Sıddık Akın*
2019 Aralık sonunda Çin’in Wuhan kentinde atipik pnömoni vakalarının görülmesi ve 7 Ocak’ta DSÖ’nün yeni tip koronavirüsünü tanımlamasıyla beraber dünya SARS-COV2 ile tanışmış oldu. Sonrasında virüsün İran, İtalya ve ardından tüm dünyada görülmesi ile beraber DSÖ, 30 Ocak tarihinde tablonun bir pandemi olduğunu açıkladı. Sonrasında tüm dünya korona ile yatıp korona ile kalkar oldu. 24 Nisan tarihi itibariyle dünyada toplam 2.76 milyon vaka görülürken, ölen sayısı 194 bini buldu.
Salgın ve kapitalizm
Yeni tip koronavirüsü ve benzerlerinden kaynaklanan salgınları, biyo-çeşitliliği ve ekosistemleri tahrip ederek doğal habitatlarını yitirmiş hayvanlar ile insan yerleşimlerini tehlikeli bir biçimde yakınlaştıran kapitalizmin ürünü olarak ele almak gerekmektedir. Dolayısıyla, yaşadığımız ve ileride de yaşayacağımız salgınlar kapitalist üretim ve tüketim biçiminin sebep olduğu ekolojik krizin bir tezahürüdür. Artan doğal kaynak ihtiyacı ve artan tüketim ekosistemler ve ekolojik döngüler üzerinde ciddi hasarlara yol açmıştır. Ekosistemlerin tehdit altında olduğu bir durumda yerelden küresele tüm yapısal sorunları daha da görünür kılan Covid-19 salgınıyla mücadelede ekolojik boyut mutlaka dikkate alınmalıdır. Salgın kapitalizmin yıkıcılığı bağlamında ekolojik, ekonomik ve toplumsal güvenliğin iç içe geçtiğini, sosyal ve ekonomik sistemin kırılganlığını açığa çıkarmıştır.
Daha önce görülen salgınlarda altta yatan sebep ya savaşlar ya da doğaya müdahaleler olmuştur. Bu salgınlardan sonra suçlular ise o dönemin ötekileri olmuştur ve ardından bir kıyımdan geçirilmişlerdir. Bu salgında ise efendiler bir suçlu bulmakta zorlanıyorlar. Birbirlerini suçlayadursunlar biz asıl suçlunun kar uğruna doğayı talan eden kapitalizm olduğunu biliyoruz. Sermaye, kendi yeniden üretiminin çevresel koşullarını değiştirir, ancak bunu (iklim değişikliği gibi) istenmeyen sonuçlar bağlamında ve çevresel koşulları sürekli olarak yeniden-şekillendiren özerk ve bağımsız evrimsel güçler dahilinde yapar. Bu açıdan, gerçekten doğal felaket diye bir şey yoktur.(1)
Kanser gibi büyüyen kentler
Neoliberal yeniden yapılanma ile beraber üretim süreci parçalanarak ulus-devletler sermayenin yeniden üretiminin mekansal birimi olmaktan çıkmış, üretim alanındaki gelişmeler ve değişmelerle beraber kentler uluslararası bağlantı noktaları olarak yeni işlevler kazanmıştır. Küreselleşme söyleminin mekansal kurgusu içinde dünya ölçeğinde mal, hizmet, bilgi ve sermaye akışında kentler önemli merkezler haline gelmişlerdir. İmalat merkezi olan Wuhan, bilgisayar ve televizyon ekranlarında kullanılan sıvı kristal ve ışık yayan diyot panel üretiminin merkezi konumda ve ayrıca Apple firmasının bir fabrikasının da burada olduğunu belirtmek gerekiyor. Deyim yerindeyse bir üretim merkezi olan Wuhan’da salgının patlak vermesi ve ardından dünyada New York, Paris, Milano ve İstanbul gibi kentlerde daha çok görülmesi bu bağlamda şaşırtıcı olmamıştır. Küreselleşmenin etkisiyle, ulaşımın kolay ve birbiriyle son derece bağlantılı bir dünyada yaşıyor oluşumuzdan kaynaklı virüs hızlıca dünyanın her yerine kolaylıkla yayılma imkanı bulabilmiştir.
