Çöküyoruz. Sevgili arkadaşım Fuat Ercan’ın ekonomi politik yorumuyla sistem çürüdü ne yazık ki biz de aynı gemideyiz.
Aynı karenin, aynı olayların içinde birlikte çöküyoruz. Seyretme faslı bitti artık o resimdeki biziz.
Patates sebze kuyruklarında bekletilen, marketlerde indirimi kovalayan, pazara akşam saatlerinde çıkıp daha ucuza alışveriş yapmaya çalışan bizler nihayet yüksek sesle bu çözüme inanmadığımızı, merminin yenmeyeceğini korkmadan söylemeye başladık. Aklımızın bize rağmen haykırdığı gerçek toplumsallaştı; neden sonuç ilişkisi, siyasi analizler, ekonomi politik yorumlar iki kelime ile çıkıveriyor ağızlardan. Mermi ve domates. Savaş ve Kürt halkı. Beton, açlık ve ölüm. Kadın cinayeti; erkek ve Şule Çet, Özgecan Aslan. Faili meçhuller ve Cumartesi Anneleri. Mahkumiyet ve direniş. Yasak ve gerçek.
Oysa yanı başımızda savaş değil barış istiyoruz diyen, halkların kardeşliği için el ele tutuşan, bunun sonucunda bir gecede açlığa mahkum edilen, Ankara Garı’nın önünde, Suruç’ta ölen, Kürt halkının eşit ve özgür yaşamasını istedikleri için cezaevlerine konan genç, yaşlı, kadın, erkek binlerce yurtsever, asgari ücretin altında ölümüne çalışmaya çalışan milyonlarca işçi bir bir yok olurken bizler duymadık birbirimizi. Ne Kürdistan coğrafyasındaki savaşı duyduk, ne binlerce yakılan ormanı, köyü umursadık. Ne de tarım alanları yok olurken köylülerin madenlere mahkum edilişini maden çökene kadar anladık. İki gün önce hastaneye kaldırılan bizdik oysa. Tecrit kalkmalı çözüm sürecine dönülmeli diye kendinden vazgeçen, halkları dayanışmaya çağıran Leyla Güven değildi hastaneye kaldırılan.
Tarım alanları, dereleri-pınarları sermayeye verip, Aydın ovalarındaki JES’ler, Trakya’da, Dilovası’nda kimya, deri, tekstil, demirdöküm vb sektörlerle, Diyarbakır, Edirne de kayagazı sondajlarıyla, Elbistan’da- Soma’da vd yerlerde termik santrallerle- kömür işletmeleri ile, Mersin’de Nükleer enerji santralleri ile toprağı, etrafında yaşayanları, suları zehirleyip, dereleri ülkenin her yerinde şirketlere verdikten sonra 5-10 noktada 3-5 kg domatesi ucuza sattırtıp seçim makyajı yapmak örtmüyor yaşananları.
Cumhur rejiminin; yaşam hakları, özgürlükleri elinden almak istediklerine “katılımcı” olmak istemiyorsak amalarla, kendi isteğimizle bindiğimiz o gemiden inelim artık. Amalarımızı o gemide bırakarak, eşitliğin özgürlüğün hepimiz için olduğu bir birliktelikte, kardeşlikte buluşalım artık.
Gemi batıyor, bina çöküyor, birlikte hızla çöküyoruz…
Kartal’da çöken bina Türkiye idi aslında; sevgili yoldaşım Asiye Kolçak’ın HDP’nin yerel yönetimler kadın adaylarını açıklamasına, Amed’e giderken, yolda söylediği gibi. 3. Havalimanı çöküyor, havzaya her yağmur yağdığında sadece işçilerin yatakhanelerine girmiyor çamur, şirketlerin borçlarını da katlayarak geleceklerine yağıyor biteviye.
3. Havalimanı çoktan çöktü. İşçiler binlercesi bir araya gelerek, hepimize bu gerçeği 14 Eylül 2018’de direnişleri duyurdu aslında. Sular eşlik etti bu direnişe, AKP başkanı defalarca açılış yapsa da işçilerin alın terinin, kanlarının üzerine kurulmaya çalışılan bu havalimanı hiç açılamayacak. Kuzey ormanlarında yaşayanların yaşamını yok eden, sulak alanları toprağa gömen bu betonçelik yığın kimseye yar olmayacak. İnsanca yaşamak, çalışmak isteyen işçilerden bu hakları ülkenin iktidar yapısından aldıkları yetkilerle yok edenler de, suları, ormanları, tarım alanlarını, emeği kendi sermaye birikimine sokanlar da siyasi ve ekonomik krizin girdabında her geçen gün başaşağı gitmeye devam edecek.
Öldüresiye saldırsalar da bizlere; işçilere, emekçilere, kadınlara, barış isteyenlere, gerçeği paylaşanlara, halklara bu topraklarda faşizmi bizler yıkacağız, amalarımızı bu çürüyen sisteme terk ettiysek, çok yakında hem de. Kadınlar: Bizler başarırız. Gençler: Mutlak el ele tutuşur çok yakında. Halklar: Kardeşliği kurar yeniden. Renklerimizi kuşanırsak, birlikte özgürleştiririz yaşamı. Sonra yeniden yaşamı kurarız; barışın olduğu, mermi ile domatesin yanyana gelmediği, eşit, özgür yaşamı yeniden kurarız.