Roboski katliamında emir-komuta kademesinde bilindiği kadarıyla neler yaşandığını gazeteci Kemal Göktaş, diken.com.tr’deki (<http://www.diken.com.tr/7nci-yilindaroboski-katliami-yanitlanabilmis-teksoru-var/>) yazısında aktardı:
Bölgede görev yapan yetkili askerler, grubun “kaçakçı” olduğunda hemfikirdi. Ama nasıl olduysa bu bilgi, farklı kaynaklardan Genelkurmay’a iletilse de hava harekatı emri verildi. 34 vatandaşımız, 1 saate yakın süren hava bombardımanıyla öldürüldü.
Ve Roboski, dönemin başbakanı Erdoğan’ın deyimiyle “Ankara’nın karanlık dehlizlerinde” kaybolmaya mahkum edildi.
Göktaş, “Yanıtlanabilmiş tek soru var” diyerek dönemin Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil’in “Sayın Kaçakçı” başlıklı, nefret söyleminin şahı yazısına atıfla bitiriyor yazısını.
Özdil şöyle demişti: “Sayın terörist’le sayın kaçakçı arasında katır tepmişe dönmek istemiyorsa, bi karar vermesi lazım artık devletin… Kişneyecek misin? Anıracak mısın?”
Bugün “Saray medyası”nın nefret dilinden, hedef göstermesinden ve gerçekleri çarpıtmasından şikayet edenler, acaba yedi yıl önce “yandaş sayılmayan” en etkin gazetede yayınlanan bu yazıyı hatırlar mı?
Hatırlayınca anırırlar mı, yoksa kişnerler mi?
Türkiye’nin en büyük çocuk katliamı
Özdil’in katırlı kişnemeli yazısını kimbilir kaç kişi okudu. Ya Roboskili annelerin şu sözlerini? “Oğlumun bedeni üzerinde katır vardı, alev alev yanıyordu katır.
Oğlum altındaydı. Ölmüştü.” (Toprağın Öptüğü Çocuklar-Adaleti Beklerken Roboski, Sibel Oral, Can Sanat Yayınları, 2015)
Belki sadece bu cümleyi okusalar, Roboski’nin yedinci yıl dönümünde farklı şeyler konuşabilirdik.
Tek bir kişi yargılanmadığı gibi toplum nezdinde vicdani bir hesaplaşma da yapılmadı.
Belki tersinden yazmalı: Sorumluluların hesap vermediği, medyanın ayrımcılığı körüklediği, toplumun 34 kişinin ölümü üzerine yas tutmadığı ve yılbaşı eğlencesine devam ettiği bir yerde, tek bir kişi yargılanmadı.
Aynı zamanda Türkiye’nin en büyük çocuk katliamı olarak tarihe geçti Roboski.
Zira öldürülen 34 kişiden 22’si, 18 yaşın altındaydı…
“Gökyüzüne baktım, F-16’lar.. Birden ev sallanmaya başladı. Eşime telefon açtım, dedi, ‘Hepsini öldürdüler’. Ayağıma çorap bile giymeden terliklerimle fırladım. Arkamda çocuklarım, komşularımız. Koşmaya başladım. Askeri araç çıktı yola, biri tuttu kolumdan, ‘Ne yapıyorsun? Kendini öldürmek mi istiyorsun?’ dedi. Dedim ki ‘Çocuklarımız öldükten sonra biz neyiz?” (*Toprağın Öptüğü Çocuklar-Adaleti Beklerken Roboski)
Kutuplaşma ve vicdan
Bugün toplumun nasıl kutuplaştırıldığını, iktidar-muhalefet karşıtlığı üzerinden konuşuyoruz. Konda Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Türkiye’de iki değil üç kutuptan bahseder.
Bir ucunda dinci-Türkçü ittifak, ikincisi laik-milliyetçi blok ve üçüncüsü, Kürtlerle liberter/demokrat azınlığın kesiştiği küme.
Birinci grubun içinde yıllarca yer alan Gülen cemaati, darbe girişimi sonrasında devletten tasfiye edilmiş gibi duruyor.
İkinci grup, Kürtler ve onlara destek verenlere yönelen şiddet ve baskı kadar olmasa da paralize edilmiş durumda. Kürtlerden, solculardan, HDP seçmeninden itinayla ayrı durmaya, yan yana gelmemeye çalıştıkça saldırı azalmıyor, artıyor.
Bu kutuplar, sivillerin, çocukların katli söz konusu olduğunda bile taşlaşan vicdanların ve korkunun esiri oluyor. Oysa mesele kimin çocuğu, nerede yaşıyor, hangi inancın veya etnik kökenin mensubu, karnını nasıl doyuruyor değil…
Temel soru, Roboskili annenin bağrından kopan şu cümlede saklı:
Çocuklarımız olmasa biz neyiz?
Bu soruyu herkes, kendi hayatı ve değer verdikleri üzerinden kolayca yanıtlayabilir. Bir de başkaları için de düşünmeye, cevap vermeye başlasa…
Kutuplaşmanın tehlikelerinde hemfikirsek yeni yıl temennimiz bu olsun mu?
Vicdanına kulak verenlerin artsın Türkiye.