Yayılmayı durdurma amacıyla geç de olsa (üretim olabildiğince devam etmeli ve sermaye kar etmeliydi) izolasyon ve sosyal mesafe politikaları uygulamaya sokuldu. Hemen hemen tüm ülkeler sınır giriş-çıkışlarını ve yurt içi ulaşımları sınırlandırdı. Alınan kararlarla beraber birçok işyeri kapatıldı ve beraberinde hizmet sektörü başta olmak üzere birçok kişi işsizlikle yüz yüze kaldı. Bu dönemde borsa çöküşleri görüldü, nakit ihtiyacı nedeniyle finans sektörü bir krizin içine girmiş durumda. Çağdaş kapitalist ekonomilerin itici gücü büyük oranda tüketim çılgınlığıdır. Daha önceki kriz dönemlerinde ya arz kaynaklı ya da talep kaynaklı krizler olurken, korona virüsle beraber hem arz hem de talep dibe vurmuş durumda. Ve bu durumdan kaynaklı birdenbire finansal-kapitalizm yarışı durmak zorunda kaldı. Ve sektörü kurtarmak için de yüklü miktarda bütçeler sırayla açıklanıyor. Rakamlar, sayılar şimdi artık şu anlama geliyor: Sıfır. Birdenbire, paranın hiçbir anlamı kalmadı ya da çok az anlamı var artık. (2)
Corona ile finansal kriz maskeleniyor
Çok yakın zamanda sonuçlarıyla daha yakından karışılacağımız finansal çöküşü ve onun peşi sıra ortaya çıkacağı kesin olan reel ekonominin çöküşünü sadece korona virüsü ile açıklamaya çalışanlar krizdeki sorumluluklarını görünmez kılma çabasındadır. 2008-2009’da finans kuruluşları merkez bankaları tarafından – devletlerin karşılıksız para basma, bütçe açığı verme ve borçlanma yoluyla- kurtarılmasıyla 2010’dan itibaren özel finans kuruluşlarının krizi devletlerin mali krizine dönüştürüldü. Krizin ilk döneminde Çin ve bazı “yükselen ekonomiler” (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Güney Afrika ve Türkiye), gelişmiş kapitalist ülkelerin krizinden yararlanarak yüksek büyüme hızlarına ulaştı. Ancak 2013’ten sonra bu durum da tersine döndü. ABD merkez bankası FED, borsalarda yeniden bir balon oluşması riskine karşı, önce karşılıksız para basmayı durdurdu ardından da faiz yükseltmeye başladı. Bu nedenle sermaye akımlarının ters yöne dönmesiyle “yükselen” ekonomiler -Çin hariç- ardı ardına krize girdi: Rusya, Brezilya, Türkiye, Arjantin, Güney Afrika ve benzeri ülkeler, farklı tempolarda hızlı büyümeden ekonomik daralmaya (resesyon) geçtiler.
2019 yılında Çin, Hindistan, Almanya, Büyük Britanya ve diğer ülkelerdeki otomobil satışlarında büyük bir düşüşle başlayan üretim krizi sonucunda imalat sektöründe, takım tezgahları ve diğer endüstriyel ekipmanlar üretiminde de ciddi düşüşler yaşandı. Makine, ekipman, otomobil ve hammadde ihraç eden ülkeler için ciddi sonuçları olan Çin sanayi üretiminin büyüme hızında çok keskin bir azalma oldu. Eylül 2019’da bir kez daha Wall Street’te yani finans piyasalarında likidite krizi yaşandı. Bu ciddi bir krizdi ve ABD Merkez Bankası, piyasaya yüz milyarlarca dolar enjekte ederek müdahale etti. Böylece “finansal balon”un patlaması engellenmişti, aslında ötelenerek daha da şişmesinin önü açılmıştı.
