Çocukluk artık Cemal Süreya’nın dizelerindeki “Çocuk Olsam Yeniden/Çocuk olsam yeniden…/Bir tek düştüğüm için acısa içim/Ve kalbim; çok koştuğum için çarpsa sadece…” gibi yaşanmıyor. “Eskiden yaşanıyor muydu ki?” diye sorulabilir. Elbette eskiden de ezilen halkların çocukları başta olmak üzere işçi ve emekçilerin çocukları için hayat bir “pamuk şekeri” tadında değildi. Bir çikolata hatta ekmek özlemiyle uykuya dalan, sokakta oynaması gerekirken halkına uygulanan savaş politikalarının önemli hedefi haline getirilen, güvensiz, tekinsiz alanlarda top koşturan bir çocukluk, bu düzen sürdükçe var olacak.
Fakat şimdi bu düzen içinde yaşanabilecek en karanlık dönemi yaşanıyor çocukluğun. Kendisiyle birlikte çürüttüğü toplumun en ağır faturasını ödeyenlerden biri oluyor çocuklar.
Ezilen ulusa mensup çocukların savaş koşullarında neler yaşadıklarını Uğur Kaymaz’dan, Cemile Çağırga’dan, Ceylan Önkol’dan, panzerlerle ezilen Kürt çocuklarından, “taş attın” denilerek işkencelerden geçirilen körpe bedenlerden ve sayamayacağımız sayısız örnekten biliyoruz. Filistinli çocukların gözlerine oturan korkudan… Ezilen halkların çocuklarına da uygulanan düşmanca politikaların ağırlığını sayıp dökmekle bitmez.
İşin bir yanı bu sadece.
Bütününe baktığımızdaysa kaybedilen, organ mafyalarının ya da fuhuş şebekelerinin o vampir ellerine düşen, zorla dilencileştirilen, kriminal odakların tetikçisi haline getirilmek üzere el konulan sayısını bilmediğimiz kadar çok çocuk var artık. Gece yatarken ekmek düşü kursa da en azından gündüzleri sokaklarda özgürce koşturan, çığlıklar atabilen, birdirbir oynayıp topaç çevirebilen çocukları yok… Toplumun üzerine ağır bir korku duvarı örülmüş gibi. Çocuklar okullara bırakılıp okullardan alınıyor, bakkala gitmeleri, parkta oynamaları bile ebeveynlerinin bekçiliğinde söz konusu olabiliyor. Herkes tedirgin, herkes güvensiz… Çocuklar da öyle.
Nasıl olmasın?
2 yaşındaki bebeklerin bile istismar edilebildiği bir toplumsal çürümenin dört bir yanı kuşattığı zamanlardayız. Kapitalist barbarlığın kapkaranlık ruhunun kışkırtılan ve giderek örgütlü hale getirilen toplumsal yozlaşma, çürüme ve “kötülüklerde” vücut buluyor adeta.
Bu tablo için kıydılar Narin’e. Toplumsal cinsiyet rollerinin, kutsanan ailenin, fetişleştirilen “erkekliğin” ve tüm bunları kışkırtan sistemin fail olduğu kolektif bir cinayetle koparıldı yaşamdan.
Ama Narin’in kırılması başka gerçekleri de ortalığa seriverdi. Kürt halkına karşı uygulanan savaş politikalarının, bu politikaların sadık ortağı olan aşiret-cemaat-tarikat-parti ilişkilerinin, bu ilişkilerin korunması için yapılıp edilenlerin yarattığı sonuçlardı bunlar. Kürt düşmanlığı temelinde şekillenen bu ilişkiler devletin gözü kulağı, gerekirse kirli işlerini yapacak tetikçiliğini ifade ediyordu. Tam da bu nedenle elbirliğiyle ne yapıp edilip yaşanan her neyse üzeri perdelenmeli, cinayetin nedeni medyanın da gücü kullanılarak yaratılan senaryolarla belirsizleştirilmeliydi. Keza bu ilişkiler geçmişten bugüne uzanan gelecekte de ihtiyaç duyulacak olan stratejik anlamlar taşıyor rejim/devlet açısından. Kürt halkının içerden fethi ya da korku yayarak baskılanması onlardan geçiyor ne de olsa.
O yüzden de Güranlara ait ahırdaki cephanelikten bir daha katiyen söz edilmedi. Devletle iş tuttukları halde belli ki onun da inisiyatifi dışına çıkan, kendi hesaplarına çalışan tutumları biraz can sıkmıştı, öncesinde yapılan baskın da bundan olsa gerek. Güranların ağızlarını açarken “devletimiz büyüktür” demeleri, “Osmanlı torunuyuz” yaveleri çekmeleri de bir yaranma dürtüsünden ileri gelse gerek. Ama mesele bununla birlikte bir yanıyla da Kürt halkına karşı nasıl bir özel savaşın örgütlendiği meselesiydi.
Elbirliğiyle üzeri kapatılmaya çalışılan da bu olsa gerek. Düşkünleşmiş, yozlaşmış cinsler arası ilişki ya “toplumun kabul edemeyeceği” diye tanımlanan ahlâki çürümeler aynı zamanda “bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” özlü sözünde olduğu bir gerçeği, dolayısıyla sistemin suretini de ifade ettiği için faş olmamalıydı!
Elbirliğiyle üzeri örtülmeye çalışılan Narin cinayeti sistemin ruhu, sureti, öz be öz çocuğudur. Bu ruhta insan olmanın en temel değerlerinin bile ayaklar altına alındığını görüyoruz. Annenin bile senaryolar silsilesinin parçası olduğu, babanın kızının katilleriyle değil gerçeği açığa çıkarmaya çalışan gazetecileri hedef gösterdiği bir ruhtur bu!