Dünyada biyoçeşitlilik sermaye etkinlikleri nedeniyle hızla yok olurken, 650 bilim insanı ağaçları yakmayın çağrısı yaptı. BM G. Sek. Guterres ise ‘İnsanlık doğaya karşı kitlesel imha silahına dönüştü’ derken, Türkiye’de imha daha ileriden yaşanıyor
Yusuf Gürsucu / İstanbul
Dünyada biyoçeşitliliğin hızla yok olmasının temel nedeni kapitalizmin aşırı üretim ve tüketim dayatmaları olurken, bu dayatmalara bağlı olarak gelişen kuraklık, çölleşme, su kaynaklarının azalması sonucu biyoçeşitlilik de büyük bir kayba uğramış durumda. Bu yok oluşlarda her geçen yıl biyoçeşitlilik zirvesi iklim zirvelerinde olduğu gibi sermaye çıkarlarını gözeten bir yol izlendiği görülüyor. Dünyada biyoçeşitliliğin yok olmasına neden olan süreçler Türkiye’de ise çok daha ileriden yaşanırken, AKP iktidarı biyoçeşitliliğin arttığını iddia eden açıklamalar yapabiliyor. Mutlak koruma bölgelerini dahi sermaye etkinliklerine açan iktidarın neden olduğu yıkımlar gözle görülür biçimde yaşanıyor.
Zirve 2 yıl sonra yapılıyor
BM Biyolojik Çeşitlilik Konferansı COP15 (Taraflar Konferansı) 15-28 Ekim 2020 tarihleri arasında Çin’in Kunming kentinde düzenlenmesi planlanmış ancak COVID-19 salgını nedeniyle, Kanada’nın ev sahipliğinde bu yıl Montreal’de gerçekleştirilmesine karar verilmişti. BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin (CBD) 196 üye ülkesinin bir araya geleceği konferans 7 Aralık’ta başladı ve 19 Aralık’a kadar sürecek. Biyoçeşitlilik zirvesinden önce 650 bilim insanının zirveye katılacaklara yönelik olarak ortak yayımladıkları bir mektupla, enerji elde etmek amacıyla ağaçları yakmamalarını talep etti. Bilim insanları, uluslararası iklim ve doğa hedeflerini baltalaması nedeniyle ülkelerin ısı ve elektrik üretmek için orman biyoenerjisini kullanmayı acilen bırakması gerektiğini vurguladı.
Biyokütle bağımlığı bitmeli
Joe Biden, Rishi Sunak ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von Der Leyen dahil olmak üzere 196 ülkeye hitaben yazılan mektupta, biyoenerjinin, “yanlış bir şekilde ‘karbon nötr’ olarak kabul edildiği” belirtiliyor. Birçok ülke net sıfır hedeflerine ulaşmak için orman biyokütlesine giderek daha fazla güveniyor. Mektupta, “İklim ve biyoçeşitlilik için en iyi şey ormanları ayakta bırakmaktır ki biyokütle enerjisi bunun tersine neden oluyor” deniliyor. Mektupta, ülkelerin Montreal’deki COP15 toplantısında 2030 yılına kadar kara ve denizlerin yüzde 30’unu korumayı kabul etmelerinin yanı sıra, biyokütle enerjisine bağımlılığı sona erdirmeyi de taahhüt etmeleri gerektiği belirtiliyor.
Biyoenerji, yeşil enerji değil!
Mektubu yazanlardan Kew Gardens Bilim Direktörü Prof. Alexandre Antonelli, “Enerji güvenliğini sağlamak büyük bir toplumsal zorluk, ancak cevap değerli ormanlarımızı yakarak verilemez. Buna ‘yeşil enerji’ demek yanıltıcı ve küresel biyoçeşitlilik krizini hızlandırma riski taşır” dedi. Biyoenerji için ağaçların kesilmesi, karbon açısından zengin ormanlarda hapsolan karbonun salımına neden oluyor. Bilim insanları, bunun emisyonları artırdığını söylüyor. Bu durumun, on yıllar, hatta yüzyıllar sonra ağaçların yeniden büyümesi durumunda ödenebilecek bir karbon borcu yarattığı ifade ediliyor.
‘Yerli soykırımı= Ekosid’
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, COP15 zirvesi öncesi Montreal’daki bir törende yaptığı konuşmada insanlığın “tuvalet gibi kullandığı doğaya karşı kitlesel imha silahına” dönüştüğü tepkisinde bulundu. Montreal’daki törende Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun konuşması da yerli bir halkın temsilcilerinin yaptığı eylem nedeniyle birkaç dakika kesintiye uğradı. On dolayındaki eylemci “Yerli soykırımı=Ekosid” yazılı pankart açtı. Bu eylem, salondakilerin bir kısmının alkışları ile destek gördü.
İklim kaosu
COP15 zirvesini bekleyen büyük sorunlar var. Bir yanda yok olma tehdidi altındaki milyonlarca tür, arazilerin üçte birinin bozulması ve verimli toprakların yok olması dururken, diğer yanda okyanusların bozulmasını hızlandıran kirlilik ve küresel ısınma yer alıyor. Kimyasal ürünler, plastikler ve atmosfer kirliliği toprağı, suyu ve havayı boğarken, fosil enerjiler yakılmasından kaynaklı küresel ısınma, aşırı sıcak hava dalgaları, orman yangınları, kuraklık ve sel felaketleri eşliğinde iklim kaosuna yol açıyor.