2019’da ancak %1,4 büyüme sağlayan AB’de 2020 ve 2021’de büyümenin olması beklenmiyordu. Almanya, 2020’ye resesyonla (durgunluk) girmiş, büyüme oranı (0,4) sıfıra yaklaşmıştı. Fransa’da büyüme oranı %1,3’te kalmıştı. Keza dünyanın en büyük ekonomilerine sahip ABD (%1,9), Çin (%6,1), Japonya’da (%0,9) da büyüme oranları vardı ve büyüme oranı önceki yıllara göre düşmüştü. Henüz ortada korona salgını yokken, 2020 ve 2021’e dair yapılan projeksiyonlarda daralmanın ve durgunluğun devam edeceği belirtiliyordu.
21 Ocak 2020’de Dünya Ekonomik Forumu tarafından 50.si düzenlenen Davos zirvesinde kapitalizmin içinde bulunduğu güven bunalımı, gelir eşitsizliği, siyasi kutuplaşma, dünya ekonomisinin durumu, kalkınma, teknoloji, ticaret ve endüstri 4.0 ile çevre ve iklim… gibi konular ele alınmıştı. 2020 Davos toplantısının ana teması, Paydaş Kapitalizmi olarak ilan edilmiş ve hissedarlarla şirket yöneticileri, işçiler, tüketiciler vb. paydaşlar başlığı altında birleştirilerek aralarındaki çıkar birliği vurgulanmıştı. Şirketlerin hissedarlarının yanı sıra çalışanlarına, müşterilerine, tedarikçilerine, içinde yaşadıkları topluma, yani bütün paydaşlarına yarar sağlayan ve küresel sorunlara da duyarlı olan bir kapitalizmin, içinde bulunulan krize çare olduğu ileri sürülmüştü.
Ancak 9 Mart Pazartesi günü Petrol fiyatı varil başına 33 dolara düştü; Ocak ayında ise 63 dolar düzeyindeydi. Wall Street, 2008’den bu yana en kötü düşüşünü yaşıyordu ve petrol fiyatlarındaki bu düşüş nisan ayında da devam ederek fiyatlar ilk kez negatifi gördü. Dünyadaki tüm borsalar düştü. Meksika ve Brezilya’da para birimleri devalüe edildi. OECD bu yıl küresel ekonomik büyümenin yarı yarıya düşme ihtimaline işaret etmektedir. Bu nedenle, korona virüs salgınının, Şubat 2020’nin son haftasında patlak veren ve hala devam eden borsa krizinin gerçek nedeni olmadığını, sadece onun tetikleyen kıvılcım olduğunu söylemek doğrudur.
Pandemi sınıfsaldır
Dolayısıyla bugün pek çok kapitalist devlet tarafından korona virüs nedeniyle ilan edilen devasa kurtarma paketleri, asıl olarak ekonomik daralmanın yeni bir küresel krizi tetiklemesini engelleme gayreti olarak okunmalıdır. Önlemlere rağmen kopan tedarik zincirlerinin yeniden kurulması, turizm, hizmet ve eğlence sektörü başta olmak üzere pek çok sektörün yeniden canlanması oldukça zor görünmektedir. Uluslararası Çalışma Örgütü ILO koronavirüs nedeniyle 25 milyon insanın işsiz kalabileceğine işaret etti. OECD de karantinada geçirilen her bir ayın GSYH büyümesinde yüzde 2’lik kayba yol açacağını söylüyor. 81 ülke IMF’den borç talep etmiş durumdadır. Belirsizlik sürdükçe özellikle orta ve küçük ölçekli işletmelerin çoğunun bu süreci atlatamayacağı aşikardır.
Almanya’da ekonominin hemen hemen %30’una ulaşan yardımlar ve kredi garantilerinin çoğu büyük şirketlere aktarılmıştır. Öncesine göre çok daha az ön koşullu ve nicel olarak daha kapsamlı olan işsizlik rejimi mekanizmaları oluşturulmuş ve kısa mesai ücretleri daha kolay ödenmeye başlanmıştır. Serbest meslek sahipleri ve özel işletmelere geçici olarak yardım fonları kurulmuştur.
