Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya, merkez Avrupa’dan Uzakdoğu’ya kadar dünyanın muhtelif coğrafyalarında yükselen toplumsal mücadeleler ve farklı ülkelerdeki egemen sınıflar arasındaki çelişkilerin derinleşmesi, Fransa Başkanı Macron gibi siyasetçilerin “NATO’nun beyin ölümü”benzeri söylemleriyle birleşince, kimi çevreler “eski düzenin sonu geliyor”hissiyatına kapılabiliyorlar.
Yüzeysel bakıldığında böylesi bir hissiyata kapılanlara hak vermek gerekiyor. 2019 yılı sahiden de dünya çapında yayılan isyan dalgalarına sahne oldu. Fransa’da yıl sonuna doğru kitlesel greve dönüşen “Sarı Yelekliler”hareketinden, Hong Kong’da şiddetlenen kitlesel isyana; Şili’de ordunun bastırmak için harekete geçmek zorunda kaldığı neoliberalizm karşıtı gösteriler ile Bolivya’da gerici darbeye direnen yerli halkların eylemlerinden, Ekvator’da yakıt fiyatı zamlarına karşı gelişen protesto gösterilerine; Katalonya’daki bağımsızlık hareketi ile Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ırkçı-faşist partilere karşı sokaklara çıkan kitlelerden, Cezayir, Irak, İran, Lübnan ve Sudan’daki başkaldırılara ve nihâyetinde okul boykotları olarak başlayıp kitleselleşen genç iklim hareketinden, uluslararası düzeyde ivme kazanan ve dinamiğini artıran kadın hareketine bakarak, 2019’un bir isyanlar yılı olduğu iddia edilebilir.
Ancak dünya çapında çalışma ve yaşam koşullarının kötüleştirilmesine, adaletsizliğe, işsizlik ve sefalete, baskı ve katliamlara karşı birbirlerine benzeşen isyan ve başkaldırı hareketlerinden söz etmek doğru olmakla birlikte, aralarında ciddi niteliksel farklar olduğunu da tespit etmek zorundayız. Bir örnek vermek gerekirse: Hong Kong’daki isyanın ne neoliberalizm ve kapitalist sömürü karşıtı, ne de dayanışmacı ve kurtuluşçu bir “başkaldırı”olduğunu belirtmemiz gerekir. Hong Kong’daki isyan, verili mülkiyet ilişkilerini ve imtiyazları korumaya yönelik antikomünist bir karşı çıkıştır ve bu nitelikleriyle özgürlükçü değil, gerici bir isyandır. Bunu hiç kuşkusuz ÇHC yönetimine yönelik tüm eleştirilerimizi saklı tutarak vurgulamaktayız. O açıdan dünya çapında gelişen isyanların “eski düzene”öldürücü darbeyi vurma kapasitesinden henüz çok uzakta olduğunu görmek zorundayız.
Değişen dünyanın değişmeyen gerçekleri
Doğru; şiddeti artarak süren emperyalist yayılmacılığın ve orta katmanları eriterek hızla proleterleştiren, yoksulluğu yayarak kronikleştiren kapitalist sömürünün esir aldığı dünya hızla değişmektedir. Şu da doğru: dünyanın dört bir yanında çalışan sınıfların ve farklı toplumsal grupların biriken öfkesinin uluslararası düzlemde başkaldırı ve isyanları tetikleyerek aşağıdan direncin basıncını artırması, “eski düzene”karşı yıkıcı ve kurucu olması gereken örgütlü mücadele umudunu büyütmektedir.
Ne var ki, tüm bu doğrular ezilen ve sömürülen toplumsal sınıf ve katmanların kurtuluşunun kendiliğinden olmayacağı, egemenlerin sınıf tahakkümlerini korumak için her yolu deneyecekleri ve Marx’ın deyimiyle “yarım kalan devrimin peşinden her zaman tam karşıdevrimin geldiği”gerçeğini değiştirmiyorlar. Latin Amerika’nın yarım kalan devrimleri tam olarak bunu kanıtlıyorlar. Halkın ezici çoğunluğundan yana olduklarını iddia eden güçler bir ülkede iktidara geldiklerinde mülkiyet ilişkilerini çoğunluğun lehine değiştirmeden, medyayı ve genel anlamda iktisatı demokratikleştirmeden, katılımcılığı sağlamadan ve devlet elindeki şiddet tekeli aparatında yapısal değişeme gitmeden iktidarda kalabilmelerinin olanaklı olmadığı görülmüştür.
Çünkü başta ABD ve AB olmak üzere, emperyalist güçler ezilen ve sömürülen sınıflara karşı derin sınıfsal nefret beslemeye ve neoliberal uygulamaları tüm krizlere rağmen yürürlükte tutmaktaki ısrarcılıklarına devam etmektedirler. Geride bıraktığımız yılda tanık olduğumuz gelişmeler, yani gerek ABD’ndeki “korumacı”politikaların derinleştirilmesi ve NATO içinde ayyuka çıkan çelişkiler, gerekse de AB’nde Brexit süreci ve yeni Avrupa Komisyonu’nun seçilmesi ile bağlantılı olarak atılan adımlar veyahut yeni Komisyon Başkanı’nın “Green New Deal”planları, emperyalist güçlerin bu nefret ve ısrardan vazgeçtikleri anlamına gelmemektedir.
Tam aksine, aralarındaki tüm çelişkilere rağmen egemenlerin dünya çapında gelişen isyan ve başkaldırılara, hâlâ etkisini sürdüren 2008 küresel krizinden bu yana genişleyen çoklu kriz ortamlarına verdikleri yanıt birbirlerinden hiç farklı değil: Toplumsal hoşnutsuzluğun ırkçı-faşist hareketlere ve iç gericiliğe kanalize edilerek dizginlenmesi, karşıdevrim şiddetinin süreklileştirilmesi, otokratik yönetimlerin teşvik edilmesi, burjuva demokrasilerinin içinin boşaltılması, etnik-dinsel çatışmaların ve müdahale savaşlarının körüklenmesi. Görebildiğimiz kadarıyla çoklu kriz girdabında 2019’dan 2020’ye girmekte olan yerküremizde yeniden »gelenin gideni aratacağı« gerçeğiyle karşı karşıya olacağız.
Gene de – ki bu da değişen dünyamızın değişmeyen gerçeğidir- tüm olumsuzlukların, hatta şairin deyişiyle, “… ipin, kurşunun rağmına« umudu yitirmek için bir neden yok. Çünkü hâlâ mücadele edenler var. Çünkü hâlâ yıkılası »eski düzen”kendi mezar kazıcılarını yaratmaya devam ediyor – mezar kazıcıları her ne kadar kendi güçlerinin farkında olmasa da. Çünkü isyan dalgaları dünya çapında hâlâ devam ediyor, yayılıyor. Bu da Güneşli Dünyaya dair umudumuzu besliyor. Günün birinde temel ve yan çelişkilerin ortadan kaldırılması mücadelelerinin birbirlerinden kopuk olmadıklarını ve eşzamanlılıklarını öğreneceğiz elbette.
Bunları öğrenebileceğimiz günü 2020’de görebilme dileğiyle…