İzmir Selçuk’ta yaşanan yangında beş çocuk yaşamını yitirdi. Sadece bu köşede bile, en az iki yazı daha önce bu konuya, yani sistematik şekilde evlerde çıkan yangınlarda yaşamını kaybeden çocuklara ayrıldı. Belki birileri duyar, gündem olur, önlem alınır da çocuklar yaşamaya devam eder diye…
Ancak ne hazırlanan raporları ne yazılmış yazıları ne de bu konuda yapılan çalışmaları dikkate alan var. İşte bu nedenle, her yıl kış aylarında çocuklar, yaşları bir ila beş arasında değişen Fadime Nefes, Funda Peri, Aslan Miraç, Masal Işık ve Aras Bulut ile aynı şekilde yaşamını kaybetmeye devam ediyor.
İzmir’de yaşanan bu can yakıcı olayın ardından AKP Milletvekili Özlem Zengin TBMM’de bazı açıklamalar yaptı. Zengin, ailenin sosyal yardımlar aldığını, yetkililerin evi on sekiz defa ziyaret ettiğini, ancak annenin yaşam tarzının da olayda etkili olabileceğini söyledi. “Her şey para demek değil” dedikten sonra da anneye yapılan yardım miktarlarını tek tek açıkladı. Hem de hiç mahcup olmadan…
Zengin’in “Burada annenin de hayat tarzı işte, acılı günde söylemek istemiyorum…” sözleri, hiçbir mahcubiyet içermediği gibi, çok açık ki bu beş çocuğu koruma yükümlülüğünün üstünü örtmeyi, toplumun yerleşik toplumsal cinsiyet algısını kullanarak, sorumluluğu devletten anneye kaydırmayı hedefliyordu.
Ancak Özlem Zengin yanılıyor. Türkiye’nin de taraf olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre, annenin yaşam tarzı –ne olursa olsun– devletin çocukların yaşam hakkını koruma yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Ayrıca yapılan o on sekiz ev ziyaretinin sonucunda bu ölümlerin yaşanması, en hafif tabirle, uzmanların görevlerini ihmal ettiğini gösterir. Dolayısıyla Özlem Zengin istediği kadar “Bakanlık çocuklar için ellerinden geleni yapmış ama annenin yaşam tarzı bu ölümlere yol açmış” gibi davranabilir; fakat hakikat apaçık ortada. Ve bu hakikat çocukların ölümünde sorumluluğu olanların peşini hiç bırakmayacak. Peki, yeniden anlatalım…
Bir çocuğun yaşam hakkının korunması, ebeveynlerin sosyo-ekonomik durumundan veya herhangi bir özelliğinden bağımsız olarak devletin temel yükümlülüğüdür. Devlet, her koşulda çocukları korumak ve yaşatmakla yükümlüdür. Gerekiyorsa ebeveynlerine rağmen, ebeveynlerine karşı… Devletin bu yükümlülükten kaçınması ya da bunu göz ardı etmesi ise –bir kere daha gördük ki– çok ağır sonuçlara yol açıyor.
Hem İzmir’de yaşanan bu can yakıcı olay ne yazık ki ilk değil. FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nin raporlarına göre son üç yıl içinde, benzer nedenlerle, yoksulluk ve ihmallerin sonucu olarak en az 70 çocuk yaşamını yitirdi. Raporda yer alan bu veri, devletin çocuk koruma politikalarında ciddi boşluklar ve eksiklikler olduğunu gösteriyor.
Çocukların yaşam hakkını korumak, sadece belirli aralıklarla yapılan yardımlardan ya da ev ziyaretlerinden fazlasını gerektirir. Örneğin, İzmir’deki olayın öncesinde Bakanlık eve ziyaretler yapmış da anneyi ve çocukları güvenli bir eve neden yerleştirmemiş? Bu evdeki riskleri mi fark etmemiş yoksa görmezden mi gelmiş? Annenin yaşam tarzı çocuklar için risk oluşturuyorsa çocuklar neden koruma altına alınmamış ya da anneye neden düzenli bir iş bulunmamış? Anne işteyken çocuklar için kreş hizmeti neden sağlanmamış da çocuklar evde yalnız kalmış? Yerel yönetim bu çocukları ve anneyi biliyormuş da neden riskleri ortadan kaldırmak için önlem almamış? Ve en önemlisi yaşanan bu olayın ardından başka hangi evlerde hangi çocukların risk altında olduğunu anlamak ve bu riskleri ortadan kaldırmak için önleyici çalışmalar başlamış mı?
Kamu idaresinin asli görevi, risk altındaki çocukları korumak ve sağlıklı bir çevrede büyümelerini sağlamaktır. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS), çocukların güvenli, sağlıklı ve korunaklı bir ortamda büyüme hakkını güvence altına alır. Türkiye, bu sözleşmenin bir tarafı olarak her çocuğun bu temel haklara erişebilmesi için etkin politikalar geliştirmek zorundadır. Yapılan birkaç yardım ya da evi ziyaret etmek gibi yüzeysel çözümler, kalıcı bir sosyal güvenceye dönüşmedikçe yetersiz kalıyor.
AKP Milletvekili Özlem Zengin “ama annenin yaşam tarzı da” diyerek bu soruların sorulmasını engelleyeceğini mi düşündü acaba? Ne yazık ki Sayın Zengin yanılıyor… Her ne kadar, İzmir’de yaşanan bu olayın münferit değil sistematik olduğunu, her yıl onlarca çocuğun benzer şekilde yaşamını kaybettiğini gösteren raporlara yerel yönetimler ve merkezi idare göz yumsa da Türkiye’de çocuklara karşı gittikçe artan bu düşmanca muamelenin değişmesi için çabalayanların hiç de az olmadığını ve her şeye rağmen çocukların mutlu, barış içerisinde, özgür ve sağlıklı bir şekilde yaşayabileceği bambaşka bir dünyanın mümkün olacağını söyleyelim.