli bir husus olduğundan şüphe yok.
Özellikle tutukluluk süresinin uzunluğuyla ilgili olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı, tecrit ve uzun süreli hapsetmenin bir anlamı olması gerektiğini açıkça ortaya koymuştur.
Bu kadar yıl hapiste tutmanın hala bir anlamı var mı? Bu soru, AİHM tarafından çok uzun süreli tutuklulukla ilgili gündeme getirilen bir konudur. Bu durum sadece Öcalan için değil, Türkiye’de ya da başka yerde bulunan diğer mahkumlar için de geçerlidir. Bir mahkûm olarak sembolik önemi inkâr edilemez olan Öcalan’ın durumunda, tutukluluk süresinin uzunluğu ve devamlılığı inkâr edilemez bir sorun teşkil etmektedir. Bu çok açık bir durum.
Böylesi bir tecridin artık bir işkenceye dönüştüğünü söyleyebilir miyiz?
Tecrit ne kadar uzun sürerse o kadar insan onurunu aşağılayan bir muamele olarak kabul edilir. Bu kadar uzun süre devam eden aşağılayıcı muamele de şüphesiz ki; işkenceye benzetilebilir ve işkenceyle kıyaslanabilir.
Bildiğiniz gibi İmralı’ya girme yetkisini elinden bulunduran tek organ CPT. En son Eylül 2022’de İmralı’yı ziyaret eden CPT, üzerinden geçen zamana ve Kürtlerin tüm taleplerine rağmen İmralı raporunu hala açıklamadı. CPT’nin İmralı tutumunu ve rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
CPT’nin rolü vazgeçilmez ama bir o kadar da zor. Vazgeçilmez çünkü Öcalan’ın durumunun dışarıdan kontrol edilmesi gerekir. Neyse ki oraya gidebiliyoruz. Öcalan, dış dünyaya aktaracağı son derece önemli hususları olan birisi. Bu nedenle, ancak hem Öcalan’ın kendisi hem de ziyaretin sonuçlarını öğrenmek isteyen avukatları ve yakınları için bu durum zor olmaya devam ediyor, ki biz de bunu gözlemledik.
Sizin söylediğinizden anladığım, son ziyaret 2022 yılında gerçekleşmiş ve buna dönük rapor hala yayınlanmamış. Bu durumun endişe verici olduğu bir gerçek çünkü CPT’nin bu sessizliği bazı entegrasyonları tehlikeye atıyor.
Türkiye’nin cevabı olmadan CPT raporunu yayınlayamaz değil mi?
Hayır, CPT ile Türkiye arasında raporlar tamamlandığında otomatik olarak yayınlanması konusunda bir anlaşma olmadığı sürece, konvansiyonlar gereği bu mümkün değildir.
Bazı ülkelerle yapılmış böyle antlaşmalar var. Ama birçok ülke bu tür antlaşmaları kabul etmiyor. Belçika ile de yapılmış böyle bir antlaşma yok.
Abdullah Öcalan’ın durumunda bu yaklaşımın farklı olması gerekmez mi?
Öcalan’ın durumu, çok daha hedefe yönelik olan ziyaretler açısından biraz daha farklı. CPT’nin İmralı’ya yaptığı ziyaretler tabii ki uzun sürmüyor. CPT ziyaretleri bazen 10 ya da 15 gün sürebiliyor ama Öcalan için durum böyle değil. İmralı’ya yapılan ziyaretler daha çok hedef odaklı ziyaretler, yani tam olarak hangi görüşmelerin yapılacağını ve sahada hangi ziyaretlerin gerçekleştirileceğini biliyoruz. Sonuç olarak, bu durumda raporun hazırlanması da daha hızlı oluyor. Ancak, yetkililerin mümkün olduğunca hızlı bir şekilde yanıt vermesi de önemlidir.
Peki, Avrupa Konseyi’nin Öcalan’ın tutukluluk koşullarındaki rolü nedir?
Avrupa Konseyi’nin de CPT’nin İmralı raporlarından yararlanabileceğini düşünüyorum. CPT, Avrupa Konseyi’nin bir organıdır. Avrupa Konseyi; CPT’nin yanı sıra Bakanlar Komitesi, Parlamenterler Meclisi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden oluşan büyük bir örgüttür. Tüm organların merkezi Strazburg’dadır ve yakın iş birliği içinde çalışırlar.
CPT, Konsey’in sahaya inen bir organdır. Mahkeme sahaya inmiyor, sahaya inen CPT’dir. Bu anlamda, CPT’nin yaptığı çalışmalar, örneğin Mahkeme’nin çalışmalarının yanı sıra, CPT tarafından sunulan raporlara dayanarak bir pozisyon alabilen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin eylemlerini de beslemektedir. Bu anlamda, CPT’nin İmralı raporları Konsey’in diğer organları tarafından da dikkate alınmalıdır.
