Dersim yanıyor. Dersim coğrafyasında ormanlık alanlar yeniden yakılmaya başlandı. Bu yakarak yok etme sürecini tersine çevirmek, korumak için, söndürmek için, yaraları sarmak için biz buradayız diyerek başlayabiliriz.
Doğal alanları korumak isteyen, canlıların yaşam hakkını savunan, ekoloji temelli yeni yaşamı örmek isteyen herkes, demokratik kitle örgütleri, platformlar, emek ve meslek örgütleri, ekoloji örgütleri, siyasiler olarak yangınları söndürmek için orada olmalıyız. Bu savaş böyle biter, bu yangınlar da ancak böyle söner. Orman yakma bir savaş stratejisi. Yerinden etme, insansızlaştırma da. Savaşın sürdüğü coğrafyada halkların üzerinde baskı ve zulum, yüzyıllardır bu yöntemlerle sürüyor.
Yıkılan yakılan topraklarda toplumsal geçmiş, birikimler, gelenekler, kültür, dayanışma kısaca o yaşamın belleği üzerinde yaşıyanlar öldürülerek, kadınlara çocuklara tecavüz edilerek, evinde barkında, bağında, bahçesinde, köyünde yaşayamaz hale getirilerek yok ediliyor.
Ekosistem geri dönşümsüz halde yıkılıyor, içinde yaşayan tüm canlılar yerinden zorla ediliyor. Egemenlik böylece sürdürülebilir kılınıyor. Halklar, direnenler katlediliyor, süreci görünür kılanlara, direnenlere, mücadele edenlere, kayıplarını, faili meçhulleri arayanlara, hesap soranlara zulum edilmeye devam ediliyor. Devletlerin bekası böylece korunmuş oluyor.
1995 yılından beri hakikati yılmadan söylemeye devam eden, #BeniBulAnne ortak sözüyle buluşan, 700. haftada Cumartesi Anneleri’ne saldırı da bu “beka”nın kurbanı. Devlet; anneleri ve onlarla dayanışan, her insanın özgürlüğü için mücadele verenlere saldırınca egemenliği de devletin bekasını “korumuş” oluyor! Savaş sonrası faşizmin hırpaladıklarını, yıkıp eksilttiklerini sermaye ve patriyarkal yapı aralarında son derece uyum içinde paylaşıyor. Sistem böyle sürüp gidiyor. Savaşın sonuçlarını daha yakından görmek isterseniz yolunuzu Dersim’e, Amed’e, Urfa’ya, Şırnak’a, Maraş’a düşürün.
Henüz hiç buluşmadıysanız cumartesi günü Galatasaray Lisesi’nin önünde her hafta ayrı bir çocuğun nasıl yok olduğunun hikayesini dinleyin. Yanan ormanlarda, yıkılan mahallelerde, başka evlere ya da mülteci kamplarında yaşamaya mahkum olan halklarla konuşun. Gerçekleri görün, dinleyin. Ortadoğudaki IŞİD katliamından kaçıp Türkiye’ye sığınan mültecilerin yaşadıklarına daha yakından tanık olun örneğin. Urfa-Ceylanpınar’da Telhamut çadırkentinde yaşamak zorunda olan kadınların Ceylanpınar Belediyesi görevlileri ve “koruma” görevlileri tarafından sadece çocuğuna süt ve mama için cinsel ilişkiye zorlandıklarını gazete haberi yerine o annenin gözlerinin içine bakarak dinleyin.
Yolunuz Diyarbakır Suriçi’ne ya da yakılan ormanlara düşerse inşaat şirketlerinin, enerji şirketlerinin devletin tüm gücü ve yetkisi ile nasıl hummalı çalışma içinde kendi sermayelerine sermaye kattığına tanıklık edin. Amalardan vazgeçip gidin, dokunun ve hakikate tanıklık edin. Bunları yapmazsak biz olmak zor oluyor çünkü. Özgür olmak ise imkansız.
Bu vahşi süreci durdurmak ise hayal. Gelin birbirimize daha yaklaşarak ellerimizi birbirine kenetleyerek ve birlikteyiz merak etmeyin diyerek, varız diye başlayalım umudu büyütmeye, yaraları sarmaya, süreci ters yüz etmeye. Vakit kaybetmeden, hemen…