Varlık, oluşum koşullarına göre anlam kazanır. Dayandığı temeller hakikatine uygun ise iç dinamikleriyle daima var oluşunu sürdürür. Oluş süreklidir. Değişir, dönüşür ve yapılanır. Zamansal olarak sürekli oluş ve yapılanış farklılaşma ve çoğalma esaslarına uygun gerçekleşir. Ancak bu durum dış müdahalenin olmadığı veya çok sınırlı kaldığı koşullarda olanaklıdır. Bu koşullar altında varlık özgürdür ve kendini daima gerçekleştirir.
Tarihin son beş bin yıllık kesitinde toplumsal varlığın yaşamını idame etmede özgürlüğünden bahsetmek güçtür. Dışarıdan varlığa sürekli müdahaleler yapılır. Özellikle bölgemizde son yüz yıl içinde dış müdahaleler olağanüstü boyutlarda artmıştır.
Yapılanlar, ulus-devlet inşası adına gerçekleşmiş ve bu inşa çabalarında ısrar devam ediyor. Bu durum sadece ulus-devleti derin krize sürüklememiştir; onun tabanı olan tepeden zorla inşa edilen ulusu da derinlikli krize sürüklemiştir. Zamansal olarak kriz içeriği bütün toplumsal ve iktidar-devletçiliğin en kapsamlısıdır. Genel anlamda buna kapitalist uygarlık krizi denilmektedir. Hem devlet modelinde hem de inşa ettiği ulus bünyesinde ortaya çıkan yapısal krizdir. Dolaysıyla restorasyonla aşılması imkân dahilinden çıkmıştır. Yeni yapılanmalar gerçekleşmeden de geride bırakmak mümkün değildir. Çatışmalı, savaşlı oluş hali daha uzun bir zaman sürecektir.
3. Dünya Savaşı hem devlet hem de dayanılan ulusun yapı krizi olarak gerçekleşiyor. Kriz bütün zamanları en derini ve kapsamlı olanı olduğundan; karmaşık, anlaşılması zor olan, dolayısıyla tavır-tutum ortaya koymada şaşırtan özellikleri hayli fazladır. Yine krizin derin ve kapsamlılığının büyüklüğü sadece devlet modeli ve dayandığı kitle tabanında zihinsel, düşünsel ve psikolojik karmaşaya yol açmamaktadır; aynı zamanda tek tek kişilik krizi olarak da açığa çıkmaktadır. Dolayısıyla karamsarlık, duygu karmaşası, tatminsizlik gibi hallerde savrulmalara yol açmaktadır. Hemen her şey güvensiz; birey ve toplumun kendi, yaşadığı ortama güven duymama temel yönelim, güvenli yaşama ihtiyaç duymakta. Fakat karmaşa içine düşüldüğünden, güveni nasıl yakalayacağını bilmemektedir. Hal böyle olunca arayış, daha çok şiddet temelli olmaktadır. Diktatörlerin, popülist kişiliklerin sıyrılmaları, öne çıkmaları sığınılan limanlar gibi algılanıyor ve destek veriliyor. Trump’tan başlayarak dünyaya bakıldığında durumun tehlikesi anlaşılmaktadır.
Otokrat, gelecek yerine geçmişin hikayelerine yönelmekte ve oradan güzellemelerle kahramanlık hikayeleri üretmekte ve yedirebilmektedir.
Türkiye’nin yaşadıkları bundan bağımsız değildir. Hatta daha derin yaşamaktadır. Türk ulus-devleti derin bir kriz içindedir. Krizin asıl tetikleyeni de Kürt varlığıdır.
Eskiden Kürt yoktu. Herkes Türk’tü. Güzel güzel yaşanıp gidiyorduk! “Kürt de nereden çıktı, ne olmuş yani Türk olmaktan güzel ne var ki?” sözü çokça zihinlere düşmekte.