CPT’nin İmralı ve Öcalan’a dönük pozisyonunun siyasi olduğunu düşünüyor musunuz veya Öcalan’ın durumunda CPT’nin üzerinde siyasi bir baskı olduğunu söyleyebilir miyiz?
CPT kesinlikle siyasi bir organdır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından atanıyoruz. Bu nedenle kesinlikle siyasi bir organız.
Avrupa Konseyi düzeyinde, CPT gibi organların çalışmalarını kolaylaştırma ya da zorlaştırma konusunda bir dizi aktör vardır. Bu çok açık.
Peki, CPT kuruluşu gereği insan haklarını esas alan birçok hususa saygı duyması gerekmez mi?
Evet. CPT’nin eski bir üyesi olarak dışarıdan gelen çok fazla baskı hissetmedim. Hissettiğimiz şey, özellikle avukatlardan ve aile üyelerinden aldığımız şikayetlerdir ve bunları dikkate alıyoruz. Avrupa Konseyi’nin, CPT ziyaretlerini organize etmek ve bu ziyaretlerin sayısını artırmak için gerekli kaynakları sağlaması gerektiği çok açık. Bu kesinlikle haklı bir taleptir. Dışarıdan bakıldığında CPT’nin yeterince hızlı hareket etmediği ve daha sık ziyaret etmesi gerektiği düşünülüyor. Bu inkâr edilemez bir durumdur.
Abdullah Öcalan’ın içinde bulunduğu koşulları değiştirmek ve içinde bulunduğu tecride son verilmesi için ne yapılabilir?
CPT’nin İmralı’ya dönmesi ve yeni bir ziyaret gerçekleştirmesi sağlanmalıdır. Ve zamanı geldiğinde açıklanacak raporlar, eğer tecridi kınayacak kadar açık ve benzeri düzeyde ise, bu rapor Avrupa Konseyi gibi dış aktörler tarafından kullanılabilmelidir.
Öte yandan, istenirse şu olabilir. CPT’nin elinde, belirli bir anda kullanabileceği kamuoyu açıklaması adı verilen bir araç vardır. Başta Türkiye olmak üzere bazı devletler hakkında daha önce kamuoyu açıklaması yapıldı.
Konu yeterince önemliyse CPT de bir kamuoyu açıklaması yapabilir. Ama yeterince bilemiyorum, CPT içerisinde olmayalı uzun zaman oldu. Bu nedenle şu anda CPT içerisindeki tartışmaların ne durumda olduğunu size söyleyemem.
Kürt sorunun çözümü noktasında Öcalan’ın rolü hakkında ne demek istersiniz, tecrit Kürt halkına karşı yürütülen savaşın bir parçası mı?
Evet kesinlikle tecritle Öcalan’ın konumu doğrudan bağlantılı. Öcalan’ın PKK lideri ve temsilcisi olarak üstlendiği rol ile uzun yıllardan beridir karşı karşıya olduğu tutukluluk koşulları arasında bir bağ olduğu çık açık.
Barış görüşmeleri için yapılacak tartışmaların olduğu dönemin öncesinde oradaydık. Daha sonrasında ise görüşmeler açıktan başladı. O dönem Türkiye aynı zamanda Avrupa Birliği’ne katılmak için güçlü bir adaydı. Dolayısıyla, İmralı raporlarımız o dönemde Türk yetkililerin tutumunu doğru yönde etkilemiş olabilir. Sonrasında tüm bu süreç çöktü çünkü Türkiye; Avrupa Birliği’ne, Avrupa Birliği de Türkiye’ye sırtını döndü. PKK ile görüşmeler sona erdi.
Güney Afrikalı Lider Nelson Mandela 27 yıllık tutsaklığının ardından özgürlüğüne kavuşmuştu. Mandelan’nın özgürlüğe giden sürecinde uluslararası toplum önemli bir rol oynadı. Aynı uluslararası toplum Öcalan’ın özgür olması için de bir rol oynayabilir mi?
Evet, kesinlikle, çünkü onun gibi sembolik bir mahkûm söz konusu olduğunda, siyasi bir çözümün geçerli ve önemli çıkış yolu olduğu açıktır. Çıkış yolu bu, ama yine de tartışma için koşulların ve şartların doğru olması gerekiyor.
Güney Afrika ile bir karşılaştırma yaptınız. Güney Afrika’da bir noktada dönemin hükümet başkanı Frederik de Klerk görüşmelere ve çözüme onay verdi. Çözümü tartışmayı kabul etti. Türkiye’de durum böyle değil.
Meslek arkadaşınız CPT Eski Başkanlarından Mauro Palma Öcalan meselesinin siyasi bir mesele olduğunu ve çözümün de siyasi olması gerektiğini söylemişti. Buna katılıyor musunuz?
