Her şey sanki, 2012-13’ü yeniden yaşıyormuşuz gibiydi.
Öcalan’ın kesintisiz tecridi; Kürt tutsakların “tecride son” talebiyle, aylarca süren kitlesel açlık grevi; grevler ölümle hayat arasındaki uçurumun kıyısına ulaşırken avukatların İmralı’da Öcalan’la görüştükleri haberlerinin ajanslara düşmesi ve “assolistler”den “ulusalcı” koro eşliğinde aryalar: “Kürtler AKP’yle anlaştı!”
İki hafta içinde İmralı’dan gelen mesajlar rivayetleri havaya savurmaya yetti. Herkes Erdoğan dediğinde değil, Öcalan dediğinde idrak etti: “Bir müzakere sürecinde değiliz, yıl 2019!”
Ne var ki, rivayetler dinmek bilmiyor. Bunlar halkın akıl erdirmekle uğraşamayacağı karmakarışık komplo içinde komplolar. Ama sırf böyle olduğu için kafası karışık yarı aydınlar en çok onlara itibar ediyor.
Bilinmeyen ya da açıklanamayan şeyler ne kadar çoksa, rivayet de o kadar çok.
Henüz İmralı’da tecrit sürerken İyi Parti’ye yakın Yeni Çağ gazetesi yazarı Ahmet Takan yeni bir “çözüm süreci” kotarılıyor diye yazmıştı: “Kaynaklar”ına göre, “Bu seferki ‘çözüm süreci’nin ön yüzünde PKK olmayacak” tı. “Sürecin ortasına ‘sivil inisiyatifler’ yerleştirilecek”ti. “[Başlarında] sosyalist bloklar öncü olmak üzere Barzani ağırlıklı yapılar olacak”tı.
“Dev- Yol’un eski yöneticilerinden ünlü isimler […] ile bölgedeki Halk Evlerine ulaşılması hedefleniyor”du. “Leyla Zana sahaya iniyor”du…
Tecritten çıkar çıkmaz Takan’ın “kaynakları” Öcalan’a yeni misyonlar biçmekten geri kalmamışlar: “Önümüzdeki dönemde sözde Rojava bölgesine Öcalan’ın geçip orada yönetimde bulunması niyeti tartışılıyor, bunun da olması yüksek bir ihtimal olarak görülmesi gerektiği değerlendiriliyor”muş.
Kim, ne, nerede, ne zaman, niçin, nasıl diye sormak yok. Takan, mantık ve dilbilgisi kurallarının hepsini yerle bir eden bu dolambaçlı sözlerle kendisinin bile söylemeye dilinin varmadığı bir rivayeti dolaşıma sokuyor: “Erdoğan, Öcalan’ı İmralı’dan çıkarıp Rojava’ya gönderecekmiş diyorlar”. Maksat bütün anahtar sözcükler aynı bağlamda siyasi atmosfere üflensin: Öcalan, devlet, Barzani, sol, Dev- Yol, Halk Evleri, Leyla Zana, sivil inisiyatifler, Amerika, İngiltere, Rusya… Artık idrakine göre hangi kombinasyonu kuracağı herkesin kendisine kalmış. “Gazete yazmış” oluyor bir kere.
Takan, “çözüm”ü ihanet sayan bir Erdoğan muhalifi. Ama bu Erdoğancı Nagehan Alçı’nın da aynı iddiayı Habertürk’te özgürlük müjdesi olarak paylaşmasına engel değil: “Öcalan ile Türk devleti arasında yeni bir durum oluşuyor!” İspatı, Binali Yıldırım’ın Diyarbakır’daki “müthiş özgürlükçü miting”de “Kürdistan kelimesini telaffuz”u, “PKK’yı da iki defa Kürt yurttaşların kullandığı şekliyle [Pe Ke Ke] ifade etmesi.”
En kritik “bilgi” dayanabilenlere ödül diye en sona saklanmış: “Kimi ‘devlet güçleri’ Kürt meselesinin özgürlükçü yöntemlerle çözülmesini istemiyor” muş. Kürtler duyun, çözüm var!
Antik Yunan -ama Pontik(!) değil Egeli- filozof Herakleitos’a atfedilen doğacı ilke: “Her şey akar,” der Aynı ırmakta iki kez yıkanamazsınız.” İster Erdoğan’a hayran, ister düşman olsun, mevcut kamplaşmanın taraflarının anlamadıkları da bu, “çözüm” için “müzakere”nin bir şey değil bir ilişki olması: Özgürlüklerini kazanmak için ayrı devlet talebini masadan kaldıran Kürtlerin sözcüleri ile özgür yurttaşların ortak demokratik ülkesi vaadini masaya koyan Türk devletinin sözcüleri arasındaki ilişki. Bu ilişki, “Baldıran zehrini içecek” erdemden yoksun Erdoğan öncülüğünde, binlerce Kürdün bedeniyle birlikte, yıkılmış yakılmış Kürt kentlerinin enkazı altında tarihe gömüldü.
Bu zeminde inşa edilmekte olan Başkanlık rejimi bir imkan değil, bizzat ırkçı ve mezhepçi öz tabiatı gereğince yarım-yamalak da olsa Kürt halk iradesinin yansıdığı bütün kamusal alanları kazıyarak mümkün bir çözümün önüne dikilen bir engeldir.
Kürtler, kendilerinin Kürt, PKK’nin “Pe Ke Ke” olduğunu biliyorlar; bunu Binali Yıldırım’dan işitmeye ihtiyaçları yok. 23 Haziran’da İstanbul’da ona oy vermeyeceklerse “çözüm” istemediklerinden değil, tersine “çözüm”ün önünün açılması için bu rejimin sonunu getirmek istediklerindendir. Çözüm dinamiği devlette değil, toplumdadır artık!