İzmir’de bir barakada çıkan yangında yaşları 1 ila 5 arasında olan beş kardeşin ölümü basında “trajedi”, “facia” gibi manşetlerle duyuruldu. Yaşanan gerçekten bir trajediydi. Çocukların babaları cezaevindeydi; çöp toplayarak evi geçirdirmeye çalışan anne ise çocukları evde bırakarak topladığı hurdaların parasını almaya gitmiş, bu esnada evde devrilen elektrikli sobadan çıkan yangında beş çocuk can vermişti.
Olayın duyulmasının hemen ardından iktidar çevreleri alelacele sorumlu aramaya koyuldu. İlk olarak ihmali olduğu iddia edilen anne, fail olarak gösterildi. Öyle ya, bir anne nasıl olur da çocuklarını evde yalnız başına bırakırdı! Ancak annenin yoksulluk ve çaresizlik içinde olduğuna yönelik tepkiler gelmeye başlayınca, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı yetkililerinin birçok kez aileyi ziyaret ettiği ve kimi yardımlarda bulunulduğu belirtilerek hükümetin bu olayda herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığı algısı yaratılmak istendi.
Yapılan açıklamalar bir tarafa, bu büyük trajedinin gerçek sorumlusu ne yoksulluğun çaresizliği içindeki anne ne de ellerindeki mevzuata göre çalışma yapan Bakanlık’ta görevli sosyal hizmet uzmanlarıdır. Gerçek sorumlu, “o anneyi çocuklarıyla birlikte derme çatma bir barakada yaşamak ve çocuklarının karınlarını doyurmak için onları yalnız başına bırakarak çalışmak zorunda bırakan” ekonomi politikaları ve bu politikaları uygulayanlardır!
İzmir’de yaşanan trajedi, AKP’nin iktidarı boyunca uyguladığı “sermayenin çıkarlarını toplumun genel ihtiyaçlarının önünde tutan” neoliberal politikaların yarattığı sosyal çöküşün çarpıcı görünümlerinden sadece biridir. Bu olayın basında bu kadar yer alması ve siyasi tartışmalara konu olması, “beş çocuğun bir arada ölmesi, ailenin göçmen olmaması gibi” nedenlerledir. Örneğin bu olay Suriyeli ya da Afgan bir ailenin başına gelseydi veya ölenler bu kadar çok sayıda ve çocuk olmasaydı gündemde bu denli yer almayacaktı. Zira Türkiye’de -beş çocuğun bir arada ölümüyle sonuçlanmasa da- siyasi iktidarın uyguladığı ekonomik programın sonucu olarak her gün, birçok trajedi yaşanmakta ama bunların çoğu haber değeri görülmemekte, gündeme bile getirilmemektedir.
Yetersiz beslenme, sağlıksız koşullarda barınma, sağlık hizmetlerine ulaşamama gibi nedenlerle yaşanan acılar ve ölümler, kaydı tutulmadığı için ne basında ne de belleklerde ve vicdanlarda yer bulabilmektedir. Kaydı tutulduğu için kısmen de olsa neoliberalizmin yarattığı sosyal çöküntüyü görünür hale getirebilen örneklerinden biri iş cinayetleridir. -13 yıldır büyük bir özveriyle çalışma yürüten- İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG Meclis)’in belirlemelerine göre 2024 yılının 10 aylık döneminde 1.535 emekçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir.
22 yıllık iktidarının ilk gününden bu yana neoliberal politikaların “sadık” uygulayıcısı olan AKP, Meclis’te görüşülmekte olan 2025 bütçesinde de toplumun genel çıkarları karşısında sermayenin çıkarlarını tercih ederek bu sadakatini sürdürmektedir. Bunun için 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi’nin Genel Gerekçe kısmında belirtilen hedeflere bakmak yeterlidir.
2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’nde temel hedefler şu şekilde özetlenmiştir: “Makroekonomik ve finansal istikrarı güçlendirmek, mali disiplini korumak, orta vadede enflasyonu tek haneye düşürerek fiyat istikrarını sağlamak, Ar-Ge ve yenilikçilik kapasitesini geliştirmek, yeşil ve dijital dönüşüm odağında teknolojik dönüşümü sağlamak, beşeri sermayeyi güçlendirmek, işgücü piyasasını daha da etkinleştirmek, iş ve yatırım ortamını iyileştirmek ve ekonomide kayıt dışılığı azaltmak.”
Bu hedeflerin hiçbirinde toplumun genel yararı gözetilmemiş, aksine belirlenen hedefler, “sermaye dışı toplum kesimlerinin daha fazla yoksullaşması, yoksunlaşması, var olan haklarının ellerinden alınması” üzerine kurulmuştur. Bu bağlamda mali disiplin adı altında eğitim, sağlık, sosyal güvenlik başta olmak üzere sosyal harcamalar vb kısılırken, enflasyonu düşürmek için talebi yani emekçi kesimlerin ücretlerinin reel olarak düşürülmesi, sınırlandırılması amaçlanmıştır. Beşeri sermayeyi güçlendirmek ve işgücü piyasasını etkinleştirmek hedefi, eğitim ve istihdam politikalarının tamamen işverenlerin talepleri doğrultusunda -emek rejimini esnek ve güvencesizleştirerek- düzenlenmesini içermektedir. İş ve yatırım ortamının iyileştirilmesi de yine emek ve doğa sömürüsü üzerinden Türkiye’yi sermaye için “kâr cenneti” haline getirme amacını ifade etmektedir.
Siyasi iktidarların uyguladığı ekonomi politikaları ile bu politikalar çerçevesinde hazırlanan bütçe ve bütçe üzerine Meclis’te yürütülen tartışmalar, toplumun soyutlandığı birtakım bürokratik işlerden ibaret olarak görülmektedir. Oysa İzmir’de yaşanan ve ona benzer trajedilerin alt yapısı, ülkeyi yönetenlerin uyguladıkları ekonomi politikaları ve bu politikalar çerçevesinde belirledikleri tercihlerle inşa edilmiştir.
Sözün özü: Bebekleri öldüren, çocukları aç bırakan, anne-babaları iş cinayetlerinde katleden bu döngünün sorumlusunu arayanların Meclis’te görüşülmekte olan Bütçe Kanun Teklifi’ne bakması yeterlidir!