2023 milletvekili genel seçimleri ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini diktatörlük kazandı. Bununla birlikte, diktatörlük karşısındaki direniş de 2016’dan bu yana en yüksek tümleşiklik düzeyine yükseldi. İlk kez Türkiye ve Kürdistan’ın demokratik ve diktatörlük karşıtı muhalefeti tek bir cephe üzerinde hareket ederek gelecek mücadeleler için yeni bir siyasal zemine yükseldi.
2023 seçimleri genel Türkiye tablosu neredeyse 2017 referandumu tablosunun tıpkı basımı. Kutuplaşma düzeyi aynı: Yüzde 51,41 “Evet”, yüzde 48,59 “Hayır”. Seçim haritası aynı: Kıyılar, Kürdistan, Trakya ve metropoller direnişin, Ankara ve Eskişehir hariç Orta Anadolu ve Karadeniz ile Kürdistan’dan geçiş kentleri -6 Şubat deprem bölgesi- diktatörlüğün alanında.
Bu tablo bir yanıyla, 2017’den bu yana demokrasi ve özgürlük cephesi açısından hiçbir ilerleme yokmuş gibi okunabilir. Ancak bu, aldatıcı ve yüzeysel bir okuma olur. Kafa karışıklığı ve bozgunculuktan başka hiçbir sonuca yol açmaz. Doğru bir okuma bize diktatörlüğün bütün zulmüne, devletin AKP’nin hizmetinde işçi, kadın, Kürt, Alevi, LGBTQ, ve doğa haklarına karşı silahlı mücadele yürüttüğü koşullarda bu saldırının nesnesi kılınmış kesimlerin, ortaklaşma, dayanışma, örgütlenme ve mücadele kapasitesini yükselttiğini; arada -2019 yerel seçimlerinde -11 büyük şehri diktatörlüğün altından çekerek, sosyopolitik dizilişte onu tek ayak üzerinde bıraktığını söyleyecektir.
Gelecek, muhalefet ve direniş için değil rejim için karanlıktır. 2023 seçimlerinde gri bölgede duran seçmeni tarafsızlaştırmak ya da yanına çekebilmek için toplumun gelecek on yılının kaynaklarını bir finansal kara deliğe boşaltan, karşısına aldığı kesimleri bileyerek birbirine yaklaştıran, Diyarbakır’ın Kürt halkının yüzde 70’tan fazlasının Dersimli bir Alevi Cumhurbaşkanı adayı çevresinde toplanmasına fırsat veren Erdoğan diktatörlüğü bugün sosyopolitik olarak daha da zayıflamış olarak iktidardadır. Ama iktidardadır. Lenin’in ifadesiyle “bir adımda yedi fersah alan sihirli iktidar çizmesi” onun ayağındadır, istediğini yapmaya muktedir görünebilir ve ezmek, kırmak, dökmekte çoğu kez muktedir olabildiğinden şüphe edilemez.
Ancak bu kadarı faşizmin zaferi için yetmez. Faşizmin zaferi yalnız ve ancak, halk ve işçi devriminin yenilgiye uğratıldığı ve emekçi halkın tarihsel ufkunun cüceleşerek halkın maneviyatının zalimin değerlerine iltica ettiği ve teslim olduğu koşullarda mümkün olabilir. Erdoğan’ın 2017’de “Ensar Vakfı” Kongresi’ndeki şu itirafı çok önemlidir: “Biliyorsunuz siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz siyasi iktidarız. Ama hala sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var.” Tek adam rejimi işte bunun için var: Alaturka faşizmin insan malzemesini hazırlamak, bunun için Türkiye’nin insanlığın evrensel gelişiminden nasibine düşen insaniyet, maneviyat, bilgelik, erdem ve yüceliği çürütmek, ülkeyi bir toplum olmaktan çıkartıp meymenetsiz bir insanlık cürufuna çevirmek üzere bütün demokratik modern değerleri öğütmek, pelteleştirmek, katı olan her şeyi buharlaştırmak için… Buna direnmiş olan ve hala direnmeye devam edecek olan en az 30 milyon insan var.
Sırf 14-28 Mayıs deneyiminin gösterdiği gibi, demokrasinin Türkiyesi, özgürlüğün Türkiyesi, enternasyonalizmin Türkiyesi, Kürtler ve Kürdistan, kadınlar, emekçiler, aydınlar direniyor. Bu direniş her şeyden önce diktatörlüğün hakimiyet sınırlarını çizecek ve onu sınırlamaya devam edecektir. Elimizdeki en büyük cevher, başlıca maddi ve manevi servetimiz bu insan varlığıdır. Eninde sonunda iktidarı Erdoğan ve hempalarının elinde çekip alabilecek olanlar onlardır. Yeter ki, muhalefet tümleşiklik düzeyini yükseltebilsin, çoğul ve çoklu bir demokrasi cephesi inşasının gerektirdiği, sabır anlayış ve tahammül düzeyine, ya da başka bir deyişle “uygarlık” düzeyine yükselebilsin…
HDP işte bu anda önemli. Türkiye bu politik gelişme düzeyini, bugün için ifadesini Halkların Demokratik Partisi/Yeşil Sol Parti’de bulan, bizim “üçüncü kutup” demeyi tercih ettiğimiz
Kürt Özgürlük Hareketi’yle Türkiye Sosyalist Hareketi arasındaki stratejik ittifakın -ya da “tarihsel blokun”- yükselen seyri içinde yakalayabilecektir.
