1980’lerde yaşanan dijital devrim, insanlığın transistörlerden chiplere geçmeyi başararak yarattığı bir devrimdi. Televizyonlardan, laptoplara ve akıllı telefonlara kadar uzanan yeni birçok ürünün hayatlarımıza girmesine neden oldu ve hayatlarımızı değiştirdi. Bu değişimin en önemli alanı ise enformasyon, yani bilgi alanıydı. Öyle ki o tarihlere kadar insanın dünya ve üzerinde yaşayan insanlarla ilgili bilgilerinin radikal biçimde değişmesine yol açtı. İnsanlık şöyle der gibiydi:
1) Bütün dünya dediğimiz hepi topu buymuş! Başka da gidebileceğimiz bir yer yok! Ve biz bu dünyayı çok kötü kullanmışız. Kâr hırsıyla üretmişiz de üretmişiz. Üretirken de üretimin artıklarını çevreye atmakta bir beis görmemişiz. Sonuçta çevreyi neredeyse geri dönülemez bir biçimde mahvetmişiz!
2) İnsanlık tarihiyle ilgili bilgilenmemiz, hayatlarımızın gelip geçici olduğunu açık bir şekilde kanıtlıyor. Eğer hayat geçici ise o zaman kendi doğal insani çevremin içinde yaşamak daha mutlu olmamı sağlayabilir. Bu nedenle de kendi dilimi, kendi dinimi ve kendi kültürümü paylaştığım insanlarla yan yana olmak aradığım mutluluğu sağlayabilir.
Bu iki düşünce, biri insanın “doğa” çevresini (yeşil siyasetleri) diğeri ise “kültür” çevresini (kimlik siyasetleri) öne çıkardı ve toplumların sosyolojilerini ve siyasetlerini değiştirdi.
Emin olabiliriz ki coronavirüs salgınının da tıpkı 80’lerin dijital salgını gibi toplum hayatını etkileyecek sonuçları olacaktır. Çok fazla “klişe” gelebilir ama bu salgından sonra hayat hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır.
Önümüzdeki dönemi insanlığın daha fazla özgürlük ve daha fazla dayanışma talep edeceği bir dönem olarak hayal edebiliriz. Hayatlarımızı kendi arzu ettiğimiz gibi yaşamak ve bunu da kendimize yakın insanlarla yaşamak 80’lerden bu yana var olan ama tam olarak gerçekleştirilmesi mümkün olamamış taleplerdi. Bu taleplerin gelecekte daha da güçlenerek kendisini hissettireceği bence açıktır. Ama unutmamamız gereken bu taleplerin gerçekleşme zeminlerinin aynı zamanda otoriter yönetim arzu ve imkânlarını da içeren zeminler olduğu gerçeğidir. Dijital devrimin bu dönemde insanları gözetleme ve insanlarla ilgili her türlü bilgiyi merkezi yönetimlere sağlayabilme imkânı otoriter yönetim arzularını da teşvik etmektedir.
Dolayısıyla önümüzdeki dönem, insanlığın özgürlükle mücadelesinde yeni bir dönem olabileceği gibi otoriter yönetim isteklerinin de artacağı bir dönem olacaktır. Bir başka ifadeyle önümüzdeki dönemin, bu iki olası ekstrem arzu ve taleplerin arasında biçimlenecek bir dönem olacağını öngörebiliriz.
Tabii bir söz de küreselleşmeyle ilgili kurmamız gerek.
Her ne kadar içinde bulunduğumuz bu yıllar korumacı ve milliyetçi ulus devlet anlayışına geri dönmüş gibi olduğumuz yıllar olsa da bu durum bugüne dek sürdürülmüş bulunan “elitist küreselleşme” anlayışının sonucu ve aslında daha derin bir küreselleşmeyi çağıran bir ara dönemdir. Şimdi önümüzde yalnızca ulus devletlerin “elitlerinin” değil, aksine daha “demokratik bir küreselleşme”nin yani yalnızca şirketlerin ve sermayenin üzerinden değil sendikalar ve kooperatifler şeklinde örgütlenmiş çalışanların da dâhil olacağı gerçek bir küreselleşmenin ortaya çıkacağı bir dönem var. Bakalım insanlık bu olasılıklar üzerinden nasıl seçimler yapacak ve nasıl bir yeni hayat kuracaktır!
Coronavirüs, bu anlamıyla yalnızca tehlikeli bir virüs değil aynı zamanda insanlığın yönünü belirlemesini sağlayacak bir işarettir de…