Salgının yaygınlaşmasını önlemek için alınan tedbirler işin sınıfsal boyutunu net bir şekilde ortaya koydu. Erdoğan’ın ‘çarklar dönmeli’ sözü bu durumun veciz ifadesi oldu. Açıklanan ekonomik önlem paketinde ise sermaye sahiplerine yönelik önlemler alınırken işçi-emekçi-ezilenlerin payına ise sabır ve dua düşmüştür. İnşaat, metal, tekstil sektöründe işçiler gerek işlerini kaybetme gerekse de aç kalma tehlikesinden kaynaklı işlerine devam etmek zorunda kaldılar. Hasan Oğuz adlı inşaat işçisi de bu dönemde korona virüs nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Yine kargo firmaları ve süpermarketler gibi hizmet sektöründe çalışanlar da bu dönemde karşılaştıkları sağlıksız çalışma koşulları ile ilgili seslerini duyurmaya çalışıyorlar.
Metalaştırılmış sağlık
Salgının ortaya çıkardığı en önemli boyut ise sağlığı bir meta olarak gören anlayışın ciddi bir yıkım yaşadığı gerçeği. Devasa yatırımların, büyük reklamların, şaşalı operasyonların yapılabilmesinin bir övünç kaynağı olarak görüldüğü, beri yandan koruyucu sağlık hizmetlerinin hakir görüldüğü bir anlayışın bir virüs karşısındaki acizliği gerçeği. İlaç sanayinin dev şirketleri, bulaşıcı hastalıklar gibi kazanç getirmeyen araştırmalara ilgi göstermediler. Onlar karın daha çok olduğu tedavi alanına yatırım yapmayı daha çok sevdiler. Ne kadar çok hasta o kadar çok kar demekti. Koruyucu sağlık hizmetlerinin elbette bir pul kadar değeri yoktu onların nezdinde.
Salgına karşı müdahale, yıllardır dayatılan neoliberal reform paketleri ile metalaştırılmış sağlık ve sosyal güvenlik sistemleri nedeniyle oldukça yetersiz kalmıştır. Vergileri ve sosyal güvenlik maliyetlerini en aza indirgemek için sağlık sistemlerini daraltma stratejileri, çoğu kamu sağlık sisteminin salgına yanıt vermesini engellemiştir. İtalya’da, 2009-2017 yılları arasında 46.500 sağlık hizmetleri işçisi işten çıkarılmış ve 70.000 hastane yatağı iptal edilmişti. 1975’te, İtalya’da her 1.000 insana 10,6 yatak düşerken şimdi ise bu oran 2,6’ya gerilemiştir. İtalya, diğer güney Avrupa ülkeleri gibi, 2010’ların başındaki borç krizi sırasında ihtiyaç duyduğu kredileri alabilmek için halk sağlığı programlarında önemli bir düşüşe gitmişti. İngiltere’de de 1960’ta her 1.000 kişiye 10,7 hastane yatağı düşerken, 2013’te bu oran 2,8’e gerilemiştir. 2000 ve 2017 arasında, İngiltere’de mevcut hastane yatağı sayısında 30% daralmaya gidilmiştir. Sağlıkta işten çıkarmalar, güvencesizliğin yaygınlaşması, hastane yataklarının azaltılması, yerel sağlık merkezlerinin kapatılması, sağlık bakım maliyetlerinin ve ilaç fiyatlarının arttırılması, özelleştirmeler gibi neoliberal politikaların ne denli vahim sonuçlar doğurabileceği salgınla tamamen açığa çıkmıştır.
David Harvey’in ABD için söyledikleri bütün dünyanın hal-i pür melalini bize sarih bir şekilde betimliyor: ‘Halk sağlığı hizmetine uygulanan ticari model, acil bir durumda gerekli olacak baş etme kapasitelerini azalttı. Koruyucu sağlık hizmeti, kamu-özel ortaklıklarını garanti altına almak için yeterince cazip bir çalışma alanı bile değildi. Trump Hastalık Kontrol Merkezi’nin bütçesini kesmiş ve Ulusal Güvenlik Konseyi’ndeki pandemi çalışma grubunu dağıtmıştı, tıpkı, iklim değişikliği de dahil olmak üzere, tüm araştırma fonlarını kestiği gibi. Bu bağlamda, Covid-19 doğanın bir intikamıdır diyebilirim. Kırk yılı aşkın bir süredir şiddetli ve kuralsız neoliberalizmin eliyle yapılan iğrenç ve kötü niyetli bir doğa kıyımının intikamıdır.’