Evet, kesinlikle. Bence bugün Öcalan’ın içinde olduğu koşullar ve İmralı’nın koşulları, bu durumu daha açık kılıyor. Yani herhangi bir mahkûm, Öcalan’ın içinde bulunduğu koşullara maruz kalmıyor ve bu kadar uzun süre bu koşullara maruz kalan tek kişi Öcalan. Bu durum, bu kadar uzun süredir devam ediyorsa, bunun nedeni Öcalan’ın siyasi bir odak noktası olmaya devam etmesidir.
10 Ekim’de dünyanın 74 merkezinde yapılan ortak açıklamayla “Öcalan’a özgürlük Kürt sorununa siyasi çözüm” talebiyle küresel bir kampanyanın startı verildi. Bu kampanya hakkında ne demek istersiniz ve Öcalan’ın özgürlüğüne dönük bir mesajınız var mı?
Böyle bir kampanyanın önemli ve yürütülmesi gerektiğine inanıyorum çünkü az önce söylediğim ve diğer meslektaşlarımın da belirttiği gibi, Öcalan meselesinde siyasi bir çözümün mümkün ve önemli olduğu açıktır.
Daha önce de söylediğim gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi süresiz tutukluluğun bir çözüm olmadığını söylüyor. Mahkeme böyle bir durumda çözüm bulunması gerektiğini açıkça ifade etmiştir. Bu anlamda, Öcalan’ın durumunda bir çözüme ihtiyaç olduğu çok açık. Uzun süreli belirsiz ve süresiz tutukluluk kabul edilemez.
Çözümün baskıda ve tecritte değil siyasi diyalogda yattığına inanıyorum. Siyasi bir diyalog çerçevesinde bir çözüm geliştirilmelidir. CPT, Avrupa Konseyi’nin bir organıdır. Avrupa Konseyi böyle bir çözüme katkıda bulunabilir.
Sorun belki de tam buradan kaynaklanıyor. Nedenini bilmediğimiz bir şekilde, Kürtlerin tüm taleplerine rağmen, Avrupa Konseyi Öcalan’ın içinde bulunduğu tecrit koşulları karşısında harekete geçmiyor ve bir sessizlik içerisinde.
Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi gibi uluslararası kuruluşlar düzeyinde belirli bir dönemde çözüme dönük bir sinerjinin yaratmanın önemli olacağını düşünüyorum. Uluslararası kuruluşlar birbiri ardına müdahaleye hazır olduğunda, bu yaklaşım siyasi bir çözüme yol açabilecek olumlu bir dinamik yaratabilir.
Tam aksine, Türkiye hala bu kurumlardan Öcalan’ın bir ‘terörist’ olarak görülmesini istiyor.
Tarihe bakmak gerekir. Nelson Mandela’dan bahsettiniz. Mandela’nın lideri olduğu ANC hareketi de o dönemde terörist bir hareket olarak görülüyordu. Ama şimdi kimse bunu hatırlamıyor. Unuttuk, çünkü tarih bu tür şeyleri unutur. Bağımsızlık hareketleri genellikle başlangıçta bazıları tarafından terörist bir hareket olarak kabul edilir ve endişe verici olarak değerlendirilir. Ama bu tanımlamalar zamanla değişebilir.
Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?
Bence çok etkileyici olan başka bir husus ise bu kadar uzun bir süredir devam eden seferberlik ve sahiplenme hali. Bu olağanüstü bir güçtür. Bu seferberlik halinden çok etkileniyorum.
Öcalan’ın özgürlüğü için olan seferberlikten mi bahsediyorsunuz? Öcalan’ın özgürlüğüne dönük taleplere ve eylemlere devam edilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?
Evet, çözümün siyasi olduğuna inandığım için Öcalan’ın arkasında bir hareketin olması vazgeçilmez bir öneme sahip. Eğer, arkasında bir hareket yoksa siyasi çözümün başarılı olma şansı çok daha düşük olur.
Aktüel olarak Belçika Ulusal Cezaevleri Merkezi Denetleme Konseyi Başkanlığı görevini yürüten Avukat Marc Neve, uzmanlık alanı olan Ceza, Cezaevi ve İnsan Hakları hukuku alanında yaptığı çalışmalarla dünyaca tanınan bir isim. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde avukat olarak da görev yapan Merc Neve, aynı zamanda Sınır Tanımayan Avukatlar ve İnsan Hakları Ligi Cezaevleri Komisyonu Başkanlığı görevi de yürüttü. Av. Marc Neve, başta Belçika Liège Üniversitesi olmak üzere birçok üniversite de uzmanlık alanı üzerine dersler verdi.
Av. Marc Neve mesleki kariyerinin büyük bir bölümün ise 1999-2011 yılları arasında Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) içerisinde yer alarak geçirdi. Bu süre zarfında aynı zamanda CPT’ye başkanlık görevi de yürüten Marc Neve, İmralı ve Türkiye’deki cezaevlerinin de arasında olduğu dünyada yüzlerce cezaevini ziyaret etti.
HABER MERKEZİ