Türkiye uluslararası ilişkilerde kriz yaşıyor. Kılıçdaroğlu da Nasreddin Hoca gibi, kriz kapısının anahtarını, kaybettiği Kürdistan-Ortadoğu’da değil, sokakları aydınlık Amerika’da arıyor. Konuya bir giriş yapabiliriz.
Türk devleti Kemalistlerin iktidarının ilk bir iki yılında Sovyetler Birliği ile ittifak halindeydi. 1925 yılında yapılan Türk-Sovyet dostluk ve işbirliği anlaşması, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda feshedildi.
Kemalistler Sovyetlerle ittifak halindeyken de İngiltere ile de yakın ilişkiler içindeydi. Aslında bu ilişki Türk devletinin Batıyla ittifakının başlangıcıydı ve Nazi Almanyası’nın yenilgisiyle birlikte İsmet Paşa hükümeti ilk iş olarak NATO’ya üye olmak için ilgili devletlere başvurmuştu. O günden beri Türk devleti Batı ittifakına sıkı sıkıya bağlandı. Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi oldu, NATO’ya ve CENTO’ya girdi, bir dizi ikili askeri anlaşma imzaladı.
Bugün bu ittifak krizdedir. Türkiye pandülü bir NATO’ya, bir Şanghay’a salınıp duruyor. Ülkenin içindeki güç merkezleri arasındaki dengelerin sonucunda pandül bir istikamette duracaktır. Nerede? Bu yazının amacı soruyu cevaplamaktır.
İttifak krizinin merkezinde Kürt sorunu duruyor. Çünkü diplomasi alanında yalnız Türk hariciyesi çalışmıyor, Kürt özgürlük hareketi de artık uluslararası bir güç durumundadır ve onun da diplomatik çabaları Türk dış politikasındaki krizi etkiliyor.
Kesin olan şudur: Türk devleti Kürt sorununda savaş politikasını terk edip, sorunu Kürtlerin iç işlerinde özerklik temelinde temel haklarını tanıdığı gün, devletin içine girdiği türbülans hızla sonlanır. Kısaca söyleyecek olursak, Kürt sorununda çözümle birlikte Kürdistan’ın bütün parçaları ile Türkiye arasında eşine rastlanmayan ilişkiler kurulur. Hem Türkiye kendi sınırlarında, hem de Kürdistan’ın bütün parçaları da Türkiye’yle ortak sınırlarında güvenliğe kavuşur. Bu güvenlik karşılıklı saldırmazlık, iyi komşuluk ve dostluk anlaşmalarıyla pekişir.
Hatay’a komşu Efrîn’den, tüm Suriye, Irak ve İran sınırları boyunca gerçek bir güvenli bölgenin ortaya çıkması ile Türkiye Suriye, Irak ve İran’da meydana gelecek olumsuz etkilerden kendini korur. Buna karşılık çözüm temelinde Kürt-Türk ittifakının kurulması, Kürdistan’ın Suriye, Irak ve İran’da konumlarını güçlendireceği için, bu durum söz konusu ülkelerde demokrasinin, istikrarın ve refahın güçlenmesine yol açar.
Bu durum Ortadoğu’da insanları göçe zorlayan koşulların iyileşmesiyle birlikte “mülteci krizini” de çözer.
Perspektif olarak Türkiye, Irak, Suriye ve İran devletleri –ki bunların sınırlarının kesişme noktasında Kürdistan yer alıyor-, yalnız bölgede değil, Küresel çapta etkili bir güce dönüşür. İşte asıl o zaman, nükleer savaş tehlikesine yol açan küresel karşıt güçler arasındaki gerginlik ve çatışmada gerçek manada “denge” politikasının şartları ortaya çıkar. Gerek NATO ve gerekse Şanghay İşbirliği Teşkilatı (ŞİT) bu devletleri tek tek kendi yörüngesine çekme imkanını kaybeder ve Ortadoğu’nun kalbindeki bu gücü, eşit bir partner olarak hesaba katar.
Altılı Masa Erdoğan’ın dış politika çizgisine, henüz alternatif sayılabilecek böyle bir çizgiyle karşılık verebilmiş değil. Gerçi DEVA lideri Babacan geçtiğimiz günlerde Batı İttifakı’nı savunan bir açıklama yaptı. CHP lideri Kılıçdaroğlu da Batı’yla doğrudan ilişki kurmak üzere planlanan ilk gezisini ABD’de gerçekleştirdi. Ancak ortada henüz Türk dış politika krizinin nasıl aşılacağına dair herhangi bir stratejik yönelim yok.
Yukarıda özetle anlattığımız stratejik çizgi, krizin ne NATO’ya yanaşarak, ne de ŞİT’le anlaşarak değil, Kürdistan’ın bütün parçalarıyla anlaşarak aşılacağını ifade ediyor. Bu kriz aşıldığında Türkiye ve Ortadoğu halklarının çıkarları temelinde hem NATO’yla, hem de ŞİT’le kurulacak ilişkiler “bağımlılığa, hatta uyduluğa” yol açacak ilişkiler olmaktan çıkacak ve Türkiye pandülü, NATO’yla ŞİT arasında onursuz bir salınımdan kurtulup, Kürdistan’ı işaret eden noktada, iki merkeze eşit uzaklıkta sabitlenecek.
Kılıçdaroğlu böyle bir stratejik dosyayla önce Suriye, Irak ve İran’la konuşsaydı, ardından sırasıyla Washington’a, Moskova’ya, Londra, Paris ve Berlin’e uzansaydı, şimdi olduğu gibi “Bay Kemal New York’ta kayboldu” laflarının muhatabı olmazdı.
Demek istediğim Türkiye’ye “yardım” edin diye dünyayı gezmenin anlamı yoktur: “Kürt sorununu çözmemize yardım edin” talebinde bulunmak ve temelde ön anlaşmalar yapmak gerçek diplomasidir ve dış politik kriz de ancak bu yolla çözülür.
Yani sebep Kürt sorununda çözümsüzlük ve sonuç dış politika krizidir.