Fırsata çevirmesine izin vermeyelim
İnsanlık tarihindeki diğer salgınlardan sonra egemenler bir şekilde olan bitenlerin sonunda daha güçlü çıkmayı başarabildiler. Haliyle bundan sonra ne olacağı sorusuna da cevap aranıyor. Etienne Balibar’ın devlet-kamu-müşterekler kavramlaştırması bize tartışmanın teorik zeminini sağlıyor. Koronavirüsü kaynaklı oluşan tabloda sağlığın belki de neden piyasanın insafına terk edilmemesi ve bir kamu hizmeti olması gerektiği gerçeği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Buradaki kamusal sağlık hizmetinin nasıl olacağı devlet ve özyönetimler olarak tariflediğimiz müşterekler arasındaki gerilim ve çatışmalar ile belirlenecektir. Balibar’ın kamu kavramını salt devlet ilişkili bir kavram olarak düşünmemek gerekir. Öte taraftan buradan kendimize çıkaracağımız pay bahsedilen gerilim ve çatışmalardan açığa çıkacak durumun yalnız sağlık hizmeti ile ilgili değil, toplumsal bir sağlık algısı ve bunun demokratik hizmet sunumunun gerçekleştirilmesine dönük olacak tartışmalar ve mücadele hattıdır. Bu durum salt sağlık alanıyla ilgili değil birey ve topluma dair bütün alanlarda ayrı ayrı tartışmalar ve gerilimleri beraberinde getirecektir.
Devletlerin salgını kontrol altına alma çabaları izleme, disiplin ve cezalandırma teknolojilerini geliştirerek totaliter eğilimleri güçlendirmektedir. Salgının siyasal yönetimi sibernetik denetimi tek çözüm olarak dayatmaya başlamıştır ve bu toplumsal mücadeleler açısından oldukça önemli bir soruna işaret etmektedir. Savaşlarda ve sınırlarda kullanılan dijital gözetim uygulamalarının benzerleri ile bedenlerin bireysel hareketlerini gözetleme imkanı açığa çıkmıştır ve daha önce mültecilere uygulanan kapatma pratikleri ile en güvencesiz kesimlere uygulanan zorla çalıştırma pratiklerinin benzerleri salgınla mücadele adı altında yaygınlaşmaya başlamıştır. Üst sınıfların kendilerini kolayca yalıtabildiği, alt sınıflarınsa salgının tüm etkilerine açık olduğu bir tür “pandemik kast sistemi” hızla gelişmekte ve mevcut ayrımcılık ve eşitsizlikleri derinleştirmektedir. Salgın tehdidi ortadan kaldırıldıktan sonra da dezavantajlı kesimleri, diğer canlıları ve gelecek kuşakların yaşamlarını da gözetecek şekilde ortak çözümler üzerinde uzlaşmak ve bu yönde ortak uygulamaları geliştirmek yaşamsal bir zorunluluktur.
Bütün arzusu kar olan kapitalizm, bu pandeminin de çıplak bir şekilde gösterdiği gibi var olmayan bir şeyi satın alamaz. Milyarlarca dolarlık yatırımlarla harıl harıl aşı ve ilaç üretip eski normale dönmenin gayesi içindeler. Artık biliyoruz ki aşı da ilaç da bizim emeğimizin bir ürünü olacaktır. Bu emeği canlı-kanlı hale getirecek olan da dayanışma ve müştereklerimiz olacaktır.
Ve başka bir gerçek de şu: Gelecek uzun sürer…
Kaynaklar:
1- Covid-19 adlı sınıf depremi, David Harvey (https://www.birartibir.org/siyaset/631-covid-19-adli-sinif-depremi)
2- Çöküşten öte: Muhtemel akıbet hakkında üç düşünce, Franco ‘Bifo’ Berardi’ (https://www.birartibir.org/siyaset/654-muhtemele-hapsolmak-ya-da-mumkunu-kesfetmek)
*Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu öğrencisi