Ölçüler ortada, Kürt Özgürlük Hareketi, 2007’de “Bin Umut” listesiyle başladığı bu yürüyüşte yüzde 5,24 destek, 1 milyon 835 bin 486 oy ve 26 milletvekilinden 7 Haziran 2015’te 16 yılın en yüksek değerlerine ulaşarak oy oranını yüzde 13,2’ye, oy sayısı 6 milyon 57 bin 506’ya milletvekili sayısını 80’e çıkarken, bu kesintisiz yükselişle birlikte, bütün ülkede demokratik dönüşümün öznel koşullarını da ritmik olarak geliştirmeyi başardı.
Bu kesintisiz yükselişi durduran 2014-15’te çözüm sürecinin askıya alınması ve onu izleyen “çöktürme harekatı”nın kaçınılmaz sonucu olan “kent savaşları”nın doğurduğu çatışma iklimiydi. 1 Kasım 2015’te destek yüzde 10,76’ya -seçim barajı seviyesine- ve oy sayısı 4 milyon 803 bin 774’e geriledi. 24 Haziran 2018’de kısmi bir yükselişle destek 11,7’ye ve oy miktarı 5 milyon 145 bin 688’e çıktıysa da, 2023 milletvekili seçimlerinde 8 yılın en düşük düzeyine geriledi, genel oy desteği yüzde 8,87’ye, verilen oy 4 milyon 803 bin 774’e, milletvekili sayısı da 61’e indi.
Bu görünür gerilemenin bugün atfedildiği ölçüde büyük bir anlamı olup olmadığına ancak gelecekten bakabiliriz. Her şeyden önce HDP yönetiminin bu sonuçları yenici bir strateji kapsamında, oyunun birkaç hamle ötesine bakarak, gelecekte telafi edilebilecek, tahammülü mümkün nispi gerilemeler olarak hesaplayıp hesaplamadığını görmek gerekecektir.
Örneğin, Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday çıkartmayarak, seçimin birinci turda Tayyip Erdoğan’ın yenilgisiyle sonuçlanması olasılığına yapılan siyasi yatırımın kaçınılmaz olarak HDP/Yeşil Sol’un da katkısıyla yükselen “yeni yıldız”ı Kürt halkı arasında da bir cazibe merkezi haline getireceği öngörülmüş ve bunun panzehiri bulunmuş muydu? Örneğin 2018 seçimlerinde parti yüzde 11,7 oy alırken Cumhurbaşkanı adayı Demirtaş’ın yüzde 8’de kalmış olmasında bu etmenin rolü değerlendirilmiş ve 2023 seçimlerine yansıtılan bir simülasyona tabi tutulmuş muydu?
Ya da seçim güvenliği konusunda sıfır, rakamla “0”, olan muhalefet hazırlığını telafi etmenin tek yolu olarak görülen oy maksimizasyonunu sağlayabilmek anacak bir kitlesel seferberlikle mümkünken halkın gündemine, seçimden başka her şeyi taşımanın başa çıkılamayacak bir apolitisizme ve sonuçta sandığa gitmeme ya da ayak sürüyerek gitme eğilimine yol açmasının kaçınılmazlığına kafa yorulmuş muydu?
Siyasal desteğinin en radikal ve dinamik kesimini oluşturan sosyalist, devrimci, radikal demokratik, toplum kesimlerinin ilgi ve dikkatinin kapitalizmin çoklu krizinin bütün dinamiklerine yoğunlaştığı bir dönemde aday listelerini saptarken, özellikle Türkiye’nin batısında ve Kürdistan metropollerinde simge kişiliklerin öne çıkarılması olanaklarının tepilmesinin, sosyalist bileşenlerin dahi mücadele ve katılım azmini köreltebileceği konusu ele alınmış ve HDP seçmenine HDP dışındaki solun işaret edilmesinden kaçınmak için çare aranmış mıydı?
Başlıktaki deyime gelirsek, HDP/Yeşil Sol seçim yönetimine Kürt halkı çok şey verdi, zor zamanda çok şey istemek hakkıdır. Aklını, hayatını, varlığını, gücünü, sevgisini verenlerin, akıl sevgi, güç ve varlık istemeleri kadar doğal ne olabilir. Elbette şimdi, “Egenin incisi Diyarbakır”ın bunca fedakarlığının kendisine çemkirme olarak geri dönüşünden hesap sorulmadığı için de hesap sormaya hakkı var.
Ancak, unutmayalım. HDP/Yeşil Sol “çok ortaklı” kurumlardır. Bir muhasebe, ortakların her birinin rol ve etkilerinin kuyumcu hassaslığıyla tartılmasını ve bilançonun ortaya çıkardığı sonucun hakkının verilmesini, dahası, bu muhasebenin kurumsal bir disiplin içinde başı sonu belli olacak ve yeniden kuruluşumuza hizmet edecek şekilde yapılmasını gerektiriyor.
HDP muhasebesi, bir devrimci muhasebe olmak zorundadır.