Osmanlı’nın parçalanması (Bu da doğru öğretilmedi. Neden parçalanıp dağıldığı yerine müttefiklerimiz yenildiği için biz de yenik sayıldık söylemine başvuruldu.) dayandırılan gerekçeler yüz yıldır başta eğitim olmak üzere yaşamın her alanında zihin ve duygu yapılanmasına yoğunca işlendi. Bütün doğrular bu temelde yaşamın her alanına yedirildi. Dolayısıyla onlar dışında doğru yoktur. “Kürt yoksa yoktur.” “Kürt’ün yokluğu” bir doğru olarak belletildi. “Herkes Türk’tür.” Bu da bir doğru olarak öğretildi. Kürt vardır, toplumsal hakları da vardır denildiğinde öğretilen Kürt ve Türk önermelerinin doğruluğu ortadan kalkmakta.
Yüz yıllık yalanın deşifre edilmesi, bilme halini yerle yeksan olmasına götürdü. Bildiklerinin yanlış olduğunun görülmesi düşünce ve duyguda karışıklığa yol açtı. Yüz yıldır inşa edilen ulus temelde çatırdadı, sarsıntıya uğradı ve onun sübjektif örgütlemesi olan devleti de çatırdamaya götürdü. Özcesi Kürt’ün öz varlığına yönelmesi, onu direniş temelinde kurmaya başlaması bütün bilme hallerini temel değişikliklere uğrattı, uğratmaya devam ediyor. Tarih, kültür, dil, ekonomi gibi bütün bilmeleri yeniden tanımlama ihtiyacını doğurdu. Yeni bilme halleri ve tanımlaması yeni yapılanmayı dayatıyor.
Ancak devlet bunu anlayacak kıvamda değildir. Eski yanlış ve yalan tanımlamalarını zor temelinde kabul ettirmeyi esas alıyor. Libya’dan başlayarak, Yunanistan, Suriye, Irak hatta Somali, Sudan gibi çok geniş bir alana çatışmalar ve savaş pozisyonuna girmesinin tümü içteki bu durumdan kaynaklanıyor.
Osmanlı kavramlarının öne çıkarılması İslam’a dayalı yeni tanımlamalar içinde Kürt yok temelinde kendini yeniden üretme yönelimleridir. Taban desteği de geniş kesimlerde yaşanan düşünce ve duygulardaki eski bilme hallerinden kurtulamamasıdır. Yoksa mesele AKP, 18 yıllık iktidarının geleceği açısında güvenceye alma ile ilgisi çok zayıftır. AKP öncülüğünde MHP ve daha değişik çoklu bir koalisyonla idare edilmeye çalışılması Kürt varlığının bastırılmasıyla ilgilidir.
Mesele derin yapısal krizin hem tabanda hem de devlet bünyesinde yaşanmasıdır. Yani köklü bir yapısal krizdir. Yine diğer bir yandan dünya ve bölge yapısal kriziyle iç içe geçmesi, sorunların çözümlerini daha da ağırlaştırıyor. Hal böyle olunca krizin aşılması yeni kavramlar, tanımlamalarla yeniden yapılanma da zorlaşmakta; zamana yayılmakta ve ağır kayıplara yol açmaktadır. Yine krizin aşılması seçimle ile aşılabilir beklentisi de gerçekçi değil. Seçimler kısmı yarar sağlayabilir. Yalnız çözüm getirmez. Kaldı ki seçimlerin yapılması da oldukça güç görülüyor. Asıl çözün tabana dayalı çalışma yapılması ile yol alınabilir. Toplumlara güvenli yaşam umudu verebilecek halk çalışmaları yapmaktır. Demokrasi, özgürlük, demokratik ulus gibi yeni bilme hallerinin çalışmalarıdır. Yeni kavramlardır. O kavramların yaygınlaşması çözümün kapılarını açar ve özgür yaşam imkân dahiline girebilir. Zorlukların düzeyi hangi aşamada olursa olsun insanlık umudu hep özgürlüğe dönüktür.