‘Kendimizi vekaleten öldürüyoruz’
COP15 zirvesinde doğa için on yıllık bir anlaşma imzalamak ve böylece altıncı bir kitlesel yok oluştan kaçınmak için toplandığı iddia ediliyor. Ancak, 2030 yılına kadar ekosistemleri korumaya yönelik yaklaşık yirmi hedefi kapsayan müzakerelerin sonucu belirsizliğini koruyor. BM Genel Sekreteri Guterres, “Bugün doğayla uyum içinde değiliz, aksine çok farklı bir melodi çalıyoruz” diyerek bu melodi için “yıkım aletleriyle çalınan bir kaos kakofonisi” ifadesini kullandı. “Ve sonunda kendimizi vekaleten öldürüyoruz” diye ekleyen Guterres, bu durumun istihdam, açlık, hastalık ve ölümle üzerindeki yansımalarına da dikkat çekti.
Biyoçeşitlilik sermaye hizmetine!
Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar (DKMP) Genel Müdürlüğü tarafından başlatılan ve Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından sürdürülen biyolojik çeşitliliğin kayıt altına alınarak bu bilgilere erişimin düzenlenmesine yönelik çalışma Türkiye’nin tüm il coğrafyalarında tamamlandı. Bu bağlamda yapılan açıklamalar içinde en dikkat çekici açıklama Samsun eski Vali Yardımcısı Hakan Kubalı’dan gelmişti: “Sahip olduğu tabii kaynaklar bakımından oldukça zengin bir ülke olan Türkiye’nin, biyolojik çeşitliliğin ekonomiye kazandırılması ve genetik kaynaklarımıza dayalı sınai mülkiyet haklarından ülkemizin faydalanmasına katkıda bulunulması hedeflenmektedir.” Biyoçeşitliliğin tespiti ve kayıt altına alınması, bitki ve hayvanların sermaye yağmasına sunulacağını açıkça ortaya koyan bir açıklama iktidarın ikiyüzlü uygulamasıdır.
UPOV sözleşmesi!
2006’da çıkarılan Tohumculuk Kanunu sonrası, 2007’de UPOV sözleşmesinin imzalanması ile tohum tamamen uluslararası sermeyenin boyunduruğuna terk edildi. Açılımı ‘International Union for the Protection of New Varieties of Plants’ olan UPOV sözleşmesinin Türkçe karşılığı ise ‘Yeni Bitki Çeşitlerinin Korunması Uluslararası Birliği’dir. AB’nin fikri mülkiyet hakları bağlamında sürdürdüğü ve bu yolla tüm canlı varlıkların patenlenme sürecinin bir parçasıdır. Prof. Dr. Tayfun Özkaya UPOV sözleşmesini şöyle tanımlamıştı, “Bu sözleşmelerin uygulandığı yaklaşık 30 yılda gelişmiş ülkelerde bitki çeşitlerinin çoğu kayboldu. FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) dünya biyoçeşitliliğindeki kaybı yüzde 75 olarak açıklamıştır. Kısacası gelişmiş ülkelerde çiftçi tohum firmalarının hegemonyasına girerken tüketiciler besin değeri düşük, ancak tarım ilaçları ve kimyasal gübrelerle yetiştirilebilen tatsız ürünleri yemek zorunda bırakıldılar” sözleriyle yaşanan süreci özetlemektedir.
Yaşam paraya endeksli
Meclis Tıbbi Aromatik Bitkiler Komisyonu Başkanı AKP’li İbrahim Aydın, Ekim 2019’da Hatay’da yaptığı açıklamada, dünya ekonomisinde tıbbı ve aromatik bitki hacminin 115 milyar dolar olduğunu belirterek, “Bizim ülkemizde ise 500-600 milyon dolardan bahsediliyor. Biz diyoruz ki; bunları iyi bir şekilde değerlendirirsek 2023 yılında, buradan 5 milyar dolar gelirimizin olması gerekiyor” diye konuştu. Tıbbi ve aromatik bitkilerin ihracatı konusunda kurumlara tavsiyelerde bulunacaklarını da belirten Aydın, “Biz bunları ilaç yaparak, yağını çıkararak ihraç eder duruma getirmemiz gerekiyor veya ilaç sanayinde kullanmamız gerekiyor, yoksa buradan dağdan topladığımızla beraber onu ihraç etmek değil. Hatta endemik türlerin korunmasını sağlayarak tarımını yapmamız ve sanayileştirerek ülke dışına ihracatını yapmamız gerekiyor” sözleri biyoçeşitliliğe bakışın özeti gibi.
Türlerin yüzde 75’i katledildi
FAO’nun da belirttiği gibi dünya üzerindeki biyoçeşitliliğin yaklaşık yüzde 75’i yok edildi. 1971 yılında Dünya Bankası ve FAO tarafından Rockefeller ve Ford Vakıflarının desteği ile kısa adı CGIAR olan Uluslararası Tarım Araştırmaları Danışma Grubu adıyla bir kuruluş oluşturulmuştu. CGIAR’ın görevi ise bütün dünyadan canlı genleri toplamak ve ‘insanlık’ adına saklamak iddiasıyla şirketlerin hizmetine sunuldu. Dünya Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN) raporunda, 784 türün dünya üzerinden tamamen yok olduğu açıklandı. 16.119 hayvan türünün ise soyu tükenmek üzere. Dünyayı her yönüyle yaşanmaz hale getiren kapitalizmin doymak bilmez varlığı ve dayattığı politikalarla bu yok edişlere insanları ortak edebiliyor olması dikkat çekicidir.